“ÖLÜM ORUCUNU BIRAKIN” Söylemlerine Didem Akman’dan Cevap

Cezaevi şartlarının iyileştirilmesi, Özel Tip Cezaevinin kapatılması ve açılmaması talepleriyle ölüm orucunda olan Didem Akman’ın Gazeteci Cüneyt Arat’a gönderdiği mektubu yayımlıyoruz.

***
“Merhaba Cüneyt,
Dirençle, sevgiyle kucaklıyorum Sizi. Mektubunuzu aldım. Şu an olanca yavaşlığım ve özenimle yazıyorum, yazım okunaklı olsun diye. Umarım Siz de annemin sitemlerini tekrarlamazsınız. Sürekli yazı yazıyor olmak bir şeyleri yetiştirme telaşından kalem hızlanınca harfler birbirine giriyor evet okunması zor olabiliyor, birçok arkadaşım şikayetçi bu konuda. Ama kalem de düşüncenin hızına yetişmek için koşturmaya çalışıyor tabiri caizse kağıt üzerinde. Anlatacak çok şey olunca böyle oluyor. Dediğim gibi olabildiğince özenle yazmaya çalışıyorum şu an.
Nasılsınız, sihhatiniz de iyidir umarım?
Avukatım Berrak da yazacağınızdan bahsetmişti. Ben, isminizi önce annemden duydum. Bir tesadüfle aramış, tanışmış sizinle sanırım. Hayat tesadüf denen şeyleri boş yere yaşatmıyor bize, bir hikmeti varmış demek ki. Sizinle birebir böyle sohbet etmekten kaynaklı mutluyum açıkçası. Düşüncelerinizi de olabildiğince açıklıkla paylaşmışsınız, bundan da çok memnunum. Samimiyet, açıklık, insanların birbirini anlamasında çok önemli ve belirleyici bir etken. O zaman öncelikle bir çay ikramında bulunayım ve “Sen” diye hitabıma devam edeyim iznin olursa. Şu an Cumartesi, saat akşam 6’ya geliyor. Havalandırmada bir arkadaşım var, diğer hücredeki arkadaşlarla sohbet ediyor, ben de seninle sohbet ediyorum, akşam çayıyla. Burayı şöyle düşünebilirsin. 6 tane pencere bir geniş beton havalandırmaya bakiyor. “Bahçe” diyorlar buraya ama bahçede toprak olur, çiçek olur, ağaç olur. Sen de yabancı değilmişsin hapishanelere madem, biliyorsundur bu tuhaf isimlendirmeleri.


Biz 4 kişi ağırlaştırılmış müebbet olarak buradayız. Günde 1 saat havalandırmaya çıkıyoruz. Ve sadece o zamanlar birbirimizi görebiliyoruz. Bu, bu hapishaneye özgü bir durum. Çünkü ki bu sürenin arttırılması, diğer kişilerle çıkarılma koşulları, hapishane idaresinin insiyatifinde. Daha önce kaldığım Sincan Hapishanesinde 4 saat çıkıyorduk, 3 kişi beraber çıkıyorduk örneğin. Şu anda bir çok hapishane 2’den 6 saate kadar çıkarıyor havalandırmaya ve birden fazla kişi çıkarıyor. Burası ısrarla çıkarmıyor. Ağırlaştırılmışların koşullarıyla ilgili bu hapishanede özel bir politika uygulanıyor. Koşullarımız zaten çok ağır ve hukuki ilkelerle bagdaşmıyor. Üstelik buranın özgünlüğünde yaşadıklarımız da eklenince ölüm orucu yapmaktan başka çarem kalmadı. En yakınlarımız bile hangi koşullarda kaldığımızı anlamıyor açıkçası. Örneğin bu Korona’dan kaynaklı ablam 3 gün dışarı çıkamayınca empati geliştirmiş benimle. 3 gün ne ki? Bizimki bir ömür. Yani müddetnamemizde “ölünceye kadar” diye geçiyor. Böyle bir infaz rejimi uluslararası hukukta da yok. Yani bir insana tahliye umudu olmadan sen içeride öleceksin denilerek hapse konulması ceza değil cefa bence. Ve bu da yetmiyor, biraz ‘bütün hamala her türlü yükü ‘denir ya. Tam böyle bir muamele yapılmış Cüneyt. Bir insanı özgürlüğünden alıkoymak zaten cezadır. Ben şu an tutuklu olma nedenimle yargılama konusu açmak için bu eylemi yapmıyorum. Kendim üzerinden de konuşmayalım, çünkü terör demogojileri yapmak asıl tartışılması, görülmesi gereken meseleyi örtbas eder. Bir x kişisi düşünelim. Bir suç işlemiş, bu devletin yasalarına göre ve cezalandırılacak. Bu cezanın hukuki, ahlaki ve insani koşullarda olması gerektiğini göstermeye, anlatmaya çalışıyorum. Ağırlaştırılmış müebbet, yasada idamın yerine konulmuş değil mi? İdam bugünkü yüzyılda insan haysiyeti, değerleri, hukuk devletine uygun olmayan bir “ceza modeli olduğu için. İşte sorun tam olarak bu. Kaldırılmasına nedenlerini çok daha ağır bir şekilde ihlal eden bir rejim ağırlaştırılmış müebbet. Kişi soluk aldığı için anlaşılmıyor, daha doğrusu görünmez kılınıyor şu an ne kadar gayri insani olduğu. Benim sadece ölüm orucu sürecinde yaşadıklarım ve bedenimdeki etkiler bile bunu gösteriyor. Diger direnişçilerden çok daha hızlı kilo kaybı yaşıyorum örneğin, çünkü daha az hava alıyorum, daha az hareket ediyorum, yanımda ihtiyaçlarımı karşılayabilecek kimse yok. Üstelik kaldığımız hücreler, mimari açıdan da disiplin cezası uygulanan hücreler, yani yasaya göre, en fazla 20 gün kalınabilecek yerler. Ve burada “ömür” geçir diyorlar. Hapishanenin en hareketli yeri. Sabah 8 sayımında gürültü başlıyor. Gece 1’de rutin işleyiş gürültü bitiyor. Sağlıklı bir uyku, dinlenme şansın bile yok. Ben direniş süresi boyunca 1 kere 9,5 saat kesintisiz uyudum, ertesi gün sanki ömrüm 2 ay uzamış gibi hissettim. Sonraki gün de hastaneye kaçırılma olayı gerçekleşti, 3 ay geri çalındı ömrümden.


Hem hücrelerin mimarileri, hem uygulamalar, (yasal çerçeve) hem de hayata geçiriliş tarzıyla idamdan çok daha ağır insan ve hukuk ihlali taşıyor bu rejim ve insanlari yokediyor, çürütüyor, öldürüyor. Ben yıllarca dilekçelerle anlatarak bunun mücadelesini verdim. Gündem yapmaya calıştım, olmadı. Sonra yapabileceğim bütün eylemleri yaparak yıllarca disiplin cezasına çarptırılmayı göze aldım. Kapı dövmekten oturma eylemine aklına gelebilecek her türlü eylemi de yaptım. Birçok görüş, iletişim, hücre cezam var bu nedenle. Yine gündem yapılmadı, yine yok sayıldı. Ama geçen her gün tıpkı Amerika’daki siyahilerin dediği gibi “nefes alamıyorum” durumunu yaşıyoruz burada Cüneyt. Bak sana alt alta sıralayalım birkaç şey. Normalde bir insanın özgürlüğünü ölene kadar diye alman zaten ona en ağırlaştırılmış cezadır değil mi? Ama nasıl bir vicdan, ahlakla hazırlanmışsa yasa, bu yetmez bunu koyalım, bir tane de bu olsun denilmiş.


-Ölene kadar hapistesin. Yetmez..
-Tek başına kalacaksın.

Yani sevincini, derdini paylaşabileceğin hiç kimse yok. Ölene kadar evinde koronada karantinada olduğunu düşün. İnsanlara bunun 3 gün olması bile korkutucu geliyor. Üstelik ellerinde her türlü iletişim aracı varken, ya internetten konuşabiliyorsunuz, camlardan komşularla bağ kurabiliyorsunuz. Dışardan her türlü siparişi verebiliyorsunuz vs…
Ama bu da yetmez demişler.
-Günde bir saat yürüyüş. Daha doğrusu havalandırma. O süre zarfında ister spor yap, ister yüzünü güneşe çevir, ister temizlik yap, istersen diğer camlardaki inşanlarla konuş. 1 saatte hangi ihtiyacını karşılayabilirsin. Evcil hayvanlar bile bütün gün 100 Metrekarelik evde kaldıklarında hem bedenen hem psikolojik olarak sorun yaşıyor. Biz insanız. Üstelik Sağlık Bakanlığı Obeziteye karşı , ‘onbin adım kampanyası vardı ya, ben süre ölçtüm, eğer sadece yürürsem, hiç diğer arkadaşlarımın camlarına uğrayıp bugün nasılsınız diye sormazsam 80 dakikada atabiliyorum. İnsanın sosyal varlık olma ihtiyacıyla bedensel bir makine olarak fonksiyonlarini sürdürmesine bile yetmiyor 1 saat. Ama bu da yetmez demişler.
-10 Metrekarelik bir hücrede kalacaksın. Zaten eşyalarını koyunca adım atacağın yer olmuyor. Bir yatağın dolabın olduğu yerle banyodan ibaret. Bu infaz rejimi : 2005’te girmiş yasaya. O tarihten sonra yapılan hapishanelerde de ölene kadar kalacak insanların ihtiyaçlarının düşünülmesi gerekir mantıken değil mi? İnsanın en temel ihtiyaçlarının başında beslenme gelmiyor mu peki ? Yani yemek yiyeceğiz. Sen hapishanede kaldın. Koğuslarda mutfak var, peki bizde niye yok? Biz tabağımızı, çatalımızı nerde yıkayacağız, yemeğimizi nerede hazırlayacağız? Şu an banyo-tuvalet-mutfak ve lavabo olarak aynı yeri kullanıyoruz. Bu bile bir ihtiyaç olarak 15 yıldır düşünülmemiş. Ya da banyo yapınca hücrenin havalandırılması nasıl saglanacak, çamaşırlar nereye asılacak? Tüm bunlar zaten güneş görmeyen yerlere yapılan geçici disiplin cezalarının infazı edildiği yerlerde ağırlaştırılmışları koymanın onlarda veremden astıma, kalp-damar hastalıklarına, eklem ve romatizmaya bağlı hastalıkların gelişmesine etken. Yani ipi boğazımıza gecirmeyip envai çeşit hastalıkla soluk alamaz, nefes alamaz hale geldi deniliyor. Bu hukuki değil, insanı değil.



Sadece bunlar da değil. Görüşler, telefonlar 2 haftada bir bizim. Ve annem anlatmış olmalı sana. 4 yıldır annemle babamla çektirdigimiz hiç fotoğrafımız yok. Doğum günlerimde annem fotomontajla anne-babam ve beni yanyana getiren fotoğraflar yolluyor. Neden? Çünkü aynı anda 40 dakika olan görüşü bile yapamıyoruz. Biri geliyor, bir süre onunla görüşüyoruz, sonra çıkıyor diğeri geliyor, artık ne kadar kalmışsa süre devamını onunla. Yarısı zaten nasılsınla geçiyor. Yargıtayın açık görüşler için aldığı bir karar var aslında. Beraber görebilecekleri yönünde. Diğer bütün hapishaneler bu uygulamaya geçti. Yargıtay üst derece bir mahkeme sonuçta, hukukumuzda bağlayıcılığı var, ama burası yine uygulamadı.Her yerde yapılan kimi şeyler burda yapılmıyor. Sorunlardan biri değildir bu işte. Ağırlıştırılmışlarla ilgi herşey idarenin iki dudağı arasında.
Hukuk böyle işler mi? Kişilere güvenemezsin ki… Devletin işleyişinde hukukun mantığı budur. Kişi iyi niyetli olmayabilir, kişinin kişisel hırsları, değer yargıları olabilir, vicdan olabilir…olmayabilir, bunlara güvenerek, bunlara dayanarak haklarını koruyamazsın ki. Bir ev alacaksın ev sahibinin şartlarını yazılı hale getirmeyip sözüme güven demesi gibi. Hangi yüzyılda yaşıyoruz ? İşte böyle olduğu için mevzuatın izin verdiği, imkan verdiği, insiyatif alanını çok geniş tanıdığı bu rejimde bir hapishanede 5 kişi günde 6 saat havalandırmaya çıkarken, burada ben 4 yıldır 1 saat tek kişi çıkıyorum. Oynayalım diye havalandırmaya top bıraktılar ama insan yok oynayacak mesela sen tutsaklığından da biliyorsun 3 arkadaş görüşçü hakkı vardır herkesin. Bizim yok. Üstelik sadece 1.dereceden yakınlar gelebiliyor. Anne-baba ve kardeşlerime Allah korusun birşey olsa benim görüş hakkım fiilen ortadan kalkmış oluyor. Yeğenlerimi gördün mü? Annem fotoğraflarını yollamıştır belki, ya da telefonla konuşmuşsunuzdur. İste onların büyümelerini uzaktan takip etmek zorundayım. “Aile” kavramı hayatından çıkıyor.


Tüm bunların her biri ayrıca ağır ceza zaten ve hepsini biraraya getirerek kişinin cezasını ağırlaştırıyor, kişiyi aslında sezdirmeden, farkettirmeden öldürüyorlar. Bu koşullar tartışılmalı, bu koşullar düzeltilmeli demek için başka bir yolum kalmadi Cüneyt. Ölüm meraklısı bir insan değilim, yaşamayı seviyorum. Şu an ölüm orucundayım ve havalandırmaya gelen serçelerin, yavrularının, arada gelen kedilerin bile yani canlı olan, canı olan herşeyin yaşaması için öyle canhırış uğraşıyorum ki. Birçok insana bu, birbirine çok tezat gibi görünüyor. Yani ölümden bahsederken bir yandan da yaşamak istiyorum demek. Aslında değil. Bu tamamen yaşama biçtigin durumla ilgili. Nefes aldığında, yemek yediğinde yani bedensel olarak gerekli asgari ve canlılar için içgüdüsel olan şeyleri yapınca yaşadığını sanıyor insanların çoğu. İnsanı, hayvandan ayıran birşeyler var oysa. İçgüdüsel olarak gerekenlerle sınırlasak kendimizi ” insan ” olamayız ki. İnsanı, değerleri, ahlak, inançları insan yapıyor ve haliyle bunlarla yoğrulmuş bir hayatı sürdürebilirse yaşamış oluyor. Ben de bunu istiyorum. Cezaysa da insanın onuruna, bedensel ruhsal sağlığına uygun koşullarda olmalı, yoksa 3 öğün yemek yesem ne olur ki. İste gizlenmeye çalışılan bu. İdami kaldırıp 3 öğün yemek vererek öldürülmeye, insan müsveddesi haline getirilmeye çalışılan ağırlaştırılmışlar. Yaklaşık 2000 insan olmalı bu cezayı alan. Az-buz değil. Net rakamı bakanlıkta vermediğinden yaklaşık diyorum. Ve onların aileleri de haliyle cezalandırılmış oluyor.


Yani Cüneyt, talebim, tahliye edilme meselesi değil. Yasada olan ama hukuki olmayan, adaletli olmayan, insani, vicdani, insanın bedensel ve ruhsal yapısına uygun olmayan mevcut infaz rejiminin görünür, tartışılır kılınması ve bu konuda kimi düzenlemeler yapılması, Size desteğiniz için çok çok teşekkür ediyorum. Umarım bu desteği kesmezsiniz. Karşı oldugunuz, elestirdiğiniz düşüncelerim olabilir, sadece sizin değil birçok insanın olabilir. Ama bu talebimde haksız mıyım, çok mu şey istiyorum? İnsanların bir kısmı kendilerini hapishanelere uzak gördüğü için belki umursamıyor da olabilir. Ama burasının Türkiye gerçeği olduğu unutulmasın. Bazı suçlara, cezalara kimi gruplar ya da düşünceler üzerinden meşruluk kazandırılıyor. Diyelim çocuklara, kadınlara yapılanlar üzerinden. İnsanın değerlerini alt üst eden olaylar yaşanıyor. Bunların da nedenleri, toplumun, halkın bu hale nasıl getirildiği tartışılmadan kişisel bir canilik gibi ele alınıyor ve herkes en ağır işkenceli cezalar bile “hak” olarak düşünüyor o anda. Ama sonra bu cezalar siyasal sosyal olarak karşıt olanlara da uygulanıyor. Binlere, milyonlara yayılıyor. “Ağırlaştırılmış ” denilen ceza ilk çıktığında canavarca hisle insan öldürenlere veriliyordu örneğin. Şu anda ise bir kişi hiçbir delil ortaya koymadan sevmediği husumeti olan bir kişi hakkında içinde silah-bomba geçen cümlelerle bir ifade verse o kişi ağırlaştırılmış alabilir. Mustafa Koçak davası örnektir. Ya da açım, işsizim diyor insanlar değil mi? Bu ses binlerce olunca “anayasal düzeni değiştirmeye kalkma” diye bir dava açılmayacağının garantisi yok ki ! Yazarlara, gazetecilere açıldı. Yani demem o ki, kimse kendinden uzak görmemeli. İllaki o adaletsizliği yaşamayı beklememeli. Hukuk, Adalet ilkeleri her yerde işlerse herkes kendini güvende hisseder. Bu yanıyla sadece kişisel olarak ” nefes alamadığımdan ” da değil bu direniş. Umarım derdimi anlatabilmişimdir. Cüneyt, sormak istedigin, söylemek istediğin bir şey olursa kapım her zaman açık, çayım kahvem her türlü içeceğim var. Havalar ısındı limonata da ikram edebilirim. Umarim ki sonraki buluşmamıza kadar sorunun çözümü adına adımlar atılır da sadece içecek değil, annem aracığıyla başka ikramlarda da bulunabilirim sana. Bunu cani gönülden isterim.

Sana anlattıklarımı istediğin kişilere de anlatabilirsin elbette.İzin almaya gerek yok bunun için.


Ben küçüklükten beri adalet için yanan tutuşan bir insanım. Bu nedenle de hukuk fakültesine gittim. Ama adaletin bir bedelinin olduğunu öğrendim yaşadıklarımdan. Bana bazen diyor ki gardiyanlar, keşke bitirseydin okulu avukat olurdun. Diyorum ki ne değişirdi ki? Adalet için mücadele eden avukatlar da tutsak , onlar da tutsak , onlar da ölüm orucunda. Yani kim olduğumuz, sıfatımızın ne olduğu, toplumdaki kariyerimiz belki tanınmamızı sağlıyor ya da sağlamıyor fakat belli değerler adına mazlumdan, insandan, haklıdan yana taraf olduğumuzda bedel ödemek zorunda kalıyorsunuz. Belki “an” açısından kayıp gibi görünebilir fakat gelecek açısından öyle görmüyorum ben bu bedeli. İnsan sadece kendi için yaşayan bir varlık olmamalı. Geçenlerde okuduğum bir kitapta öykü vardı kısa bir şey. Yaşlı bir adam ceviz fidesi dikiyor. Dönemin egemeni alay ediyor onunla ( Ceviz, 20 yıl sonra meyvesini veren bir agaçmış) ” Akılsız adam meyvesini yiyemeyecegin ağacı neden dikiyorsun” diyor. Yaşlı adam da ona, bizden öncekilerin diktiklerinin meyvesini biz yedik, bunu da benden sonra gelecek olanlar yer, diyor. Adaletle, hakikatle ilgili mücadeleler de, kazanımlarda biraz böyle, yarınları besliyor diye düşünüyorum.
Sevgili Cüneyt artık iznini isteyeyim, kendine çok iyi bak, çalışmalarında başarılar diliyorum, senden alacağım selamları (annemden ya da mektupla farketmez )dört gözle bekleyeceğim.
Umutla kal, adaletle kal,”



Didem

Sosyal ağlarda paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.