Öncelikle yönetmeliğin tam adını yayımlıyoruz: “Terörle Mücadelede Görev Alan Personelin, Bu Görevlerinin İfasından Doğduğu İddia Edilen Suçlardan Dolayı Yapılan Soruşturma ve Kovuşturmalarda Müdafi Olarak Belirlediği Avukat veya Avukatların Ücretlerinin Ödenme Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik”. Yapilan değişikliğe göre artık işkence yapan terörle mücadelede görev yapan personel üç avukat seçme hakkı olacak ve bu avukatların ücretleri devlet tarafından karşılanacak.
Bu yönetmelik değişikliğine dair Çağdaş Hukukçular Derneği “Güvende Değiliz” başlığıyla bir açıklama yayımladı. Açıklamada “Devlet, işkencecisini korumak konusundaki kararlılığını açıkça ortaya koydu ve bunu yasalarla da resmileştirdi.” dedi.
ÇHD’nın yaptığı açıklamayı paylaşıyoruz:
İŞKENCEYİ YÖNETMELİKLE SAHİPLENMEK: GÜVENDE DEĞİLİZ
26 Ocak 2008 tarih ve 26766 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan “Terörle Mücadelede Görev Alan Personelin, Bu Görevlerinin İfasından Doğduğu İddia Edilen Suçlardan Dolayı Yapılan Soruşturma ve Kovuşturmalarda Müdafi Olarak Belirlediği Avukat Veya Avukatların Ücretlerinin Ödenme Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik”; 13 Ekim 2020 tarih ve 31273 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan bir başka yönetmelikle değiştirildi. Kanunen bu işlem “değişiklik” olarak tanımlansa da siyasi iktidarın baskı mekanizmalarına uygun olarak kapsamı genişletildi.
Bugün AKP tarafından kapsamının genişletilmesine gerek duyulmuş olan bu yönetmelik; 2008 yılından beri, “terörle mücadele” kapsamında devlet memurlarının halka ve vatandaşlara karşı işlemiş oldukları suçlar nedeniyle yapılan yargılamalarda bu memurların kendi seçecekleri en fazla 3 avukatın avukatlık ücretlerinin, yine halktan alınan vergilerle ödenmesini düzenliyordu. Dolayısıyla değişikliklerin yayınlandığı gün kamuoyunda haklı şekilde gündem olan ve eleştirilen bu yönetmelik, ilk kanının aksine yeni bir yönetmelik olmayıp aslında yıllardır uygulanmakta.
Yönetmeliğin ilk hali, “terörle mücadelede görev yapan” personellerin görevlerinin ifası sırasında işlediği iddia edilen suçlardan ötürü yürütülen soruşturma ve kovuşturmalarda, personelin kendi seçtiği avukat veya avukatların ücretlerinin devlet tarafından karşılanmasını hedefliyordu. Buna göre, soruşturma ve kovuşturma aşamasında ayrı ayrı olmak üzere, personel, üç avukata kadar müdafi seçebiliyor, bu avukatların ücretleri ise avukatlık ücret tarifesine bağlı olmaksızın -sınır belirtilmiş olsa da avukatlık asgari ücret tarifesinden yüksektir- komisyonlara müracaatı sonucunda karşılanacaktı. Son olarak ”personelin” kim olduğu ve bu “hizmetten” yararlanacaklar ise; görevinden ayrılmış olsa dahi “terörle mücadelede görev almış” istihbarat ve kolluk görevlilerini ve bu amaçla görevlendirilmiş diğer personeli kapsıyordu.
Bugün “terör” kavramı AKP ve sermaye sahiplerinin ihtiyaçlarınca belirlenmekte ve toplumsal muhalefetin yasal ve demokratik haklarını kullandığı her eylem, sadece muhalif olmasından ötürü “terör” eylemi olarak damgalanıyor. En ufak hak arayışının devlet tarafından en şiddetli biçimde karşılandığı böylesi bir ortamda terör kavramı; muğlaklığı ve muğlaklığının yol açtığı sınır tanımaz genişlik sebebiyle meşruiyetten yoksunken ”terörle mücadele eden görevli” tanımının kapsamı ise yine AKP ve sermayedarların ihtiyaçlarına yönelik olarak genişledikçe genişliyor. Halkın düşünce ve ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü gibi temel haklarını kullanarak yürüttüğü hak mücadelesinin Terörle Mücadele Kanunu kapsamında sınırlandırıldığı, kürsülerden hedef gösterildiği; medya kanallarında terörize edildiği, yıllarca mahkemelerde yargılandığı bir süreçte, kolluğun işkence pratiklerine karşı getirilen bu güvencenin de kapsamı çok geniş, temel hakları sınırlandırılan kitlenin “muhalif” olduğu gerçeği göz önünde tutulduğunda, gözdağı niteliğinde olduğu da açıktır.
Biz, Çağdaş Hukukçular Derneği olarak, aslen “devlet gücüyle cinayet işleyen, işkence yapan, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamelede bulunan, gasp eden” kolluğa sahip çıkan, onu cesaretlendiren bu yönetmeliğe karşı daha önce de kampanya yürütmüştük. Görüyoruz ki dün bu yönetmeliğe ihtiyaç duyan siyasi iktidar, bugün karşımıza kapsamını genişletme ihtiyacıyla tekrar çıkıyor.
İşkence suçu, 2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun kabulüyle birlikte işkence yasağını konu alan uluslar arası düzenlemelerden dahi daha kullanışlı, işkence pratiklerini tarifleyen şekliyle mevzuatımıza dahil olmuştur. Herhangi bir mevzuatta yer almasa dahi uluslar arası teamül (jus cogens kuralı niteliğinde) olduğu kabul gören, mutlak buyruk olan ve tüm insanlığa karşı olduğu kabul edilen “işkence yasağı”nın bu geniş tarifi devlet gücünü ve zor aygıtını pervasızca kullanan kolluğa ve devlet zihniyetine karşı tarihsel bir kazanım olsa da; devlet aygıtını ve bu devlet aygıtını doğuran toplumsal koşulları dönüştürmüş değildir. Söz konusu yönetmelik de, işkenceleri –tüm yasal dayanakları bulunmasına karşın- cezasızlıkla ödüllendirilen kolluğun işkence pratikleri sırasında tereddüt etmemesi, kendini daha güvende hissetmesi amaçlarıyla 2008 yılında çıkarılmıştır.
13 Ekim tarihli değişiklikle birlikte de, yönetmeliğin güttüğü amaç yinelenmiş, “terörle mücadelede” görev alan personel tanımı genişletilmiş; mülki amirler dahil, tüm devlet ajanları ilgili yönetmeliğe dahil edilmiş; yönetmeliğin önceki halinde terörle mücadele eden devlet görevlisinin işlediği iddia edilen suçlarda seçeceği müdafiilerin ücretinin devlet tarafından karşılanması düzenlenmişken şimdi bu kişilerin müşteki, davalı veya davacı olduğu durumlar açısından da kendisini vekil sıfatıyla temsil edecek olan avukatın avukatlık ücretlerinin de devletçe ödenmesi düzenlenmiştir.
Şöyle ki, yönetmeliğin ilk hali suç işledikleri iddiasıyla aleyhlerinde yürütülecek soruşturma ve kovuşturmalarda avukat desteği sağlarken; yapılan değişiklikle birlikte, “mağdur, şikayetçi, katılan, davalı veya davacı” sıfatlarının varlığı halinde de avukatlık ücreti desteğinin sağlanacağını düzenlemiştir. Oldukça genişleyen kapsamdan çıkan sonuç şu şekildedir:
- İşkence yapan, görevi sırasında suç işleyen personel şüpheli veya sanık sıfatıyla,
- İşkence yapan, görevi sırasında suç işleyen ve bunu meşrulaştırmak için işkence mağduru aleyhine gerçeğe aykırı olarak “görevli memura mukavemetten” bahisle tutanak tutan personel mağdur, şikayetçi veya davacı sıfatıyla,
- İşkence yapan, görevi sırasında suç işleyen personel hakkında ve çoğunlukla verilen zararın tazmin edilmesi için açılacak olan hukuk davalarında davalı sıfatıyla yönetmeliğin kapsamına giren personel bu yardımdan faydalanabilecektir.
Bugün herhangi bir vatandaş bir suçun mağduru veya şüphelisi durumunda olduğu zaman, hakkındaki soruşturma veya kovuşturmanın yürütüldüğü yerdeki barodan avukat talep edebiliyor ve bu şekilde ilgili baronun görevlendirdiği bir avukattan ücretsiz olarak avukatlık hizmeti alabiliyor. Aynı şekilde davacı ya da davalı konumda bulunduğu bir dava olan ve maddi durumunun bir avukattan hizmet almayı karşılayamayacağını belgelendirebilen her vatandaş yine ilgili barodan devam eden hukuk davasıyla ilgili ücretsiz avukatlık hizmeti alabiliyor. Bu imkan mevcut olmasına rağmen devlet gücünü arkasına alarak suç işleyen devlet personelini diğer tüm vatandaşlardan ayrıcalıklı hale getiren nedir? Yoksulluk, işsizlik, açlık ile her gün mücadele etmek zorunda olan halkın ulaşamadığı ”seçtiği avukatla temsil edilme ve savunulma hakkı” ne sebeple aynı halkın ödediği vergiler yoluyla halka karşı suç işleyen devlet memurlarına sağlanıyor?
”Terörle Mücadelede Görev Alan Personelin, Bu Görevlerinin İfasından Doğduğu İddia Edilen Suçlardan Dolayı Yapılan Soruşturma ve Kovuşturmalarda Müdafi Olarak Belirlediği Avukat Veya Avukatların Ücretlerinin Ödenme Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik”, siyasi iktidarın her koşulda işkencecinin yanında olduğu ve devlet adına işlenen suçu sahiplendiğini açıkça ortaya koyuyorken işkence örneklerinin her gün katlanarak arttığı; işkence haberlerinin sıradan ve olağan hale gelmiş olduğu; işkencesiz bir soruşturma ve kovuşturma sürecinin istisna haline geldiği bu süreçte oldukça açık bir mesaj veriyor: Devletin, işkencecisini korumak konusundaki kararlılığını halihazırda kürsülerde, mecliste, yandaş medya kanallarında açıkça ortaya koyduğu ve bunu yasalarla da resmileştirdiği bir süreçte sokaktaki herhangi bir vatandaşın kendini güvende hissetmesi mümkün değildir.
Biz, Çağdaş Hukukçular Derneği olarak, işkenceyi meşrulaştırmaya ve işkenceciyi devlet imkanlarıyla korumaya yönelik atılan her adımın karşısında, insanca bir yaşam için mücadelenin yanındayız. Hakları için mücadele eden işçilerin, öğrencilerin, kadınların, LGBTİ+ bireylerin, yoksulların ve ezilen halkların yanında; işkencecilerin karşısında olmaya devam edeceğiz!
ÇHD İŞKENCEYLE MÜCADELE KOMİSYONU