
Bu yazıyı okuyanlar arasında, ben tutuklanmam, diyen var mıdır?
Sanmıyorum.
Çünkü piyangoda bile önce bilet almanız, iradenizle çekilişe katılmanız gerekir, oysa bu durumda piyango her an herkese çıkabilir, öyle bir eşitlik içerisindeyiz.
Siyaset hem içeride hem dışarıda karmaşık ve güvensizken, siyasetin en güçlü araçlarından olan hukukun, elde kalan müesses nizamı koruma refleksiyle hareket edeceği ve belki toplumu dizayn etme gücünü en sert şekilde kullanacağı/kullandığı şüphe götürmez.
“Ağzını açanın kendini içeride bulduğu bir zamanda, hiç kimsenin bu kuyulara girmeyeceğinin garantisi yok.” (Hapishane mektuplarından)
Ezcümle, hepimiz bir gün kendimizi dört duvar arasında bulabiliriz.
Peki, ne oluyor o duvarların arasında?
Şu sıralar, “kuyu tipi” tabir edilen hapishanelere karşı açlık grevleri…
Nedir bu kuyu tipi? Maruz kalanların mektuplarından:

“İnsan doğadan, güneşten, havadan, yaşamdan koparılabilir mi? İnsan sosyal bir varlıktır. İnsan, insan olmadan yaşayabilir mi? Suni olarak yaşasa da yaşayan ölü haline gelmez mi?”
“Hücreler 6 adıma 7 adım. İçine eşyalar da girince dar bir koridor dışında hareket edecek alan kalmıyor. Pencerelerine demir parmaklık dışında sık tel örgüler takılmış, bunlar içeri temiz hava ve güneş ışığı girmesini engelliyor. Günün 22,5 saati hücrede kapalısınız, insan yüzü yasak.”
“Bir nevi akvaryum… Havalandırma yok. Günün 1,5 saati kör bir hücreye atılıyorsun, tuvalet dahil hiçbir ihtiyacını karşılayamazsın, kitap, defter, yiyecek… Hiçbir şey götüremezsin. Havalandırmanın hapishanedeki yeri sanki sadece volta atmakmış gibi…”
Son satırlar, 310 gündür açlık grevinde olan Serkan Onur Yılmaz’a ait.

Antalya Yüksek Güvenlikli Hapishanedeki arkadaşlarının kuyu tipi olmayan bir hapishaneye sevki için açlık grevinde.
Yani, tek bir kararla, bir imzayla bir günde çözülebilecek temel bir talebi var…
Peki, nereden çıktı bu “kuyu tipi”? Daha doğrusu, neden ve nasıl birdenbire hayatımıza girdi.
Deniz Sözüak, sosyal medyada paylaştı: “Cezaevlerindeki devrimci mahpuslara yönelik her radikal düzenleme adeta bir kavşak noktası; tarihsel moment…
2000 yılında gerçekleşen 19 Aralık Operasyonu ile Yeni Türkiye arasındaki ilişki hakkıyla anlatılmadı.Toplum bunu solun kendi iç mevzusu saydı. Değildi…”
Şimdi de bir kavşak noktasındayız.
Hayata Dönüş Operasyonu davasının müdahil avukatlarından Güçlü Sevimli, operasyonla ilgili yazısında, “Operasyonlar her ne kadar hapishanelerdeki siyasi tutuklulara yapılmış ise de aslında dışarıya yönelikti.
Bir bütün olarak ülkedeki sisteme muhalif olanlara yapıldı” diyordu.
Siyaset başı sıkışıp da “zor”a başvurduğunda ilk balyoz hapishanelere iner. Gerisini biliyorsunuz…
Avukat Naim Eminoğlu, Umut-Sen’e yaptığı açıklamada, “Ekrem İmamoğlu’nun avukatı Mehmet Pehlivan yeni açılan Çorlu kuyu tipi hapishanede.
Murat Ongun da orada. İBB dosyasından pek çok insan oraya götürülüyor.
Leman dergisinden tutuklananlar da orada.
Şu an herhangi bir suçtan tutuklanabilirsiniz, suçun niteliği önemli değil.
Halkı kin ve düşmanlığa tahrik, 2911’e muhalefet…
İstanbul’da tutuklandığınızda Çorlu kuyu tipi hapishaneye götürülebilirsiniz.
Bu mesele sadece devrimcilerin meselesi değil. Mesele sadece açlık grevi yapanların değil, hepimizin meselesi.”
Memleketin her kilometre taşında, her dönüşümünde yeniden tesis edilen hapishaneler, bize gelecekte tüm topluma uygulanacak politikanın nüvesi hakkında ipuçları verir.
Bugün de öyle oluyor. Dolayısıyla “kuyu tipi” hepimizin meselesi.
AYÇA SÖYLEMEZ/BİRGÜN GAZETESİ