Bugün İstanbul ve birçok şehirde yapılan polis saldırıları ile 32 devrimci gözaltına alındı. Bu gözaltına alınan insanlar işinde gücünde, her gün nerede oldukları belli olan demokratik haklar ve özgürlükler mücadelesinde olan devrimci düşüncede insanlar. Aralarında KHK’lılar var, işini geri istemek için yüzlerce gün açlık grevi yapmış emekçiler var, yüksel direnişçileri var…
Ancak halk düşmanı Sabah gazetesi herkesten çabuk davranarak yaftayı yapıştırıp savcıdan önce iddianameyi hazırlamış bile.
Sürmanşetten verdiği habere göre yapılan gözaltı saldırısı aslında “DHKP/C’nin memur yapılanmasını çökertmek için”miş. Tabii ki bırakalım meslek ahlakını, onurunu, bir insanın sahip olması gereken asgari ahlak ve onurunu da bir kaç yeşil dolara satmış Sabah paçavrası bu haberi nasıl hazırladığı bellidir.
AKP faşizminin polisi gözaltına alınan insanların avukatlarına dahi gözaltılar ile ilgili bilgi vermiyor. Gizlilik kararı getirilmiş dosyaya. Avukatları ile de görüşmelerine izin verilmiyor.
İşkencehanede yapılan işkencelerin avukatlar tarafından öğrenilmesin diye avukat ziyaretine engel olunuyor.
Gizlilik kararı ise basına karşı da alınan bir karardır. Yani basın, gizlilik kararı getirilen dosya hakkında bilgi yada soruşturmanın gidişatını etkileyecek yayın yapamaz.
Gel gelelim avukatlara verilmeyen bilgi Sabah gazetesine veriliyor.
Belli ki içerden SABAH’a bilgi veriliyor, ve “bu şekilde haber yapacaksın” diyerek görev veriliyor. Hatta verilmesinden öte operasyon yapılmadan yapılan görev dağılımında Sabah’ın görevi de bu oluyor.
Çünkü Sabah’ın üstlendiği misyon polisin işleyeceği veya işlediği suçu aklamaktır. Devletin yapacağı katliama meşru zemin hazırladığı gibi katliam sonrası katliamı aklamak için nasıl canhiraş çalıştığını, nasıl yayın yaptığını 19-22 aralık hapishaneler katliamından ülkemiz halkları görmüştü…
Bugün de yaptığı haber ile polisin, Soysuz Süleyman’ın mevcut yasalar ile açıklayamayacağı bu polis saldırısını yasalmış gibi, yasalmış gibi göstermeyi amaçlıyor.
Sabah gazetesi bir basın kuruluşu olmadığını her gün göstermektedir. Ancak bu kadar rahat olmalarının, bu kadar yalancı olmalarının sebebinin bir gün bu kudurmuş provokatörlüğünün hesabının sorulmayacağından olduğunu düşünerek bir hatırlatma yapmayı uygun gördük. Bir şiir ile:
Vagonlar geliyorlar sallanarak.
Kartallı kazım
köprünün orda bir ağacı gösterdi. tatar yüzlü adama;
” – şu köprünün dibindeki ağaç yok mu?
ard ayakları üstüne kalmış
hayvana benzeyen ağaç?
şu soldaki,
koskocaman.
bak
dalları köprüyü aşan,
o dallara astılar ölüsünü ali kemal’in.
istanbul’dan kaldırıldı herif
güpegündüz
berberden,
beyoğlu’nda tıraş olurken
338’de…”
“- kim bu ali kemal?”
“- gazete muharriri
ingiliz’den para alır
adamaydı halifenin.
gözlüklü
şişman.
kan damlardı kaleminden,
fakat murdar
fakat pis bir kan.
gün olur daha derin
daha geniş yara açar
kalemin düşmanlığı mavzerin düşmanlığından.”
“- izmit bizde miydi o zaman?”
“- yeni girmiştik
ingilizler istanbul’daydı daha,
ali kemal’i çalıp getirdiler ingiliz’in mavi gözünden.
burda “geliyor” diye bir şayia çıktı
altı yedi saat önce.
iskeleye yığıldı millet,
belki izmit halkının dörtte üçü
kadınlara varıncaya kadar.
ben ulucaminin ordan bakıyorum
gözümde dürbün.
göründü karşıdan motor nihayet,
bata çıka geliyor.
koştum aşağıya.
ben iskeleye inmeden
çıkarmışlar ali kemal’i motordan.
şurda
tepede
saray meydanında hükümet konağı var
kolordu dairesi,
oraya götürdüler.
konağın önü
meydan
sokaklar
adam almıyor.
kaynıyor karınca gibi izmit halkı.
fakat öfkeli
fakat merhametsiz.
çoğu da gülüyor,
bayram yeri gibi izmit şehri.
hava da sıcak,
gök de bulutsuz.
ali kemal 20 dakka kaldı kalmadı konakta dışarı çıkardılar.
attı bir adım.
etrafını zabitlerle polisler almış.
kireç gibi yüzü.
sarışın.
birden ahali başladı bağırmaya
“kahrol artin kemal…”
durdu.
arkasına baktı
konağın kapısından tarafa.
belki de geri dönüp içeri girmek için.
fakat yüzüne karşı kapıyı ağır ağır kapadılar.
yürüdü sallanarak on adım kadar.
ahali boyuna bağırıyor.
bir taş geldi arkadan
başına çarptı.
bir taş daha
bu sefer yüzüne.
kırıldı gözlükleri,
bıyıklarına doğru kanın aktığını gördüm.
birisi, “vurun,” diye haykırdı.
taş
odun
çürük sebze yağıyor.
muhafızları bıraktı ali kemal’i
ahali kara bulut gibi çullandı üzerine
alaşağı ettiler.
orda yerde yaptılar ne yaptılarsa.
sonra açıldı bir parça ortalık.
baktım ki yatıyor yüzükoyun
ayağında bir donu kalmış
kısa bir don.
çıplak eti pelte gibi tombul, beyaz.
bana hala nefes alıyor gibi geldi.
bir ip bağladılar sol ayağına.
hiç unutmam
sol ayağında kundura, çorap filan yoktu
fakat sağ bacağında çorap bağı kalmış.
başladılar ölüyü bacağından sürümeye.
yokuş aşağı, başı taşlara çarpıp gidiyor.
millet peşinde.
bir aralık ipi koptu.
bağlandı yenisi.
ibret alınacak hal.
halkı kızdırmaya gelmez.
bir sabreder iki sabreder;
her ne ise…
böyle dolaştı izmit şehrini ali kemal.
Sonra
dedim ya
astılar şu köprünün üstündeki dallara ölüsünü.
Sonra ölüyü indirdiler
fakat gömleği mi, donu mu ne
iç çamaşırından bir şey
öteki dalda bir iki ay sallanıp durdu.
Sonra satıldı müzayedeyle saatı filan,
çok sonra…
Vagonlar geliyorlar sallanarak…