İçlerinde ölüm orucu direnişcilerinin yakınları da olan TAYAD’lı Aileler’in direnişe basın yayın organlarında yer verilmesi için gittikleri basın kurumlarından biri, Cumhuriyet idi.
Nasıl olduğunu, nasıl karşılandıklarını ve sonucu, TAYAD’lıların anlatımından aktarıyoruz:
“CUMHURİYET GAZETESİ‘ne defalarca gittik.
Çoğunda muhataplarıyla görüşemedik. Menajerleri
anlattıklarımızı not aldı, dosyalarımızı aldı, ileteceğini
söyledi.
Sondan bir önceki gidişimizde ise ısrarımız sonucu bize bir sonraki görüşmede yetkili biriyle görüşeceğimizin sözünü verdiler.
Son gitmemizde TAYAD’dan geldiğimizi, yazı işleri müdürü ya da yönetimden yetkili biriyle görüşmek istediğimizi söyledik. “Toplantıdalar” dedi menajer.
“Ne zaman bitecek toplantıları, biz o saatte randevu verilir-
se tekrardan geliriz” dedik.
Siz “bana iletin” dedi gene.
Ona anlattık bilsin diye, çünkü bu sefer başka menajeri
vardı. Israr edince “Tamam bir dakika bekleyin.” deyip
gitti.
MUHATAP YOK!
Tarkan adında biri geldi. Haberleri toparlayıp habercilere gönderiyormuş, onları yönlendiriyormuş. Orada geçici olduğunu söyledi. Defalarca oraya geldiğimizi, bir konuda görüşmek istediğimizi, haberini yapılmasını istediğimiz şeyin yapılmadığını, bu yüzden direk muhatabıyla görüşeceğimizi, önceki gelmemizde bize bunun sözünü verdiklerini söyledik.
Tarkan isimli kişi, toplantıda olduklarını, ileteceğini,
istersek daha sonra onlarla da görüşeceğimizi söyledi.
Gökhan ve Sibel’in bildirisini verdik. Neden ölüm orucunda olduklarını, taleplerinin neler olduğunu anlattık. Haberlerimizi, defalarca gitmemize rağmen neden yapmadıklarını sorduk.
“Biz sizden gelen, hapishanelerden gelen bütün mektupları haber olarak hazırlıyoruz ama yazı işleri müdürünün onayından geçmiyor. Öyle olunca da bizim elimizden bir şey gelmiyor.” dedi.
TAYAD’LILARDAN TARİH VE DEMOKRATLIK DERSİ!
Cumhuriyet’te görüştükleri görevlinin biz haber yapıyoruz, yazıişleri yayınlamıyor demesi üzerine, TAYAD’lılar, uzun uzun konuşarak bu tavrın anlamını anlatıyorlar Cumhuriyet’e.
Bu kısa tarih ve demokratlık dersinde şöyle diyor TAYAD’lılar:
“Burası kendini demokrat, sol basın olarak görüyor.
Bu yüzden haberimizi yapmak zorundasınız. demokratlığı bırakalım, bir basının, gazetecinin görevi gerçekleri tarafsız bir şekilde, çarpıtmadan anlatmaktır.
Yapılan haberi engellemek ne demek?
Devlet zaten katletmek istiyor. Sansür uyguluyor.
Sizin bu yaptığınızın devletin yaptığından ne farkı var?
Haber yapmayarak, görmezden gelerek suç işliyorsunuz. Bu katliam girişimine ortak oluyorsunuz. Bu adı taşımak, buna layık olmak ancak iki insanın sesi olup, sahiplenmenizle olur.
Nereye kadar görmezden geleceksiniz?
İlle ölüm sınırına gelmesini mi bekliyorsunuz?
Arkadaşlarımız öldükten sonra vicdan azabı çekmenize
gerek yok. Üzüntüler onları geri getirmez. Önemli olan,
geç olmadan, bugün onlar için bir şey yapabilmektir.
Ölüm orucunu onaylamayabilirsiniz ancak en başta adil yargılanma, hasta tutsaklar, itirafçılık, uyuşturucu, halkın üzerindeki baskılar-açlık…
Tüm halkı ilgilendiren sorunlar. Sibel ve Gökhan
kendileri için, halk için bedenlerini ortaya koydular.
Onlar da yaşamayı istiyor ancak bütün hukuk yolları
tıkandı. Tüm bunları görmezden gelemezsiniz.”
HAKLISINIZ AMA..
TAYAD’lıların bu konuşması karşısında kimsenin diyecek bir şeyi olamaz elbette. Cumhuriyet görevlisi de diyemiyor.
“Haklısınız ama biz bir şey yapamıyoruz, müdahale
edemiyoruz” demekle yetiniyor Tarkan isimli yetkili.
“Haberlerin yapılmasını engelleyen, ambargo koyan
Yazı İşleri Müdürü ile görüşmek istiyoruz. Neden yapmadıklarını onların ağzından duymak istiyoruz.” diyor TAYAD’lılar.
“Tabii ki görüşmek en doğal hakkınız, içeri danışmaya gidip bunu talep edebilirsiniz” dedi.
Danışmadaki sekretere gittik, şu an toplantıda
olduklarını, telefon üzerinden randevu alabileceğimizi
söyledi.
Yani yine oyalama… yine başlarından savma..
(EK NOT:
TAYAD’lılar, bu oyalama karşısında Cumhuriyet önünde Cumhuriyet yönetimini protesto etmek için bir gösteri yapmak istediler. Yaptılar da. Ama bu demokratik haklarını kullanan TAYAD’lılar, yine Cumhuriyet yönetiminin onayıyla, Cumhuriyet güvenlikcileri ve polis tarafından işkenceyle gözaltına alındılar. Bu da Cumhuriyet’in demokratlığı(!) üzerine, tarihe düşülen bir başka not oldu.)