4 Mayıs 1937’de Bakanlar Kurulu tarafından alınan karar doğrultusunda Dersim’in “ıslahı” adım adım uygulandı. Islah, Dersim’i kan deryasında boğmak oldu.
Bu kararla birlikte başlatılan askeri harekâtta resmi verilere göre 16 bin, gerçekte ise 80 bin Dersimli katledildi. Dersim ve çevre havalede yaşayan yüzbinlerce insan zorunlu göçe tabi tutuldu, batı Anadolu ve iç Anadolu illerine sürgün edildi.
Köyler yakılıp yıkıldı. Mağaralara saklanan insanlar yakılarak veya mağaralara duvarlar örülüp diri diri katledildi. Mağaralardaki insanları dışarı çıkarmak için zehirli gaz bombalarını atıldı.
Katliam Gerçekleşiyor:
Katliamın doruğa çıktığı günlerde, Munzur nehri, günlerce kan aktı.
Çünkü yukarıda da belirtildiği gibi, bir çok katliam nehir kenarında gerçekleştirildi.
Yukarıdaki yalanların üstüne oturtulan resmi tez şöyle diyordu: “Dersim bir çıban başıydı ve o çıbanın koparılması gerekiyor.”
Katliam böyle gerekçelendirildi ve böyle gerçekleştirildi.
Bu harekat, Osmanlı dönemindeki 11 askeri harekattan daha kapsamlı ve kanlı idi. Bu büyük saldırıda savaş uçakları kullanıldı, yeni Cumhuriyet ordusunun sahip olduğu tüm silahlar kullanıldı, ve kimyasal silahlar bile kullanıldı.
Hayder Dede adlı asker anlatıyor:
“Bir alay komutanımız geldi, Konya’dan. Dedi ki; ‘Arkadaşlar, vatandaşlar dünyada dört hain vardır’ dedi. ‘Biliyor musunuz?’ Biz nereden bilelim dört haini. ‘bak’ dedi. ‘Biri fani (veya vali), biri kurt, biri domuz, biri de Kürt’ dedi. Bu dördünü de aynı anda söyledi.”
“Adamları vurduk, vurdular. Şimdi şöyle kol kola taktılar, beş yüz, altı yüz kişiyi ağır makineli tüfeklerle öldürdüler. Harçik ırmağına koydular, ırmak kıpkırmızı aktı.”
“Bomba atıp içeri girdiler. Yetmiş üç kişiyi içerden çıkardılar, yedisi erkekmiş. Gerisi kadın ve çocuk.”
Eskeri Akyol adlı asker anlatıyor: (Dersim operasyonunda 2. Tabur 9. Bölük’te askerlik yaptı.) “Dersim’e Diyarbakır’dan 7 gün 7 gece yürüyerek gittik. Gittikten sonra bizi Ali Boğazı’na verdiler. Gittiğimizde askerler evleri yakıyordu. Ulaştıkları tüm evleri yakıyorlardı…
Katliamdan kurtulabilenler mağaralara saklandılar, kimisi ise Munzur nehrini aşarak kaçtı.”
Seyit Rıza’nın İdamı; İsyan ve Katliamın Sonu
Seyit Rıza, Dersim İsyanı’nın önderi olarak kabul ediliyordu. Dersim’de katliam ve direniş devam ederken “barış görüşmeleri yapmak üzere” devlet tarafından Erzincan’a çağrıldı.
Seyit Rıza bu çağrıyı kabul edip görüşmeye giderken, 5 Eylül 1937’de yolda yanındakilerle birlikte tutuklandı. Sözde bir yargılama süreci yapılarak idama mahkum edildi.
Elazığ’da kurulan İstiklal Mahkemesi’nde 58 kişi yargılandı. 7’si idama, kalanlar ise müebbet hapse mahkum edildiler.
Seyit Rıza’nın yaşı 75’di. Yasalara göre o yaşta biri idam edilemezdi. Seyit Rıza’nın yaşı mahkeme tarafından küçültüldü.
İdam kararı verilenler arasında Seyit Rıza’nın oğlu da vardı. Oğlu 17 yaşındaydı. Yasalara göre 17 yaşından küçük olanlar, idam edilemezdi. Mahkeme, oğlunun yaşını büyüterek bu sorunu da çözdü(!)
Bütün bunlardan sonra, 15 Kasım 1937’de Seyit Rıza ile birlikte 7 kişi, Seyd Rıza, Wusênê Seydi, Aliye Mirzê Sili, Hesen Ağa, Findik Ağa, Resik Uşen ve Hesenê Ivraimê, Elazığ Buğday Meydanı’nda idam edildiler.
Devlet adına Ankara’dan Seyit Rıza’nın göstermelik mahkemesini ve idamını organize etmek üzere gönderilen İhsan Sabri Çağlayangil o anı şöyle anlatır:
“Seyit Rıza’yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza, meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti. “Evlâdı Kerbelayıh. Bi hatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir” dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu, infazını gerçekleştirdi.”
İdam edilenlerin cesetleri ailelerine teslim edilmedi ve bilinmeyen bir yere gömüldüler. Seyit Rıza ve onunla birlikte idam edilenlerin mezarları bugün halen bilinmemektedir.
Dünden Bugüne Devam Eden Katliam
Seyit Rıza ve beraberindekilerin idam edilmesinden sonra da 1938 yılı boyunca Dersim’e yönelik askeri harekat devam ettirildi. Ayaklanmaya katılmayan aşiretler dahil, tüm Dersim halkına yönelik, katliam, baskılar, sürgünler devam ettirildi.
Devlet yöneticilerinin adlandırmasıyla “Dersim çıbanı” Dersim halkından 80 bin kişiyi katledip, çevre bölgelerdeki Kürt aşiretleri de dahil olmak üzere toplu sürgünlerle “kurutuldu”.
Oysa;
ne Dersim bir çıbandı.
Ne de çıbanı kurutmanın yolu katliamdı.
Tam tersine, bu katliamla, Dersim halkının beyninde ve yüreğinde büyük bir yara açıldı.
Bu yaranın sonucudur ki, Dersim halkı, baskıya zulme karşı hep isyarn eden, mücadele eden bir halk oldu.
Dersim katliamı o gün bitti mi?
Hayır.
Katliam, asimilasyon, o günden sonra da sürdü.
Ayaklanan, dağlara çıkan Dersim halkı, aynı baskı ve zulmü gördü.
Dersim halkı, ne zaman hakları, özgürlükleri için ayağa kalksa, ne zaman dili, inançları, bağımsızlığı için, adalet için silaha sarılsa, hep aynı baskıları gördü.
Bu zulüm, 1970’lerden itibaren tekrar en üst boyutlarda yaşanmaya başlandı.
Dersim’in ormanları yeniden yakıldı. Mağaraları yeniden bombalandı.
Kimyasal silahlar kullanıldı yeniden. Dersim’in dağı tepesi, savaş uçakları tarafından tekrar tekrar bombalandı.
Böyle olduğu içindir ki, bu yara artık bu sömürü ve zulüm düzeni içinde kapatılamaz.
Hiçbir özür, 1938’de dökülen kanı affettiremez.
Hiçbir düzen partisi ve düzen hükümeti, Dersim’e “huzur ve sükun”u getiremez.
Bu, ancak halkın kendisinin iktidar olduğu bir ülkede gerçekleşebilir.