Barkın Timtik’in Konuşması:
“33 yıldır ayaktayız, devletler vuruyor; biz direniyoruz.”
Tutsak halkın avukatı Barkın TİMTİK 8 Kasım’da savunmasını yaptı. Timtik, faşizmin yargısını yargıladığı konuşmasında şunları belirtti:
BARKIN TİMTİK:
Ben de burada bulunan herkesi sevgiyle selamlıyorum.
Size dün Selçuk Beyin savunmasında anlatılanlardan dosyadaki hukuksuzlar bir kez daha anlatıldı. Yeni şeyler öğrendik. Size düşünme fırsatı verildi ve ne düşündünüz, geceniz nasıl geçti merak ediyorum.
Müvekkillerimizi biz tercih ettik ve seçimlerimizin sonucunu yaşıyoruz. Tercihlerimizin sonuçlarını bilerek nelerle karşılaşacağımızı bilerek yaşadık. O yüzden dramatize edemeyiz. Bize yaşattığınız trajedi değil. Asıl trajedi halkımızın yaşadığıdır.
Yerin 350 metre altına inerek coçuklarını doyurmaya çalışıyor halkımız. Bizim terazimizin onların yaşadığıdır. Bizim başımıza gelenler değil.
Size kendi yoksulluğumdan bahsetmek istemem. Yaşadım, yaşadıklarımın farkındaydım. Her türlü sömürüden olduğu gibi gözyaşının ve duygunun da sömürüsünden nefret ederim. Fakat dün anlatılanlar benim hikayemdir.
Benim Selçuk Kozağaçlı’yı bulmam, Behiç Aşçı’yı bulmam hiç zor olmadı. Ben bir örgüte gidip üye olmadım. Ben onlar gibi yaşamak istediğim için, onlar gibi avukatlık yapmak istediğim için onları buldum ve öyle yaşadım.
Biz, kendimize devrimci diyoruz. 200 yıl önce kazanılmış burjuva demokratik hakların kazanılması için ölümü bile göze aldık. Adil yargılanma hakkı mücadelesi veriyoruz.
Tahliye veya tutuk devam kararı sizin kararınız olmayacak. Beni herhangi bir kararınız daha fazla yıpratamaz. Ödeyebileceğim en ağır bedeli ödettiniz.
Yargıtay’ın bozma kararı benim lehimeydi. Zaman zaman meslektaşlarım tahliye olacağım yönünde akıl yürüttüler. Siz bir çuval buldunuz Belçika-Hollanda belgeleri bunlar dediniz. Sanıyordunuz ki o çuvaldan gerçekten belgeler çıkacak.
Öyle olmadığı anlaşıldı. Bu durumda en azından mütalaanın değişmesi gerekirdi, ama öyle olmadı. Sizin eliniz kolunuz bağlı durumda. Bir şeyleri göze alarak karar vermek zorundasınız. Hukukçu namusu bunu gerektirir.
Sizin vereceğiniz karar delillere göre karar verecekseniz amenna. Özgürlüğümüze kavuşuruz. Böyle davranmayacaksanız tavsiyem dosyadan çekilmenizdir. İnsanın çocuklarına bırakacağı onurlu bir hikaye olmalıdır.
Hak nerede gasp ediliyorsa ve kimden geri alınacaksa oradayız. İşçilere, yaratılan bütün değerlerin sahibinin kendileri olduğunu anlatıyoruz. Emek gücünün karşılığı olarak tespit edilmiş, insanca yaşamaya bile yetmeyen ücretleri gasp eden patronların evlerinin, ++
işyerlerinin önlerine giderek haklarını aramayta devam etmelerini tavsiye ediyoruz. Bunu yapan işçileri yalnız bırakmıyor ve “biz de yanınızda oluruz” diyoruz.
2013 dosyası öncesi Halkın Hukuk Bürosu, onlarca işçinin ücret alacaklarını kazanma mücadelesinin yanında, ++
haksız yere işten çıkarılmalarının karşısında fiilen yerini almıştı.
Haftada bir gün Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği önünde, bir gün patronun evinin önünde, diğer gün lüks lokantasının önünde hak arayan işçilerin hemen yanındaydık.
Ve sonuç alıcı örnekler yaratıldı. Tazminatlar bir bir ödenmeye başlandı. İşçiler yeniden işlerine geri dönebildiler. Kendi üretim kooperatiflerini kuranlar oldu.
İş davaları sonucunda kazanılan tazminatları, türlü hile hurda ile ödememe yolunu bulan patronlar, fabrikaya, işçilerin el koyması ile kaçacak yer bulamıyorlardı.Yasadışı mı? Hangisi?
Emeğinden gayrı satacak bir şeyi olmayanların ücretlerini gasp etmek mi?
Karda kışta, aç açıkta kapı önüne koymak mı?
Bizce gerçek suç, emek gücünün sömürüsüdür.
İnsanın insanı sömürüsüdür. İnsanın kendinden güçsüz gördüklerini ezmesidir. Dünya yüzünde bundan daha alçakça bir suç yoktur.
Biz, bir örnek yaratıyoruz. Egemenler için tehlikeli hakkı yenenler için güzel bir örnek. Biz, güzelin tarafındayız.
Avukatlık yapma biçimimizi hak arayışında sonuç alması, hem müvekkil çevremizi genişletti hem de suçu sistemleştiren ve koruyan odakların hedefine yerleştirdi bizi.
Suçun ortadan kaldırılması mücadelesi, suç işleyenleri rahatsız etti, doğal bu…
Bodrum katında evimize pislik dolardı bu koşullarda yaşardık; zamanında bundan utanırdım ama yoksulluğun utanılacak bir şey olmadığını anlayınca yoksulluğu ortadan kaldırmak istedim. Başka türlü yaşayabilirdim belki; yaşayamadım. Başka Barkınlar aynı şeyleri yaşamasın istedim.
Biz Elazığ’da büyüdük, alevi olduğumuzu söylemezdik. Ne Alevi ne Sünni Allah’ın bir kuluyum. Ne Kürdüm Ne Türküm Allah’ın bir kuluyum. Ne oyum ne buyum; ama ben bir şeyim.
2013’te Suriye meselesini ele alışımız ve avukatlık pratiğimiz emniyeti hızlandırdı. Soma’da biz devlet politikasını teşhir ettik. Rödovans sistemi denen sistemi teşhir ettik. Devlet, kar etmek için işçileri gözden çıkarıyor. Gözden çıkarılmış işçiler, katledilen işçiler.
Soma’da her bir ölü başına 6 gün hapis yatırdılar katillere. Bu bilinir de durulur mu? Sorumluluk üstlendik, bunu kabullenmedik.
OHAL ilan edildi. Anayasa askıya alındı adeta. Hak ve özgürlük yok sayıldı. Grevler yasaklandı, her türlü hak arama teşebbüsü kamu güvenliği gerekçesiyle engellendi. Emperyalistlerin öteden beri arzu ettikleri, kamuda güvencesiz çalıştırma, yüzbinlerce kamu emekçisinin sorgusuz sualsiz bir gecede işlerinden atılmaları, OHAL koşullarında mümkün oldu. İşlerinden atılan kamu emekçilerinin birçoğunun ne herhangi bir cemaatle ne Fetö’yle bir ilgisi vardı.
Sendikalı, hak arama mücadelesi veren memur da, iş güvencesi de istemiyorlardı.
“İşimi Geri İstiyorum” yazan bir A4 kağıdı ile Ankara Yüksel Caddesi’nde sesini duyurmaya çalışan akademisyen Nuriye Gülmen’in avukatlığını da büromuz üstlenmişti.
Nuriye’ye 10 yıl ceza verdiler, bizimle aynı koridorda.
İkimize de örgüt üyesi dediler. İkimiz de devlet karşısında yer aldığımız için devlet bizi istemiyor. her şey çok çıplak, mücadelenin sınıf mücadelesi olduğu ve devletin safı çok belli artık. O yüzden ben de şeffaflıkla size kendimi anlatıyorum. Devlet, kendi örtüsünü kaldırdı.
Nuriye’ye hapis cezası verildi, diğer öğretmene ceza verildi. Nuriye’ye ceza verilmesinin nedeni Berk Ercan denen zibidinin ifadeleri. Dışarı çıktı yine hak mücadelesi vermeye devam etti. Bu sefer aslı bulunmayan rapor alınmayan dijital materyaller ile hüküm kurdular.
Bu dosyaların hepsi tekrar açılacak. Hakkımızı aramak, hak mücadelesi vermek anamızıın ak sütü gibi helaldir. Biz beraat ettiğimizde siz hüküm giymiş olacaksınız. Bütün meslekleri baskı altına almak dönüştürmek istiyorlar.Burdan Şebnem Korur Fincancı’yı da sevgi selamla anıyorum.
TBMM’de soru önergesi verince fezleke hazırlıyorlar; Şebnem Hoca da uzmanlık alanında araştırma yapılmasını istiyorum diyor, hapishaneye giriyor. Bütün meslekler zorbalık tehdidi altına çalışıyor ve dönüşüyor, bu emperyalizmin programıdır.
Aileyi anayasayla koruyacağız, diyorlar. Aileyi böyle mi koruyacaklar? Kadınlar fuhuş yapmak zorunda kalıyor, çocuklar hırsızlık yapmak zorunda kalıyor. Anayasayla oluyorsa bu iş anayasaya uyun.
Aileler yoksulluğa sürüklüyorlar. Anayasaya aile kadın ve erkekten ibarettir deyip mi aileyi koruyacaklar? Önce anayasasına uysun, meşruluğunu korumaya çalışsın.
Ben size bir mütalaayı özetlemek istiyorum; YCGK salt silahlı bir örgüte ilgi duymanın, örgüte katılmak için zemin arayışına girmenin, yolculuk yapmanın örgüt üyeliği suçunu oluşturmadığı anlaşılmaktadır, der.
Devamında Belçika-Hollanda belgeleri dediğiniz evraka ilişkin değerlendirmeler var. Diyor ki, davanın çekirdeğini oluşturan bu belgelerin elde ediliş biçimi, hukuka uygunluğu, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için taleplerimizin reddedildiği….”
Size okuduğum bu savcılık mütalaasında Belçika-Hollanda belgelerinde ekleme-çıkarma yapılıp yapılmadığının araştırılmasını isteyen bir savcı var. Bu talebi reddeden hakim şimdi tutuklu, çok pervasızdı hukuka uymamak konusunda.
İsmet Özdemir isimli tanıkla Ebru Ablam her celse yüzleşmek istedi. Sonradan ortaya çıktı ki İsmet Özdemir zaten MİT’e çalışıyormuş yıllardır.
Emniyet şüphelilere şüpheli sanık hakları formu verir. Zaten orda da yazıyor susma hakkı. Polisin kendi eliyle verdiği belgedir.
Basın açıklamarında şu şekilde tespitler var; avukatlar genelde kitlenin içerisine girmeyip avukatlığa has mevzular ile ilgiienirler. Ancak bu şekilde kitleye güven ve cesaret vermektedirler. Bizim orada bulunuşumuz hazin bir şey.
Bizim orada bulunmamızı isteyen polisler. Kitleden muhatap bulamadıkları için bizimle görüşmek isteyen onlar. Katıldığımızı söyledikleri eylemlerin adli tutanaklarını getirsinler kamera kayıtlarını izleyelim görelim.
Şu an aynı koridorda bulunduğumuz Yasemin Karadağ’ın 2007’den beri avukatlığını üstleniyorum. Tutsaklık sürecinde böbreğini kaybedip böbrek nakli oldu, beyin kanaması geçirdi. Onun özgürlüğünü ve yaşam hakkını ararken, sadece davalarına mı girip çıkacağım?
Bu yaptığınız kanuna aykırı serbest bırakın deyip çekilmemi mi istiyorsunuz? Avukatlar çıkmasın, konuşmasın, basın açıklaması yapmasın; vekiller soru önergesi vermesin.Kimse işini yapmasın istiyorsunuz. Yaşam bizden soru sormamızı istiyor, yaşam farklı işliyor.
Türkiye Barolar Birliği’nin ilk başkanı olan Prof. Dr. Faruk EREM’in Bir Ceza Avukatının Anıları kitabını bütün hukukçular bilir. Bu kitaptan bölümler derneğimizin yayın organı Hukuk ve Toplum dergisinde “huguk kuşu” esprisiyle çizgilerle resmediliyordu.
Faruk EREM anı kitabında, tarihsel bir anımsama yapıyor kendi yaşadığı olayı anlatmadan önce;
Değişmesini sağlamak, haksızlığını göstermek için kanunlara inat fikri küçümsenmemelidir. Sokrat kaçabilirdi. Kaçmamakla beş yüz hakimli “mahkemeyi kabul” etmiş sayılmaz.
Davranışı adalet tarihinde ünlü bir “red” tir. Kaçsaydı Atina’nın düşmanı sayılır, kararın doğru görülmesine sebep olurdu. Sokrat’ı ölüme mahkum eden hakimlerde hiçbiri bugüne kadar yaşayabilmiş değildir. “Sanık Sokrat” hala kendini savunuyor.
Buna karşılık Sokrat’tan 76 yıl sonra Aristo, sürgünü tercih ederken şunları söylemişti; “Atinalılar’In düşünme hakkına karşı ikinci bir cinayet işlenmesine müsaade etmeyeceğim.”
Meslektaşlarım bana kızıyorlar kaçacağım deme diye. Söyleyeyim tahliye ederseniz kaçmayacağım. Çünkü beni tahliye etmeniz hukukun gereği, adaletin gereği; ama kaçtım evet. arkadaşlarımızın başına gelenleri gördükten sonra adaletsizliğe boynumu eğip mi hareket edecektim?
Ben hukuk fakültesine girerken hakim olmak istedim. Hakim olup baklava çalan çocuklara ceza veren hakimlerden olmamak istedim. Daha 1. sınıfta şunu anladım. Bir hakimin o çocuklara ceza vermekten başka olanağı yok.
Sonra avukat olmaya karar verdim. Adalete göre karar vermek ve yaşamak ancak böyle mümkündü.
Büromuzun tarihsel kökleri var, bunlara sahip çıkıyoruz. Halkın Hukuk Bürosu, kendinden önceki bütün devrimci avukatların ve hak ve özgürlük mücadelelerinin kazanımları üzerinde vücut bulmuştur. Aynı zamanda mesleğin ve halkın ihtiyaçlarının bir ürünüdür.
Vedat Türkali’nin Hukuk ve Toplum’da bir röportajı yayınlanmış: “.. Demokrat Parti (DP) iktidarının ilk işlerinden biri ceza yasasının 141-142. maddelerini ağırlaştırmak oldu. Eski yasadaki altı aydan iki yıla kadar olan üyelik cezası, 5-8 yıla çıkarıldı. Sayı aklımda değil, ++
yönetici cezası da ona göre oldu. . İdam da girdi yasaya. Asıl önemlisi de yasadaki 7. fıkraydı. Pişmanlık gösterip sığınanların cezası ¾ ölçeğinde siliniyordu… Kesin anımsadığım, 7. fıkraya sığınmış Ankaralı bir gencin avukatının bilinen “klasik” edalı, cübbesinin yenini havalara kaldırarak hukuk jargonuyla yaptığı savunmaya şaşıp, epeyi de güldüğümüzdür. Acınası gülünçtü çünkü: “karşınızda yüksek adaletinizin tecellisini bekleyen, nasılsa yanılmış, pırıl pırıl şu masum genç…” falan filan.
Oğlan kalkıp ‘hazırlık soruşturmasındaki ifadelerim doğrudur ‘ dedi mi tamamdı, 7.fıkradan yararlanacaktı. Avukat arkadaşımız kazanmasın olur mu?
O günkü avukat yığını içinde komünist suçluları namusluca savunacak gerçekten ilerici kaç kişi vardı derseniz! Mesleğinize onur kazandıracak parlak kalıt bırakıldığını sanmam o günlerden. 50’lerdeki kalabalık kesim, resmi görüşe tellalıkta ticaret yapıyorlardı…”
Pişmanlık yasasından yararlanma şimdilerde başkalarının isimlerini ver, yeter halinde. Ben avukatlık yaptığım için içerdeyim. Adamın elinde silah var, dışarıda. Niye? Pişmanmış o. Ben pişman değilim, pişman olacak bir şey yapmadım.
Bu mesleğe itibar kazandıranlar mücadele edenler, İrfan Emin’ler, Halit Çelenk’ler, Orhan Adli Apaydın. Cübbelerini savurarak yürümek mesleğe onur kazandırmaz. Baronun, büronuzun mührünü söküp atmak onur kazandırır.
Hayatım boyunca aldığım en düzgün karar Halkın Hukuk Bürosu’nda avukatlık yapmaya başlamak. Hayatımda aldığım en doğru karar halkın avukatlığını yapma kararı. Tek başıma olsam başaramazdım, büromuzda başardık.
33 yıldır ayaktayız, devletler vuruyor; biz direniyoruz. Ablam halkın avukatlığı geleneğini korumak için öldü. En ufak bir pişmanlık duymuyorum. Çünkü haklı olan doğru olan şey bu.
(Barkın Timtik savunmasını tamamladı.)