Adli Yıl açıldı. Adli yılı kapatırken avukatlar, iktidarın “Çoklu Baro” düzenlemesine karşı ayaktaydılar. Ankara’nın yıllanmış Belediye Başkanı Gökçek’in “eseri” olan Batı Kapısı’ının önüne kurulan barikatla Baro Başkanları Ankara’ya alınmadılar. Avukatların sesini de sözünü de, yüzünü de görmek istemiyorlardı.” Böl, parçala ve zayıflat”. “Senin gibi düşünmüyorsa bütün kapıları yüzünü kapat.” “Sivil toplum ya da Demokratik Kitle Örgütü de neymiş? Tüm kuruluşlar, yönetenler gibi düşünsünler ki ülkede “iç barış “ olsun!
Pandemi ortamının da beslediği olumsuz koşullarla geçen Adli Tatil’in bitiminde ise Avukatlar yeni bir “ödül” le karşılaştılar. Cumhur Başkanı, Saray’ından müjdeyi verdi: “Avukatlıktan teröristliğe uzanan yolu keseceğiz.” Tamda adli yılın açıldığı gün, bu sözlerle anlatılmak istenen neydi? Yanıtını hepimiz biliyorduk: Savunmadan sanık ve tutuklu iki genç avukat, adil yargılanma hakkı için son çare olarak vücutlarını ölüme yatırmışlardı. Onların sesi duyulsun, yaşamlarından olmasınlar diye çok çaba gösterildi. Yetmedi. Avukat Ebru Timtik, hepimizin gözü önünde saat saat, dakika dakika eriyip bitti. Oysa sağlık durumu nedeni ile dahi salınması ve yaşamla yeniden buluşturulması olanaklıydı. Sonuç olarak onun ölümünden hepimiz sorumluyduk. Doğal olarak en büyük sorumluluk yönetenlerdeydi. Onların bulduğu çözüm ise “terörist avukat” avı başlatmak biçiminde tecelli ediyordu.
Bu açıklamaları duyunca içim bir kez daha “cız” etti. Ağustos başında bir avukat arkadaşımız aramış, Ebru’yu ziyaret ettiğini ve bana bir ileti yazdığını söyleyerek onu okumuş ve ardından da fotoğraf olarak göndermişti. “Şenal Abla, içerde anılarınızdan oluşan iki kitabınızı okudum. Yıllar sonra sizin yaşadıklarınızı yaşıyorum. Beni en iyi siz anlayabilirsiniz. Lütfen sesime ses katın” diyordu. Gerçekten de Ebru’yu en iyi ben ve benim gibi siyasi dava avukatları anlayabilirdi. 12 Mart, 12 Eylül, 90’lı yıllar ve bugünün siyasi dava avukatlarının boynuna daima müvekkillerinin yargılandığı siyasi grupların etiketleri yapıştırıldı Herkesin savunma hakkı olduğu iç hukukumuz ve uluslararası sözleşmelerde açıkça belirtilmişken, tüm siyasi dava avukatları, iktidar gücünü elinde tutanlar tarafından müvekkilleri ile özdeşleştirilerek “örgüt üyesi” olmakla suçlandı. Pek çok avukat, gerçek dışı iddialarla gözaltına alındı, tutuklandı, yargılandı. Toplum içinde tecride maruz bırakıldı.
80’li yılların ortasında, hakkında siyasi bir suç savı ile soruşturma açılan avukatlar, kesin bir mahkûmiyet kararı dahi aranmadan işten el çektirildi. Çok sayıda avukat, aynı zamanda ekmek kapıları olan bürolarının kepenklerini indirmek zorunda bırakıldı. Meslek örgütümüz TBB, bu konuyu yargıya taşıdı. Uzun bir mağduriyet sürecinin ardından Anayasa Mahkemesi, bu düzenlemeyi iptal etti. Şimdi aradan onca yıl geçmiş olmasına karşın yeniden hukuk dışı bir önerme ile avukatlara siyasi dava izleme yasağı getirilmek isteniyor. Yalnızca avukatlar değil, esas olarak savunma hakkının doğrudan öznesi olan sanıklar hedefteler. Savunma hakkı, adil yargılanma hakkının temelidir. Bugün bölünmüş baroların yanına iş tercihine göre ikiye ayrılmış ve kamplara bölünmüş savunmanlar konulduğunda adaletin sağlanması olanaksız hale gelecektir.
Oysa devletler, temel hakları kısıtlamak değil kolaylaştırmakla yükümlüdürler. Anayasa’nın 36. maddesi, AİHS’nin 6. maddesi bu konuda hükümetlere görevler vermektedir. “Avukatların Rolüne Dair Temel Prensipler ( Havana Kuralları)”, çok açık bir biçimde İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ne atıfla, hükümetlerin, “Hukuk önünde eşitlik ile masumluk karinesi prensiplerine, hukuken kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir yargı yeri tarafından adil ve aleni olarak yargılanma hakkına ve kendisine suç isnat edilen bir kimsenin savunması için gerekli bütün güvenceleri sağlanması görevine işaret etmektedir.” Aynı metin BM Tutulan ya da Hapsedilen Kişilerin Korunması İçin Prensiplere gönderme yaparak, “Tutulan bir kimsenin bir avukatın yardımından yararlanma, avukatla iletişim kurma ve avukatla görüşme olanağının sağlanması gereğine işaret etmektedir. Birey elbette kendini savunabilir. Ancak, savunma bir meslektir ve savunman seçme de bir temel haktır. Savunmanın yani avukatın hakları ise devlet ve meslek birliklerince korunacaktır.
Bu nedenle Havana Kuralları, meslek birliklerinin üyelerinin baskıya, haklarının yersiz olarak kısıtlanmasına ve ihlal edilmesine karşı korunmasında ve ihtiyacı olan herkese adli hizmet sağlanmasında yaşamsal bir öneme sahip olduğuna işaret etmektedir. Ancak, hukuk belgelerinin mesleği korumaya yetmediği ve pratiğe yansımadığı günlerdeyiz. Ne yazık ki avukatlar, yeniden mesleğin savunma hakkından doğan onurunun ayaklar altına alındığı günlere tanıklık ediyorlar. .TBB ve çok sayıda baro kendi bünyesinde “Avukat Hakları Merkezi” açmak zorunda kalmıştır. Bu merkezler dahi, avukatların içinde bulundukları olumsuz koşulların göstergesidir. Ancak en yoğun avukat hakkı ihlali siyasi dava avukatlarına yönelmiş durumdadır. Bugünlerde barolarımız, yönetimlerini yenileme sürecine girmiş bulunuyor. Meslektaşlarımız “Avukatlıktan teröristliğe giden yol” suçlaması ile savunma hakkını demir kafese kilitleme çabalarına mutlaka set vurmalıdır. Savunma hakkı, ayırımsız temel bir insan hakkıdır.
Av. Şenal Sarıhan