İşkencenin tanıkları gazeteciler ve hakikat

Eski MİT'çi Mehmet Eymür: 'Devlet Görevlileri, 18 Kişiyi Para İçin Öldürdü'

(Fikret İlkiz. Bianet)

Gazetecilik, hakikatin tanıklığıdır.

Gazetecilik insan haklarını hakikatle yüzleştiren bir meslektir.

Irmağın hakikatini kavrayabilmek için, akıp giden suyun yanında durup izlemekten fazlasını yapmamız gerekir”.[i]

Böyle söyleyen gazeteci “Ve biliyoruz ki bellek ve hakikat, cezasızlık kültürünün can düşmanıdır” sözlerinin sahibi Gökçer Tahincioğlu, 1970’li yıllardan bu yana adından söz ettiren “bir istihbaratçı” Mehmet Eymür ile söyleşi yaptı. T24’te 4/5 Kasım 2021 tarihlerinde yayımlandı.

“Söyleşi öncesinde kendisini rahatsız edecek konuları da soracağımı vurguladığımda, “İstediğinizi sorun” yanıtını verdi. Ayırdığı süre içerisinde, işkence, yargısız infaz, faili meçhuller, Yeşil gibi katillerle olan ilişkileri, yeraltı dünyasıyla olan temasları, siyasilerle olan yakınlığı dahil her başlığı sormaya çalıştım” diyen gazeteci Tahincioğlu’nu ve T24’ü okuyucu olarak kutluyorum.

Demek her koşulda, bütün kuşatılmışlık ve baskılar içinde olsanız bile gazetecilik, gazeteciliktir ve yapılabilmektedir. Böyle bir başarıdır, mükemmel bir emektir. Yapılan iş, gazetecilikten ibaret bir görevin gazeteci Tahincioğlu tarafından yerine getirilmesidir.

İşkenceci kim varsa geçmişte; kapı aralanmıştır.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) 5 Kasım 2021’de; “İşkence mutlak olarak yasaktır! İşkencesiz bir dünya mümkündür! Yeter ki tüm unsurları ile toplum olarak çaba gösterebilelim. İtiraf niteliğindeki açıklamaları nedeniyle Mehmet Eymür ve silsile içindeki tüm sorumlular/failler hakkında derhal etkili ve bağımsızlığı güvence altına alınan soruşturma başlatılmalı ve soruşturma sonucuna dayalı olarak tüm sorumlular cezalandırılmalıdır.” dedi ve suç duyurusunda bulundu.

Gazeteci Erbil Tuşalp, Türkiye’nin yüz akı olan gazetecilerden birisidir, bizleri bırakıp gitti, ne yazık ki! Memleketin kara tarihini, acılarını, işkencelerini, kayıplarını, ölümlerini, öldürülmelerini yazdı, ömrü yettiğince. Kitapları kaldı, bin belge, bin insan, bin tanık, eylül imparatorluğu ve daha niceleri ve haberleri kaldı geriye.

Memleketin kara tarihinde aydınlık insanları yazdı, kitaplaştırdı; “Bin Belge” kitabından bazı hatırlatmaların tam yeridir; gazetecilik adına, sorumluluk adına…

Türkiye Barolar Birliği ilk başkanı Av. Faruk Erem[ii] 1976 yılı temmuz ayında Paris’te 11. Uluslararası Psikoloji Kongresinde “İşkencenin Hukuktaki Yeri” üzerine yaptığı konuşmasında Hitler’in Almanya’da Marksistlere, Rus ve Polonyalılara, mukavemetçilere, anti sosyal unsurlara “işkence uygulanabilir” emirnamesi çıkardığından söz etmiş ve şunları söylemişti:

“Ülkemizde zaman zaman yoğunlaşan işkence iddiaları sürüp gitmektedir. Elimizde bu iddiaların haklı olduğunu kanıtlayan mahkeme kararları da vardır. İşkence uygulamasını geleneksel ‘karakol tatbikatı’ olarak haklı gören düşüncelere de rastlanmaktadır. Böyle düşünenlere göre, ‘Mademki zor kullanılarak itiraf elde edilebiliyor, o halde sanığa konuşuncaya kadar işkence uygulanabilir, yeter ki itiraf elde edilebilsin’.

İşte bu anlayış Türkiye’mizde nefretle reddedildiği bir düzeye ulaşmadıkça, pek çok şeyden, özellikle ‘hukuk devletinden, insanlık doktrininden” söz etmeye hakkımız olmayacaktır.”

Gazeteci Tahincioğlu’nun sorusuna “Devlet benim gözümde her şeyi yapabilir. Meşrudur” yanıtını veren “eski istihbaratçı” “Başka türlü konuşma imkânı yoksa işkence olabilir, çünkü çok inatçı tipler var!” dedi.[iii]

Konuşmayan ve itiraf etmeyen inatçı tiplere devlet işkence yapabilir mi?

“Ben Devletim İşkence Yaparım”[iv] anlayışı meşru mudur? Yoksa suç mudur?

Suçtur. İşkence suçundan kurtulmanın mazereti olamaz, “hukuk” yoluyla meşrulaştırılamaz.

12 Eylül faşizmine çeyrek kala Bin Belge kitabında 1980 Mayıs’ında Türk Tabipler Birliği ile Türkiye Barolar Birliği’nin ortaklaşa düzenlediği Tıp-Hukuk Kurultayı’na yer verilmiş ve bu Kurultay’da ilk kez “toplumsal işkence” ele alınmış…  

Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi Başkanı Dr. Erdal Atabek konuşmasını şöyle bitirmiş: “Bugün, adaletin de, sağlığın da ortaklaşa karşısına çıkması zorunlu bir konu, işkencedir. Tarihin karanlıklarına gömülmesi gereken işkence, tersine, bilimsel ve teknik gelişmelerle de desteklenerek, bedensel, psikolojik incelikler kazanmış olarak sürdürülmektedir. Bilinmelidir ki, işkence bir insanlık suçudur. Yalnız hukukçuların değil, yalnız hekimlerin değil toplumdaki herkesin karşı çıkması gereken bir insanlık suçudur işkence. İşkence hiçbir işkencecinin yanına bırakılmamalıdır. Bunu sağlayacak olan da toplumun örgütlü güçleridir. Toplumlar bunalım dönemlerini atlatırlar. Toplumlar yaralarını sararlar. Ama bu bunalımlardan geriye onursuzluk değil, onur kalmalıdır. Güvensizlik değil, güven kalmalıdır; utanç değil övünç kalmalıdır.”

Yargı bilir ve olay yargıya intikal etmiştir; etmiş midir?

Tıpkı 1988’de Uruguay’daki “Tıp Ahlakı ve İşkence Karşısında Hekimler” adlı seminerden geriye kalan Dekan Dr. Pablo Carlevaro ‘ya ait sözlerin unutulmadığı gibi… “Dehşet gerilerde kalmalıdır, ama mahkûm edilmeli, lanetlenmeli ve asla unutulmamalıdır.”

Ellerinde yetki bulunanların eylemlerini, kötü muamele veya müessir fiil kabul ederek işkence dehşetini kimseye unutturamazsınız.

Doğru sözlere ve yıllar önce işkence üzerine söylenmiş sözlere ne denir?

Devam edelim utançların yaşanmışlığına, Tuşalp’in yazdıklarına…

70’li yıllarda sanıklar davalarda işkenceleri anlatmış, işkencelerin sayısı binlerle ifade edilmeye başlanmış. Bunun üzerine eski Başbakanlardan Naim Talu 1971’de siyasi suçlulara yapılan insanlık dışı işlemlerle ilgili soruşturma için emir vermiş.

“Talu ‘mademki, böyle bir sav ortaya atılmıştır bizim görevimiz, bunun doğru olup olmadığını araştırmaktır.’  diyordu.  Başbakanlıktan Adalet Bakanlığına, İçişleri Bakanlığına, Genelkurmay Başkanlığına yazılar gönderilmiş, bir soruşturma açılmasının ilk adımları atılmıştı.

Oysa savcıları vardı, yargıçları vardı bu ülkenin Çarşaf yayınlanan işkence haberlerini hukuk dili ile “ihbar telakki” etmiyorlardı.” (Bin Belge Sayfa 237-238).

Tam af tartışmalarının yapıldığı günlerdi….

Sonra 1974 yılının ilk aylarında Hürriyet gazetesinde “Türkiye’de artık işkence olaylarının açıklığa kavuşturulması gerektiği” hakkında bir kampanya açılmış. Hürriyet gazetesi; İstanbul Sıkıyönetim Komutanı emekli Orgeneral Faik Türün’le yaptığı konuşmayı “Faik Türün konuştu: İşkence olarak dün ne yapıldıysa, bu günde onlar olmuştur” dediğine bu kampanya haberinde yer vermiş. İşkence olaylarının açıklığa kavuşması için kimin ne iddiası varsa, delilleriyle birlikte gazeteye gönderilmesini istemiş.  Hürriyet kampanya haberini şöyle bitirmiş: “Hürriyet, gönderilecek bütün delilli işkence iddiaları ile bunlara karşı verilecek cevapları yayımlamayı, demokratik parlamenter rejimin ve cumhuriyet ilkelerinin bir gereği saymaktadır.” (Hürriyet, 7 Şubat 1974).

Hürriyet’in “İşkence olayının açıklanması gerekir” çağrısına üç gün sonra 10 Şubat 1974 tarihinde Yeni Ortam gazetesinde sekiz sütun manşetten yayımlanan “Kamuoyuna Duyuru” başlıklı ilk yanıt on dört avukattan gelir:

“…Bizler söz konusu işkence olaylarını ilk kez ortaya atan ve işkencenin varlığını, derinliğini yakından bilen kişiler olarak kamuoyu önünde açıklarız ki, sadece gazeteye gönderilmesi istenen iddia ve delillerle suçlanan sorumlu kişilerin açıklamalarının yayınlanması, sorunun çözümünü sağlamaktan uzak kalacaktır.

Çünkü işkenceye uğrayanların büyük bir kısmı halen tutuklu olup, diğer bir kısmı da çeşitli nedenlerle bu konuda açıklama yapmaktan çekindiği için, tüm iddiaların yayınına maddi olanak bulunmamaktadır.

Yalnızca suçlanan sorumlu kişilerin inkarlarının yayınlanması ise bugüne kadar söylenenlerin tekrarından başka, konuya hiçbir açıklık kazandırmayacağı gibi, gazetenin istediği yönde de bir sonuç alınmayacaktır.

Bu durumda, konunun gerçekten özlenen doğrultuda bir açıklığa kavuşması isteniyorsa, işkencenin varlığını iddia edenlerle, reddedenlerin karşı karşıya getirilerek enine boyuna tartışılmasının sağlanması zorunlu olmaktadır.

Bu nedenledir ki, aşağıda imzası bulunan bizler, işkenceyi reddeden sorumluları Hürriyet gazetesinin aracılığı ile arzu edilen yerde, 10 gün içinde, noterce düzenlenen tutanakla davet ediyor ve işkence olaylarını ispata hazır olduğumuzu kamuoyuna duyuruyoruz. Aksi halde, konu ile ilgili bu tür girişim ve yayınların, hiçbir olumlu sonuç vermeyeceğini ve ülkemizin içinde bulunduğu şu dönemde ve özellikle af konusunun yasama organına intikal edeceği bir sırada, faydadan çok zarar getireceğini açıklıyoruz.”

“Kamuoyuna Duyuru” başlığı ile yayınlanan bildirinin altında avukatlardan Gülçin Çaylıgil, Enis Coşkun, Nevzat Helvacı, Ziya Nur Erün, Fehmi Çam, Refik Ergün, Ziya Acar, Halit Çelenk, Orhan Pekey, Demir Özlü, Özer Kırca, Emin Değer, Çetin Güner, Erşen Şansal ile Yeni Ortam gazetesi adına Kemal Bisalman’ın imzaları vardı.

“İşkence” hakkında toplumsal tepkileri, işkenceye sıfır tolerans sözlerini ve Yargıtay kararlarını biliyoruz, yaşadık.  

Anımsarsınız… Manisa’da Terörle Mücadele Şubesi Görevlileri “yasa dışı pankart asma olayı” nedeniyle “illegal örgüt üyesi olabilecekleri olasılığından” hareketle başlatılan soruşturmada 16-17 yaşlarındaki öğrencileri 26 Aralık 1995 tarihinden 5 Ocak 1996 tarihine kadar Manisa Emniyet Müdürlüğünde “gözaltında” tutmuşlardı. Sanık olarak sorgulanan mağdurlara maddi ve manevi işkence yapıldığı iddiası ortaya atılmış, soruşturma ve sonra kamuoyunda “Manisalı Gençler” davası olarak bilinen ceza davaları açılmıştı.

Bir yanda DGM’de yargılanan Manisalı gençler; diğer yanda işkenceden dolayı onları sorgulayan polis memurlarının yargılandıkları ceza davasında şikayetçi Manisalı Gençler…

Manisa Ağır Ceza Mahkemesi sanık polis memurlarının işkenceden dolayı suçsuz oldukları gerekçesiyle 11 Mart 1998 tarihinde beraat kararı vermişti. Yargıtay Sekizinci Ceza Dairesinin [4] E:1998 /10667, K:1998/12819 ve 12.10.1998 günlü kararında “suçunu söyletmek için işkence yapmak” fiilinin ne olduğunu tanımlamış ve “(…) sorgulamayı yönlendirip işkence eyleminin tümünün azmettiricisi konumunda olarak tüm mağdurlara karşı, yapılan işkencelerde aktif rol üstlendikleri, sonucu belirli hareketlerden soyutlanmalarına imkân olamayacağı, aksi takdirde şahadetin ortak karakter gösteren ve raporlarla doğrulanan iddialardaki samimiyetin reddine ve varolanın yok sayılmasına gerekçe bulunmayacağı muhakeme mantığı ve vicdan ölçüleri gereğidir.”  gerekçesiyle sanık polis memurlarının “işkence” suçundan mahkûm olmaları gerekirken “dosya içeriği ile bağdaşmayan yetersiz gerekçelerle sanıkların beraatlerine karar verilmesi” ne dair Manisa Ağır Ceza Mahkemesinin beraat kararının BOZULMASINA 12 Ekim1998 gününde oybirliği ile karar vermişti.

Mersin’deki bir işkence iddiasından açılmış ceza davasıyla ilgili Yargıtay Ceza Genel Kurulunun (CGK) 2002/8-191 Esas, 362 Karar ve 15.10.2002 günlü kararına göre; işkence insanlık suçudur.

“İşkence, Birleşmiş Milletler (BM) Sözleşmesindeki fiziki veya manevi ağır acı veya ıstırap veren bir eylem olarak, Dünya Tabipler Birliği Tokyo Bildirgesi’nde ise; “kendi başlarına veya herhangi bir otoritenin emri ile hareket eden bir ya da birden çok kişinin, bir kişiyi bilgi vermeye, bir itirafta bulunmaya ya da diğer herhangi bir nedenle zorlamak için kasıtlı, sistematik ya da nedensiz olarak gerçekleştirdiği fiziksel ya da mental acı” olarak tanımlanmıştır (Nakleden, S.Ölçer, Ü.Erol, Türkiye’de İnsan Hakları, sh 153). Yargısal kararlarda ise maddi veya manevi eza verici eylem şeklinde tanımlanmıştır. Maddi işkence beden bütünlüğüne yönelik, manevi işkence ise bedene doğrudan etki yapmayan manevi nitelikteki eza verici eylemleri içerir. Zalimane muameleler; maddi veya manevi ıstırap verici her türlü eylemi, insanlık dışı muamele; insanlık kişiliğini ve duygusunu önemli ölçüde inciten eylemleri, haysiyet kırıcı hareketler ise; namus, şöhret veya haysiyete saldırıcı davranışları ifade eder. Suçun manevi unsuru ise failde genel kast ve özel kastın (saikin) bulunmasıdır. Genel kast, kamu görevlisinin işkence, zalimane, insanlık dışı veya haysiyet kırıcı eylemlerini hukuka aykırı olduğunu bilerek ve isteyerek yapmasıdır. Özel kast ise maddede öngörülen eylemlerin gerek kendisi, gerekse başkasının suçunu veya cürümlerini söyletmek, olayların bildirilmesini engellemek, şikâyette bulunulmasını önlemek veya tanıklık edilmesi nedeniyle gerçekleştirilmesi gerekir. Suçun mağduru ise cürmü söyletilmek, olayların bildirilmesini, şikâyet ve ihbarı önlemek veya tanıklığı nedeniyle yukarıda belirtilen eylemlere uğrayan her kişidir.”

Ceza Genel Kurulu Kararına göre; “Demokratik bir hukuk devletinde; delil elde etme, soruşturmanın temel amacı ve kolluğun görevi olmakla birlikte, bu amaç ve görev insan hakları ihlallerini meşrulaştırıcı ve hukuka aykırı davranmanın bir mazereti olamaz. Kolluk görevlileri insan haklarına saygılı kalarak, hukuka uygun bir şekilde delil etme görevlerini yerine getirmelidir.

İşkence hiçbir işkencecinin yanına bırakılmamalıdır. İşkence nefretle reddedilmelidir…

Geriye insan onuru kalmalıdır, utanç değil. 

Taşın altına elimizi koymalıyız. Ne yapabiliyorsak yapmalıyız!

Oturduğu yerde oturanlar ırmağın hakikatinden uzak olanlardır, sadece bakanlardır.  

Bu ülkenin tarafsız ve bağımsız olduğu iddia edilen yargı makamları oturduğu yerde oturuyor.

Asıl sorun; söyleşi yapılan söz sahibi eski istihbaratçıyı yargıya çağırmak değil, ne biliyorsan anlat değil, delillerini ver değil, TİHV’nın dediği gibi “silsile içindeki” tüm sorumlulardır işkenceden sorumlu olanlar ve soruşturulmalıdırlar.

Çünkü işkence insanlık suçudur!

On dört avukatın, Manisalı çocukların, gazetecilerin ve kim işkence mağduru ise onların hiç olmazsa onların hatırına… (Fİ/RT)


[i] Kayıp Adalet. Derleyen Gökçer Tahincioğlu (İlk Söz) / Özgür Zeren’in katkısıyla. İletişim yay. 2021.

[ii]1136 sayılı Avukatlık Kanunu ile Kurulan Türkiye Barolar Birliği ilk toplantısını 9-10 Ağustos 1969 günü Ankara’da Yeni Sahne Salonunda yapılmıştır. 10 Ağustos 1969’da yapılan seçimle Başkanlığa Ankara Delegesi Av. Faruk Erem; Yönetim Kurulu Üyeliklerine ise Ankara Delegeleri Av. Atila Sav, ve Av. Erdoğan Bigat, İzmir Delegesi Av. Cengiz İlhan, Eskişehir Delegesi Av. Hikmet Tuncay, Bursa Delegesi Av. Zeki Yücel, İstanbul Delegeleri Av. Tacettin Sırmalı ve Av. Osman Kuntman, Samsun Delegesi Av. İhsan Saraçlar, Konya Delegesi Av. Mehmet Kavaklılar ve Aydın Delegesi Av. Hilmi Becerik seçilmişlerdir.

[iii] Bin Belge. Erbil Tuşalp. Yazılama yay. Ekim 2014. Syf 92.

[iv] Ben Devletim İşkence Yaparım / İşkenceyi Severim. Hüseyin Kıvanç. İlk bası Eylül 1988 İkinci Basım Ekim 1989. BDS yayınları.1992

Sosyal ağlarda paylaşın