(Halk Okulu Gazetesi’nden alınmıştır.)
“Yürekten geliyorsa, konuşmak gereksinmesinden
kaynaklanıyorsa, insan sesini kimse susturamaz. Ağız
bulamazsa eller ve gözlerle, gözeneklerle, ne bulursa
onunla konuşur.”
(Kucaklaşmanın Kitabı Eduardo Galeano)
Galeano’nun bu aleano’nun bu sözünün doğru meali, bu yazının ana fikridir.
Ve bunu, yazının başında söylemek edebi açıdan değil fakat süreç açısından daha iyi olandır:
Konuşmak, direnişle konuşmaktır. Konuşmak, direnişle mümkündür. İktidarın “dezenformasyonla mücadele düzenlemesi” olarak adlandırdığı “Basın düzenlemesi” Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Kanunu Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” isimli yeni sansür ve baskı saldırısı, TBMM’den geçerek yasallaşmış oldu. Gündeme getirildiği andan şu ana kadar da tartışılmış oldu.. Bu yeni sansür ve baskı saldırısı elbette ki kelimenin geniş anlamıyla “yeni” sayılmaz. Yani düne kadar bu ülkede basın ve sosyal medya özgürdü de teklif yasalaşınca artık basın ve ifade özgürlüğü yara aldı diye bir durum da yok şüphesiz. Ve zaten böyle düşünenin de olmadığı olamayacağı bir ülke gerçekliğine sahibiz.
Basın ve ifade özgürlüğü hiç olmadı. Bunun aksini düşünmek sadece bugüne dair bir yanılgı değil, çok ciddi bir yanılgıdır. Ama AKP her konuda olduğu gibi basın ve ifade özgürlüğü gibi konularda da halka karşı, halkın çıkar ve mücadelesine karşı saldırganlığın sürekli hal aldığı, amiyane tabirle “geçmişe rahmet okutan” düzeylere ulaştığı da bir gerçek.
Geçmişe rahmet okumadan ve bugünün gerçekliğini kavrayıp gelecek için yapılması gerekenleri yapmalıyız. AKP, kanun değişikliğinin “getirdikleri” ile mevcut sansür ve daha da pekiştiriyor. Bir diğer ifadeyle fiilen daha da pekiştiriyor. Bir diğer ifadeyle fiilen uygulamada olan konuşanı susturma çabasını bir de bu şekilde arttırıyor. Zorbalığı yeni bir yasallık kılıfıyla daha sarıp sarmalıyor. Halk muhalefetinin bütününü, tüm halkı hedef alıyor ve susturmak istiyor. Susturduğu, pasifize ettiği veya da en iyi ifade ile -konu sansürken direkt bir ifade kullanmak gerekirse- otosansürü kabul eden güçleri sürgit bir suskunluğun içine gömmeye çalışıyor. Bir türlü kontrol altına alamadığı, istediği gibi kullanamadığı sosyal medyaalanındaki bu durumu değiştirmek istiyor.
Yönetemiyor. Yönetememe krizi içerisinde debelendikçe, iktidarını kaybetmemek için her şeyi yapabileceğini, daha önce çok kere kanıtladığı gibi, göstermeye devam ediyor.
Bunlar iktidarın yaptıkları, düşündükleri, istekleri…
Asıl olan bunlara karşı bizim ne yaptığımızdır.
Dün ne yaptık ve ne yapıyoruz bugün? Ne yapacağız?
Susmak dayatıldığında konuşmak dışında, nasıl olursa olsun ama, mutlaka doğru
konuşmak dışında bir seçenek var mıdır?
Bunun dışında bir seçenek varmış gibi yaparak, rak, susmuyoruz diyerek ve fakat çok laf ile hiç konuşmamayı “estetize” ederek, “-mış” gibi yaparak faşizmin saldırılarının püskürtüldüğühiç görülmedi tarihte. Tam tersine böyle yapıldığında faşizmin politikalarına destek olmanın çok ince ve özel bir örneği yaratıldı hep. Zira tarihsel olarak hiç susmayan halka böylesi bir “seçenek” sunmak, hiç kuşkusuz halka değil faşizme hizmet etmektir.
Sansüre karşı mücadeleyi, anti-faşist mücadele çizgisi bütünlüğü içerisinde, bir direniş çizgisinde ele almak ve hayata geçirmek zorundayız. Bir başka ifade ile DİRENMEK ZORUNDAYIZ.
Halkın avukatı Ebru’nun dediği gibi “Susarsamlal olsun bu dilim” diyerek, sustuğumuzda lal olmanın kaçınılmazlığını bilerek, direnişin diliyle konuşmak zorundayız.
Bunun biçimi mi? Bunun düzeyi mi?
Elbette ne biçim de ne sesimizin düzeyinde sınır yok.
Ne de şu ya da bu kalıba sokulabilir direnişin diliyle konuşmak. Akıl vermiyor bu yazı. Akıl vermediğinin bilincinde olan bu yazı, direnişin ve de bir açlık direnişinin diliyle konuşuyor ve de olmanın da bilincindedir. Sınırı yok direnişin ve konuşmanın. Yeter ki sözcükler, yeter ki konuşma dediğimiz o güzel eylem, gerçekten de bireylem olabilsin. Yeter ki direnişin dili olsun.
Direnişin dile gelmiş hali olsun söz.
Bu yazı kısa ve dolayısıyla kanunlaşan değişiklikle ilgili konunun içeriğine çok girmediğinin de farkındadır. Ve fakat bu zaten çokça yapıldı, yapılmaya devam ediliyor.
Sansüre karşı olmanın yolu, sansüre rağmen susmamaktır…
Ekmek, adalet ve özgürlük için “susmamak” için de direnmekten başka bir yol yok. Basit ve sade gerçeklik bu. Sansür, baskı ve yasaklar böylesi kanun teklifleri ile yasallaştırılıyor.
Halkı susturmaya çalışmak, zorbalıktır. Ve buna hizmet eden her yasa da her yasal girişim ve işlem de yasal zorbalık olarak karşımızdadır.
Yasadışı ya da yasal, zorbalığın hiçbir türlüsünü kabul etmiyoruz.
Ve açlığın direniş diliyle konuşan bu yazı, inanarak söylüyor: Susmamak için yasalara değil konuşmaya
ihtiyaç vardır.
Ve konuşmak, direnmektir.
Ve bu yazı sorular sorarak bitmek istiyor:
Sansürü sadece AKP mi uyguluyor?
Sansürden şikâyet eden “muhalif basın” bilinçli suskunluğu kaç kez seçti ve dahası konuşmak isteyenlere, açlığın dili de dahil direnerek konuşanlara kapısını, ekranını, sayfalarını kaç kere kapadı?
Ya da kaç kere açtı?
Ölüm Orucu Direnişçisi Ölüm Orucu Direnişçisi
İleri Kızılaltun İleri Kızılaltun
14 Ekim 2022 (61. Gün)