İtalyan Il Dubbio gazetesinin halkın hukuk burosu avukatlarindan Didem Baydar Ünsal ile yaptığı röportaj
238 günlük açlık grevinin ardından hayatını kaybeden Ebru Timtik’in hücre arkadaşı, Aytaç Ünsal’ın eşi Didem Baydar Ünsal ile özel röportaj
Simona Musco – 18 Kasım 2024
“Tutuklamalar, işkence ve gözaltılarla karşı karşıya kaldık. Ancak bu zorluklara rağmen görevimize devam ediyoruz. Avukatların insan hakları ve özgürlük mücadelesi zayıflamadı. Aksine, inşa ettiğimiz değerler ve yaptığımız fedakarlıklar sayesinde bugün her zamankinden daha güçlü olduğuna inanıyoruz. Yeni meslektaşlarımız bu adalet mücadelesini ileriye taşıyor ve bu bize umut veriyor”.
Didem Baydar Ünsal’ın gülümsemesi insanı rahatlatıyor. Sadece avukat ve Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) üyesi olduğu için terör suçlamasıyla tutuklanmasına ve 238 günlük açlık grevinin ardından hayatını kaybeden Ebru Timtik ile aynı hücreyi paylaşan, eşi Aytaç Ünsal’ın uzun süreli tutukluluğuna katlanmasına rağmen umudunu kaybetmiyor. Hala ülkesi Türkiye’de demokrasi ve insan haklarının hâkim olabileceğine inanıyor ve tüm uluslararası toplumu yardıma çağırıyor.
“Öncelikle çok teşekkür ederim. Soruları yanıtlamaya geçmeden önce size eşim sevgili Aytaç’ın özel selamlarını ve sevgilerini getirdim. Bunu iletmek isterim” diyor Didem Il Dubbio’ya.
Türkiye’deki avukatların mücadelesi hakkında konuşmak isteyerek başlamak istiyorum: şu anda durum nasıl ve geçmiş yıllarda nasıldı?
Biliyorsunuz biz hem Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) hem de Halkın Hukuk Bürosu avukatları olarak ülkemizde adalet mücadelesinin her daim bir şekilde öncüsü olmaya aday avukatlardık ve çeşitli gözaltı, işkence ve tutuklama deneyimleri yaşadık ve bunları yaşadığımız halde bu sorumluluğu yerine getirmeye devam ettik. Biz avukatların hak ve özgürlük mücadelesinin sekteye uğradığını düşünmüyoruz, aksine yarattığımız değerlerle ve ödediğimiz bedellerle bu sürecin devam ettiğini ve yeni meslektaşlarımızın adalet mücadelesini devam ettirdiğini düşünüyoruz, bu yüzdende umutluyuz.
Örneğin geçtiğimiz günlerde ÇHD’nin 50. yıl etkinlikleri başladı. Bundan dolayı çeşitli etkinlikler konferanslar yapılıyor. Bir tanesi de burada İzmir’de yapıldı. Kriz temalı. Ülkemizde ve dünyadaki krizlere değinildi.
Bir süre hapishanede kaldınız. Bu deneyim nasıldı? Türkiye’deki hapishaneler nasıl?
Farklı bir deneyimdi. Ben tutuklandığımda 2,5 yıllık yeni bir avukattım. Tutsaklık demek yalnızca kapatılmak değil. Çok fazla yoksunluk ve özlem demek. Hepsini anlatmak için belki filmler çekmek ve kitaplar yazmak gerekir. Avukat olarak müvekkillerimin yanında bir tutsaklık yasadım. Onları yakinen tanıdım. Oradaki sorunların yakıcılığını bizzat kendim de deneyimlemiş oldum. Dolaysı ile onların avukatlığını içeriden yapmayı deneyimlemiş oldum. Onlar için olduğu kadar benim içinde farklı bir deneyimdi. Farklı hapishanelerde kaldım, koğuş tipi, hücre tipi, yüksek güvenlikli hapishanelerde kaldım. Üç farklı hapishanelerde bulundum. Sürgün sevk edildiğim için. Haksızlıklara karşı durmaya devam ettiğim için aslında sürgün edildim diğer meslektaşlarım ile. Buralarda da hukuki ve demokratik mücadeleye devam ettim müvekkillerim ile. Örneğin sohbet hakkı, kitap ve yayın hakkı, sağlık hakkı veya koşullu salıverilme hakkı gibi pek çok hak ile ilgili uygulamalarda siyasi tutsaklara ayrımcılık yapıldığını çok rahat söyleyebilirim. Biz bu tür ayrımcılıklara karşı mücadele ettik. Tabii ki adli tutuklu ve hükümlüler de haksızlığa uğruyor. Ya bunun farkında değiller ya da haklarını bilmiyorlar. Haklarını bilmedikleri için baskı görüyorlar. Biz siyasi tutuklular olarak onların da haklarını savunmaya çalıştık. Sonuçta onlar bugüne kadar savunduğumuz emekçi halkın daha geniş bir kesimiydi. Türkiye’de hapishane söz konusu olduğunda, türü ne olursa olsun, tecrit yoğunlaştırılmış bir tecrittir. Mimari, fiziki koşullar ve uygulamalar insanı insan olmaktan çıkarmak için özel olarak tasarlanmıştır, bunu bizzat yerinde gördüm. Disiplin cezaları bu amaçla yapılıyor. Ziyaret cezaları veriliyor. İnsanların aileleriyle görüşmelerine izin verilmiyor. Şu anda mesela Aytaç’ın ziyaret cezası var. Ya da avukat bile olmayan cezaevi müdürleri ve idari birimler bizi mahkeme gibi yargılayıp gerçek dışı beyan ve raporlar hazırlayarak koşullu salıverilme hakkımızı engelliyorlar. Örneğin ben hükmümün infazının tamamını yattım çünkü koşullu salıverilmek için iyi halli olmadığım, topluma karışmaya hazır olmadığım, işlediğimi iddia ettikleri suçtan dolayı pişmanlık göstermediğim gerekçesiyle ile, resmi kayıtlara böyle geçti. Bu tür hak gaspları yaşadım.
Aytaç şimdi nasıl? Dış dünyaya ne gibi mesajlar veriyor?
Aytaç aslında her zaman moralli. Ve direngen. Bunu biliyoruz zaten. Ölüm Orucundan sonra hepimizin bildiği gibi bazı sağlık sorunları devam etti ve tedavisine hapishanede devam etmek zorunda kaldı ve bu tecrit koşullarında olabildiğince zor. Hastane sevkleri bir sorun. Zaman zaman belli sevk birimleri hastaneye götürüyor ve doktorlar kelepçeli muayene yapıyor ya da jandarmanın yani dış güvenlik personelinin müdahalesiyle doktor etkileniyor ve tutsak kelepçeli muayeneye zorlanıyor. Bu gibi durumlarda Aytaç tedavi olamadan hastaneden geri dönüyor. Ya da sevk tarihleri güvenlik gerekçesiyle iptal ediliyor. En son sanırım 2 ay kadar önce yüksek rütbeli bir jandarma personeli ortaya çıkıyor ve Aytaç’ı tehdit ediyor. Aytaç’ı hastaneye götürürken, ortada hiçbir sorun yokken, kişisel husumet besleyerek taciz edici sözler sarf etti ve Aytaç’ı itip kakarak, “Senin yerin hastane değil, mezarlar, seni de oraya koyacağız, zamanı gelecek” gibi şeyler söyledi. Hukuki süreç başlattık ve suç duyurusunda bulunduk. Hatta İtalyan Barosu’ndan meslektaşlarımız geldiğinde Aytaç onlara da anlattı. Onlar da bu konuda bazı başvurular yapmayı teklif ettiler. Süreç devam ediyor. Aytaç bu tür deneyimler yaşıyor. Aytaç şu anda Edirne F tipi cezaevinde. F tipi cezaevlerinde tekli ve üçlü hücreler var. Aytaç üç kişilik bir hücrede kalıyor. İki müvekkiliyle birlikte kalıyor ve hastaneye götürülürken, diğer iki müvekkilinin hastane sevki aynı gün ve saatte olmasına rağmen, onu diğer iki müvekkilinden, 24 saattir birlikte kaldığı, aynı odayı paylaştığı insanlardan ayrı olarak hastaneye götürmeye çalışıyorlar. Onu sivil bir araçla götürmeye çalışıyorlar. Müvekkillerini de askeri araçla götürmeye çalışıyorlar. Muhtemelen Aytaç’ın kendilerine moral verdiğini düşündükleri için. Onları ayırmaya çalışıyorlar. Ve Aytaç sürekli sistematik bir psikolojik işkence altında. Özellikle adil yargılanma hakkı için yaptığı Ölüm Orucunun ardından gözaltına alınmasından sonra çok özel bir muamele görüyor. Benzer şekilde, Aytaç’ı mahkemeye götürdüklerinde onu yalnız götürmeye çalışıyorlar. Aytaç bunu kabul etmeyince, müvekkilleri buna karşı çıkınca bir dizi disiplin yaptırımına ve soruşturmaya maruz kalıyor. Bundan dolayı iletişim cezaları, ziyaret cezaları, yıllara varan cezalar olmak üzere çok çeşitli cezalara maruz kalıyor. Bunları belli aralıklarla uyguluyorlar. Bu cezaevinde toplu bir zehirlenme vakası oldu, kişisel değil ama sıcak bir Ağustos ayıydı. Yemekler bir şekilde bozulmuş ve bazı insanlar etkilenmiş. Aytaç’ın Ölüm Orucundan sonra gücü ve vücudu daha hassas. Bu nedenle zehirlenmesi ciddi oldu. Baygınlık geçirdi. Arkadaşları hastaneye götürülmesi için idareye başvurdu. İdare, Aytaç’ın bilinci kapalı olmasına ve bayılmasına rağmen hastaneye götürmedi. Sadece cezaevlerinde mahpusların zehirlendiği kayıtlara geçmesin diye ambulansta basit bir müdahale yapıyorlar. Bunu bile yarım yamalak yapıyorlar ve tedavisinin nasıl olduğunu bilmiyoruz. O günden beri, zehirlendiği Ağustos ayından beri kilo almadı, yine çok zayıfladı ve bana iyi olduğunu söylese de şu anda çok sağlıklı görünmüyor. Tüm bunlara rağmen Aytaç’ın moral gücü ve direnci yüksek çünkü haklı olduğuna inanıyor. Verdiği mücadelenin haklılığına inanıyor. İçeride ve dışarıda bunların sürdüğünü çok iyi biliyor. Bizlerden de biliyor. Gündemi de takip ediyor. Halkımızın dayanışma ve yardımlaşma, ihtiyaç anında yanında olma ve ne olursa olsun doğruyu savunma gibi değerlerine sıkı sıkıya sarılmak gerektiğini düşünüyor. Yani dışarıya çağrısı genel olarak şudur, “adalet mücadelesinden kopmamızı istiyorlar çünkü bizim mücadelemiz haklı ve bu haklı mücadeleden asıl onlar korkuyorlar. Korkmanın bize hiçbir faydası yok ama çok zararı var. Mücadeleye ve mücadele edenlere sıkı sıkı sarılın. Çünkü krizleri arttıkça daha fazla saldırıyorlar.” Seninle konuşacağımı söylediğimde sana verdiği mesaj buydu Simona.
Türkiye’de avukatlar ve insan hakları savunucuları için mevcut yasal ve siyasi durum nedir?
Öncelikle meslek örgütümüz olan baroların mücadelesinden söz edebiliriz. Fakat yetersiz çünkü belli bir statüyü koruma çabası var ve cüret olmuyor buralarda. Tabii ki muhalefetin güçlü olduğu halkın öfkesinin sokaklara taştığı zamanlarda bu cüret dönemsel olarak artıyor ama kesintisiz sürmüyor. Fakat yasal statüsü bulunan dernekleri var avukatların, Çağdaş Hukukçular Derneği, Özgürlükçü Hukukçular Derneği bunlardan bazıları. Uluslararası örgütler ile de temasları ve iş birlikleri var. ELDH, Lawyers for Lawyers gibi. Ancak ülkemizde savunma mesleği uzunca bir suredir tehdit altında. Bu da bir gerçek. Daha gecen hafta ÖHD’li bir meslektaşımız mahkemede savunma yaptıktan sonra duruşma salonunun hemen önünden alınarak tutuklandı. Tabii ki de onunla da dayanışma gösterdi meslektaşlarımız. Bu nedenle derneklerimiz aslında büyük oranda tutuklu meslektaşlarımızın kampanyaları ile meşgul oluyor ne yazık ki. Yani birbirimizin avukatlığını yapmak en temel görevimiz haline geldi ama genç meslektaşlarımız sayesinde çeşitli komisyonlar aracılığı ile çalışmaya devam ediyoruz. İşkenceyi önleme komisyonları, hapishaneler komisyonları, maden ve çevre komisyonları. Biliyorsunuz ülkemizde maden katliamları sıklıkla vuku bulmaya başladı. İşçi hakları komisyonları çalışıyor, aktif çalışmalarına devam ediyor. Bunlar kıymetli işler. Paneller, sempozyumlar yapılıyor, basına demeçler veriliyor. Bir şekilde halkın aydınlanması sağlanmaya çalışılıyor. Birçok avukat tutuklu bugün ülkemizde ve büyük çoğunluğu da tehdit altında ama mücadele her zaman devam ediyor. Bu da umut verici elbette bizim için.
Türkiye’de avukatlar ve insan hakları savunucuları için mevcut yasal ve siyasi durum nedir?
Ülkemizde ve aslında yönetememe krizi olan her ülkede olduğu ve var olacağı gibi suni gündemler yaratılıyor. Gündemler sürekli değiştirilerek insanların kafası meşgul ediliyor. Sayısız adaletsizlik var. Siyasi tutsakların yaşadığı hak ihlalleri neredeyse duyulmaz hale geliyor bu kadar yoğunluktan kaynaklı. Yönetememe krizi içerisinde olan iktidarlar onların unutulması için elinden geleni ardına koymuyor. Çünkü onlar toplumun hafızası ve vicdanı. Hepimiz biliyoruz ki en aydınlık kesim şu an içeride olan siyasi tutsaklar. Öngörüsü, politik tavrı net olanların seslerini kısmaya çalışıyorlar içeride. Bunun farkında olmak lazım diye düşünüyorum. Çok fazla hak ihlali, sansür ve engel ile karşılaşıyorlar ve yine de halka bilinç taşımaya çalışıyorlar. Gündemi takip etmeye, gerisinde kalmamaya çalışıyorlar. Ne kadar haklı, umutlu ve dirençlide olsalar nihayetinde onlarda insan. Makine değiller hepsinin duyguları var. Özlemleri var. Hayalini kurdukları özgür dünyaya kavuşmayı arzuluyorlar. Onları yalnız bırakmamak, onlarla her türlü iletişim kanalını açık tutmak gerekiyor. Devam eden davalarını yakinen takibini ve basın yolu ile yaşadıklarının duyulmasını ve bilinmesini sağlanması ve pek çok farklı şekilde destek olunabileceğini düşünüyorum ben. Somut olarak da sizden Aytaç’ın mesai arkadaşları olan Avukat Seda Şaraldı ve Avukat Betül Vangölü Kozağaçlı’nın önümüzdeki günlerdeki duruşmalarını duyurmanızı isteyebilirim.
Türkiye’deki ilerici avukatlar ve insan hakları hareketi için geleceği nasıl görüyorsunuz?
Ülkemizde avukatlar sürekli adaletsizliğe maruz kalanlar. Veya her türden adaletsizliğin en yakın tanıkları olarak da olsa oldukça duyarlı. Ama elbette bu yine yeterli değil. Ülkemizin en büyük sorunu yargı. Adaletsizlik ve yargıdaki kriz en güçlü şekilde bir teşhir ile geriletile bilinir. Sessizce bekleyerek bu adaletsizliğin son bulmayacağını düşünüyorum. Ödenen bedeller ağırlaştıkça, tutuklama tehditleri arttıkça ve dışarıda kalan avukatlarında sayıları azalıp çember daraldıkça sesimiz kısılabiliyor. Fakat bize unutturulmaya çalışılan gerçek, orada öyle duruyor. O gerçekte şu ki, biz birlikte olursak güçlü oluruz. Daha gür çıkar sesimiz. O zamanda domino taşları gibi yıkamazlar bizi.
Sistemin zalimliğine rağmen ülkenizde adalet ve insan hakları alanında gerçek bir değişim için ne gibi umutlar var?
Hiçbir zorluk aşılamaz değil, hiçbir bedel ödenmez değil. Ve bedel ödenmeden de beklenen günlere erişilemeyeceği ve özlemlerin gerçekleşmeyeceği bir gerçek. O nedenle bize uygulanan zulmün öfkesi ile daha büyük bir güç ile mücadele etmeye çalışıyoruz aslında hepimiz. Bir şekilde adaletsizliği bir nebze olsun önleyebilmek, önüne set çekebilmek, onu yavaşlatabilmek önemli bizim için. Adaletsiz bir sistemin teşhiri, tıpkı kapitalizm gibi, adaletsizliğinde kendi mezar kazıcısı olduğunu unutmamak bizim için önemli. Çünkü adalet mücadelesi var oldukça adalet özlemi yenecektir, adaletsizlikler öyle ya da böyle son bulacaktır. Yozlaşmanın ve çürümenin en yoğun olduğu dönemlerde bir şeyler yeni baştan yaratılacaktır. Dolayısıyla mücadele er ya da geç sonuç verir. Buna olan inancımız, umudumuz, bugüne kadar bu uğurda ödediğimiz bedeller, halkımızın adaletsizliğe uğradığı her olay, biriktirdiğimiz değerler mücadele etmek için bizim için yeterli bir nedendir. Mutlaka bir şeyler değişecektir. Evet küçük adımlar ile, evet yavaş yavaş ama mutlaka birgün, çünkü mücadele varsa her zaman umutta vardır. Teşekkür ediyorum tekrar duyarlılığın için.
Tanıştığıma çok memnun oldum. Umarım buralara ziyarete gelebildiğinde görüşebiliriz. Zira benim yurtdışına çıkış yasağım var hala. Birkaç yıl daha avukatlık yapamayacağım. Ancak meslektaşlarıma destek ve dayanışma için duruşmalarında bulunabileceğim.