”Gelecekte,tarihi pişmanlıklardan dolayı tıpkı Kufeliler gibi sırtını zincirleyecek bir nesil yetiştirmek istemiyorsak, bugün yaşanan haksızlıklar karşısında taraf olmak zorundayız”
Fuat ATEŞ – welgmedya
Önemle belirtmeliyim ki;vicdan noktasında sözlerimin muhatabı, Kufelilerin sessizliği ile Pir Sultan Abdal’a gül atanların izansızlığı arasında bocalayanlar değil. Sözüm Aleviliğin, dalalet çamuruna batmışlara bırakılmayacak kadar değerli bir inanç olduğunu kavrayan yolun taliplerinedir. Yaşananlardan payına düşen kıssadan hisseyi ve ecdadına yakışan tavrı almak ise tamamen kişinin kendi vicdanına kalmıştır. Gözü kör olana ne yapsın Hızır?
Helin Bölek, Mustafa Koçak ve son olarak İbrahim Gökçek… Özellikle İbrahim’in cenazesinde ve sonrasında yaşatılan zulmü anlatacak kelimeleri bulmak ve sıralamak oldukça zor. Gayet insani ve anlaşılır taleplerini görmezden gelerek bu insanları ölüme iten egemen zihniyet, bir ibadethanenin kapılarını kırarak, cemevinden cenazesini kaçıracak kadar da gözünü karartmış durumda. (Bu noktada Gazi Cemevi yönetimine gösterdikleri dirayetli duruştan dolayı kendi adıma teşekkür etmek istiyorum.) İbrahim Gökçek’in Kayseri’de defnedilmesinin ardından bile “Mezarından çıkarıp yakacağız!” tehditlerini de hesaba katarsak, yaşanan süreç Muaviye dönemine denk düşen bir düzlemde seyrediyor.
“Zalimin harcı zulüm” tanımlamasıyla gelinen durumu en azından muktedirler açısından tahlil edebiliyoruz. Lakin son yaşananlardan sonra sözde(!) Alevileri düşünen bazı çevrelerin, “Bir ibadethanenin kapısını kırarak girmek nasıl bir aymazlıktır? ‘Ölüden, şeytan bile elini çeker’ diyenlerin cenazeyi kaçırması nasıl bir zulümdür?” sorularını sormak yerine“Bu cenazeleri cemevlerinden kaldırmak ne kadar doğru? Cemevleri hedef haline getirilmek mi isteniyor?”şeklindeki soruları bilinçli bir şekilde servis ettiklerine şahit oluyoruz. Bilinçli diyorum çünkü bu soruların altında yatan asıl maksat; devletin hâkim dilini Alevi toplumuna da empoze etmektir. Bu kesimler; devletin terörist dediğine terörist diyecek, illegal dediğine sırtını dönecek, vicdanı ve ruhu elinden alınmış bir Aleviliği tesis etmek için var güçleriyle çalışıyorlar.
Peki, devlet için şehit olan Alevi askere bile saygı duymayan ve şayet Hakka Yürüme Erkânı cemevinde yapılıyorsak atılmayan, yok sayan bu devlet anlayışını nereye koyacağız? Alevi toplumu olarak bu realiteyi görmezden gelip bahanelerin arkasına sığınacaksak, yüzyıllardır gururla dile getirdiğimiz “Hüda hakkı için mazlumdan yanayız” şiarını yine ve yeniden yüksek sesle söyleyecek yüzümüz olacak mı?
Bu meselede can sıkan bir diğer konuda, Aleviliği zulmün itikadına, zalimin biatine açanların “En makbul Alevi biziz” söylemini kuşanmalarıdır. Bu noktada önemle belirtmeliyim ki; vicdan konusunda sözlerimin muhatabı, Kufelilerin sessizliği ile Pir Sultan Abdal’a gül atanların izansızlığı arasında bocalayanlar değil. Sözüm Aleviliğin, dalalet çamuruna batmışlara bırakılmayacak kadar değerli bir inanç olduğunu kavrayan yolun taliplerinedir. Bu yaşananlardan payına düşen kıssadan hisseyi ve ecdadına yakışan tavrı almak ise tamamen kişinin kendi vicdanına kalmıştır. Gözü kör olana ne yapsın Hızır?
Mutlak adalet konusunda belirleyici olan devlet(ler)in koyduğu yasalar ve tanımlamalar değildir, kolektif bilincin ortaya çıkardığı kolektif (toplumsal) vicdandır. Diğer bir ifadeyle Maşeri Vicdan’dır. Helin Bölek, Mustafa Koçak, İbrahim Gökçek ve daha niceleri taleplerinde haklıydılar ve zulme uğradılar. Sistematik katliam ve soykırımlar gölgesinde muazzep bir toplum olan Alevilerin tavrı nettir: Zulüm kimden geliyorsa gelsin karşı durulmalıdır!
Bugün yaşanan adaletsizliklerin kaynağı elbette ki mevcut sistemdir, lakin mücadeleyi bir avuç insanın sırtına yükleyen sessiz kalabalıkların da adaletsizlikte pay sahibi olduğunu da unutmamak gerekir. Gelecekte,tarihi pişmanlıklardan dolayı tıpkı Kufeliler gibi sırtını zincirleyecek bir nesil yetiştirmek istemiyorsak, bugün yaşanan haksızlıklar karşısında taraf olmak zorundayız. Ve maalesef her geçen gün geç kalıyoruz. Benden söylemesi…