Işıl Özgentürk, Cumhuriyet, 8 Kasım 2020
Bugünlerde “Hitler’in Kariyeri” adlı bir belgesel izledim. Nazi Almanyası’yla ilgili izlediğim pek çok belgeselden oldukça farklıydı. Toplama kamplarından daha çok, Hitler ve Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin Birinci Dünya Savaşı sonrası nasıl yükseldiğini anlatıyordu.
Dünyanın her yerinden elde edilen filmlerden oluşan belgeselde, Avrupa’nın en entelektüel ve komünist rejime en yakın ülkesinde nasıl oluyor da Nazi partisi iktidarı ele geçirip sadece kendi ülkesini değil, tüm dünyayı elli milyon insanın öldüğü bir vahşete sürüklediği sorusuna yanıt aranıyordu. Nazi iktidarın propaganda bakanı Goebbels’in milyonlarca sıradan insanları ustalıkla yönettiği bir alan vardı: Algı yönetimi. Gece meşale ateşiyle stadyumlarda binlerce gencin çizdiği gamalı haçlar ve binlerce kadının bir müzik ilahı gibi Hitler’e dokunmak için çırpındığı sahneler dehşet vericiydi ama aynı zamanda görkemliydi. Neden bu filmi anlatıyorum, bu görkemin, bu gösterilerin arasında gizlenen bir gerçek vardı. Toplama kampları, Yahudi ve muhaliflerin kıyımı, ilerleyen zamanlarda Afrika’da, Sovyetler Birliği’nde, İngiltere yarımadasında ağır bir hezimete uğrayan Nazi ordusunun yok oluşu. Sonlara doğru Hitler başta olmak üzere tüm Nazi iktidarı gerçeklik duygusunu yitirmişti. Ve gerçek her zamanki gibi kazandı.
Gerçeklik duygusundan uzaklaşmak iktidarların başına gelen en büyük belalardan biridir. Çünkü gerçek er ya da geç ortaya çıkar. Şimdi günümüze dönelim, bence iktidarın gerçeklik duygusunu tamamen yitirdiğini gösteren pek çok olay yaşıyoruz. Cumhurbaşkanı, Malatya’da bir esnafın “Eve ekmek götüremiyoruz” feryadına, elinde tek içimlik çay paketi şöyle yanıt verdi: “Bu bana abartı geldi, al bir keyif çayı iç.” Bir hafta önce de iktidarın birinci ortağı Devlet Bahçeli, “Askıda Ekmek” kampanyası başlatmıştı. Şimdi “eve ekmek götürememek” sadece ekmekle ilgili değildir, “eve ekmek götürememek” bir halk deyimidir ve o insanın, yaşamın kıyısında durduğunu ve umutsuzluğunu belirtir. İşte gerçek böyledir, en umulmadık bir anda inatla kendini gösterir. Ülke nüfusunun yüzde 15’i açlık sınırında yaşamaktadır. Büyük büyük laflardan öte, ülkemizin şu anda içinde bulunduğu durum budur. Cumhurbaşkanımızın çevresindeki kadro, ne yazık ki ya böyle bir gerçeği ona anlatmıyor ya da Cumhurbaşkanı ve Saray çevresi gerçeklik olgusunu yitirdi. Yani ülkedeki yurttaşların bir eli yağda bir eli balda sanıyorlar.
Ama ne dedik, gerçek inatçıdır ve neyse ki Goebbels gibi bir propaganda bakanımız yok. Çünkü algı değiştirmek de bilgi ve vizyon ister. Şimdi gelelim şu Fransız mallarını boykot etmeye. Arkadaş, radikal İslam militanları Fransa’da kelle kesiyorlar, sen Fransız mallarını boykot etmeye çağırıyorsun. Kim neyi boykot edecek, kaç kişinin evinde Fransız malı var? Gerçek işte böyle zamanları bekler. Cumhurbaşkanı’nın uçakları, Boeing Fransız malıdır, gerçek der ki “Önce sen bunlardan kurtul!” Bu arada first lady’nin çantalarına göz dikenler olur. First lady, Fransız marka çantalara düşkündür. Millet gözünü dikmiş, Saray’a bakıyor, first lady çantalarını ne zaman yakacak? Hemen gerçeğin inatçılığını bilmeyen bir kadın gazeteci Hande Fırat kendini ateşe atıyor ve first lady’nin çantalarının çakma olduğunu söylüyor. Yapmayın, biraz daha akıllı olun. Bazen sessiz kalmak iyidir. Burada kadın gazeteci adeta bir ihbar yapıyor, çünkü markalar çakma çantalarının peşindedir. Alanın da satanın da cezası var. Ayrıca bu çakma marka çantalar özellikle de Fransız gümrüğünde inceleniyor, markaların gizli ipuçları var. Çanta çakmaysa epey bir para cezası ödüyorsunuz ve çantanıza el konuluyor.
Hiçbir biçimde üstü örtülmeyen bir gerçek de Türk parasının dolar, Avro, sterlin karşısında değer kaybetmesi. İstediğiniz kadar ülkenin geliştiğini söyleyin, gerçek der ki 40 yıl önce kendi aşısını kendi yapan bir ülkede aşı yapma işini bırakırsanız ve paranız sürekli değer kaybederse boşuna grip aşısı, zatürree aşısı beklemeyin. Aşı yapan ülkeler, bizim babamızın uşağı değil. Bedava vermezler. Tabii bu işin hemen karaborsası işbaşında, ben zatürree aşısını karaborsadan aldım. İlaç konusunda bu daha başlangıç, Maliye Bakanı’nın “Burası çok önemli” nutukları aşı yerine geçmiyor. Bence Maliye Bakanı gerçeklik duygusunu ileri derecede yitirdi. Ve doları olanları acayip zengin etti. Ama o zengin olanlar yetmez, ülkenin nüfusu 80 milyon.
Bu yazımı depremden önce yazmıştım, araya deprem girdi ve gerçek tüm çıplaklığıyla bir kez daha ortaya çıktı. Kendi kıymetli mensuplarına havuzlu dinlenme evi yapan Kızılay pul oldu, tarikatlar sustular ve bakanlar cebinde ekmek almak için parası olmayanları azarlayıp duruyor, “Güvenli evlerde oturun!” diye. Nazi Almanyası ve Goebbels bile gerçeği örtememiş, üç kuruşluk akılla siz hiç örtemezsiniz. İşçi tazminatları ve emekli paraları tehlikede, söylemiş olayım.