Kamu Emekçileri Cephesi son süreç ile ilgili bir yazı yayınladı. Genel bir gündem değerlendirmesinin yapıldığı yazıyı yayınlıyoruz:
Covid 19 salgını halkın korkulu rüyası haline getirilmiştir. Bu korku yeni bir yönetme sanatına dönüştürülmüştür. Egemenlerin tekelinde bulunan bilim ,teknoloji ve medya sayesinde istedikleri ve yönetimlerini kolaylaştıracak kadar bilgiyi paylaşmaktadırlar.
Emekçiler uzun zamandır bir cenderenin içinde. Bir taraftan burjuvazinin faşist gücü, diğer yandan burjuvazinin sol eli emekçileri cenderede boğuyor.
Aklı selim, hayata soldan bakan, sınıf ve sınıf ideolojisinden haberdar olan herkes bilir ki sömürünün sürmesi için baskının artması zorunluluktur.
Daha önce “ Allah’ın lütfu olan bir darbe girişimi” ile emekçiler etkisizleştirilmişti. En temel haklar rafa kaldırılmış, hukuk yok sayılmş, en küçük itiraz bile FETÖCÜ, terörist olmak suçlamasıyla, daha düşünce halindeyken öldürülmüş, kitleler hareketsiz bırakılmıştır.
Yine bir muktedirin dediği gibi “Allah verdikçe vermiş” ve görünmez bir düşmanımız daha olmuştur. Covid 19 salgını halkın korkulu rüyası haline getirilmiştir. Bu korku yeni bir yönetme sanatına dönüştürülmüştür. Egemenlerin tekelinde bulunan bilim ,teknoloji ve medya sayesinde istedikleri ve yönetimlerini kolaylaştıracak kadar bilgiyi paylaşmaktadırlar. Sağlığımızı koruması ve salgınla mücadele etmesi gereken bakanlığın açıklamaları halkın sağlığını hiçe saydıklarını göstermektedir. Sağlık Bakanlığı, AKP’nin lebalep kongreleri yapılmıyormuş gibi, covidin hızla bulaşma oranının yükselmesinin sebebi olarak halkı işaret edip parmak sallamıştır. Aşı muamması ile her gün yeni tarihler verilmesinden ileri gidememiştir.
Bu durum kapitalizmin karakteristik özelliğidir elbette. Ondan farklı bir tutum beklemek halkların yaşam kalitesini yükseltmelerini,sosyal ,ekonomik,siyasal özgürlüklerini geliştirmesini beklemek bir yana, halk için sağlık tedbirlerini almasını ummak bile en iyi şekilde ifade edersek, cahilliktir.
İktidarın salgın sürecinde izlediği politikanın iki yönü var. Öncelikli politikası,sermayenin ihtiyaçlarını karşılamak,üretimin tüm koşullarda sürdürülmesini sağlamak. Diğer yandan salgın hakkında şeffaf bir enformasyon yerine, kitleleri beklentiye sokan,salgının yükselmesinin suçlusu olarak “kendini korumayan cahil ve dikkatsiz” halkı işaret eden devlet aklı. Kamu yönetimi kademelerinde görevli olanlara da,kendi alanlarındaki gelişmeler hakkında gerçek bilgi vermelerini engelleyerek, olayın vehametindeki korkunçluğu öteleyen aynı akıl.
Yukarıdaki tespitler içine sıkıştırıldığımız kıskacın devlet yanı. Ya bunun halktan emekçiden yana politika üretmesi gereken Demokratik Kitle Örgütleri, sendikalar tarafı ne yapıyor?
Hatırlayalım…
Salgının can almaya başlaması ile birlikte en büyük tehlikeye maruz kalacak olan; en az avantajlı olan en yoksul, en çaresiz ve savunmasız olan, güvencesiz çalıştırılan işçilerdi. Devletin de ilk gözden çıkardığı bu kesim oldu.Bu gözden çıkarma ,kaderine terk etme politikası kademe kademe alıştıra alıştıra sürdü. İşçi ve memur sendikaları bu kesimlerle dayanışma ve devletin feda politikalarına karşı ciddi bir program koymadı, söylemde bile geride kaldı. Sadece öğretmen sendikalarının fiili olarak derse girmeyen öğretmenlerin ek ders ücretlerinin ödenmesi talebiyle ilgili çıkışları vardı.
İlk zamanlar yüz yüze yada uzaktan bile eğitim yapmayan öğretmenlerin ek ders ücretleri dahil pek bir ekonomik kaybı olmadı ve çalışmak zorunda da bırakılmadı.Hakim sınıf yüzyılların tecrübesi ile “sürünün” tamamını ürkütmüyordu.
Kitle kuyrukçuluğu yapan sendikalar,bir nebze de olsa hem rahattı hem de üyelerini kolluyor gözüküyordu. Oysa emekten yana olan ,varlık sebebi işçi sınıfı ve ideolojisi olan sendika;sermayenin böl parçala yönet prensibini ve tüm kesimlere aynı anda saldırmayacağını,sıranın kendisine geleceğini ,en azından anlatılan papaz hikayesinden bilir. Bu tarihsel bilgi bir yana “Sınıf dayanışmasının” bir gereği olarak saldırı altında olana,gözden çıkarılanla dayanışma esastır. Değilse sizde bir sorun ,düşüncelerinizde bir arıza vardır.
Bu kafadaki sorun,saldırı sırası size geldiğinde kendini gösteriyor. İktidar, sermayenin çıkarlarını korumak için gözden çıkardığı alanın genişlemesiyle, kıskacın her iki tarafı içinde gizlenecek yer kalmıyor.
İktidarın politikasından olumsuz etkilenen ve bir şekilde hizaya geçen sol,işçi ve memur sendikaları,devletin halklara empoze etmeye çalıştığı “salgınla mücadele edilemez,dünya çaresiz,elimizden geleni yapıyoruz” yalanlarına angaje olmuştur.
Önce sanki devleti ve burjuvanın iktidarını tanımıyormuş gibi, “önlemleri alın okulları açın” diyerek iktidarın elini güçlendirmiştir. Tabi ki okullar hiçbir önlem alınmadan açılmıştır. Zaten özel okul patronları tarafından sıkıştırılan iktidar, sözde önlemleri alıyoruz okulları açıyoruz ipine sarılıvermiştir.
İl ve ilçelerde mülki amirler tarafından oluşturulan Vefa Gruplarında öğretmenler iradeleri dışında görevlendirilmiştir.Eğitim Sen Genel merkezinden buna bir itiraz dilekçesi verilmesi istenmiş,ardından “dilekçeyi verin ama amir ısrar ederse görevi yapın” notu üyelere gönderilmiştir.Bu kendini ihbar ettirip sonrada verilen emrin yapılmasını isteyen saçma uygulama umutları daha da tüketmiştir.
Ardından okullarda vakalar patlayıp tabanda homurtu yükselince ,aşı talep eden ve önlemler alınıncaya kadar yüz yüze eğitimin sonlandırılmasını isteyen bir dilekçe sunulmuştur. Tabi bu dilekçe eylemi, Vefa gruplarına karşı yapılan dilekçe fiyaskosu hatırlandığı için üyeler arasında ciddiye alınmamıştır. Sonrasında cılız ve “pandemi koşullarına uygun” basın açıklamaları çağrıları yapılmış,siyah maske takma gibi müthiş radikal bir eyleme imza atılmıştır.
Sendikaların tüm bu kararları ve eylem anlayışları,kamu emekçilerini burjuvazinin sol eliyle kıskaçta tutmasıdır.Sendika aldığı bu kararla iş yerlerinde emekçilerin,daha net, hak alıcı, sonuç alıcı girişimlere kalkışmasını engelleyen, tıpkı iktidarın yaptığı gibi beklentiye sokan, ya da “salgın ortamında daha fazlası yapılamaz” fikrini yerleştirmektedir.
Oysa emekten yana olanlar, var olan iktidarın mevcut düzenin sürdürücüsü olduğunun bilincinde olmalıdır. Kendi sınıfsal çıkarları ve kamu emekçilerin,yoksul halkın ekmek ve yaşam hakkı için uzlaşmaz tavrını ortaya koymak zorundadır.Herkesin aşı, ekmek ve yaşam hakkı için üretimi durdurma ve grev hakkını kullanma çağrısı yapmalıdır.
Bu gün gördüğümüz, egemenlerin etkisiz hale getirip hizaya soktuğu ve ideolojilerinden kopardığı sendika yöneticilerinin hakim olduğu, sendikaların üyeleri iş yerlerinde çaresizliği yaşıyor. Bir yanda iktidarın acımasız gözden çıkarma politikası, diğer yandan sendikaların devlet hegemonyasından etkilenen teslimiyetçi sendikal faaliyetleri arasında sıkışmış emekçiler.
Hangi sendikanın üyesi olduğumuz,hangi sendikal anlayıştan olduğumuzun önemi, ait olduğumuz sendikanın, anlayışın bizim çıkarlarımızı savunmasına bağlıdır. Değilse,söz konusu bizim ekmeğimiz bizim hayatımız.Hiç kimse bizim için bir şey yapmıyorsa iş yerlerimizde bizler kendi geleceğimizi kuşkusuz savunacağız.Sendikalar artık hak arama mücadelesinde bir engeldir. İş yeri meclisleri ile yaratacağımız örgütlenme ve politikalarla bu kıskacı aşabiliriz.
Kamu Emekçileri Cephesi