İki özgür tutsağın ölüm orucu sürüyor.
Bugün (27 Mayıs) itibarıyla Sibel Balaç 160., Gökhan Yıldırım 154. Gününde.
TAYAD’lılar, direnişi duyurmak, faşizmin sansür duvarlarını aşmak için, bir gün Adalet Bakanlığı, bir gün Çağlayan Adliyesi, bir başka gün Yüksel Caddesindeler.
Gözaltılar, tutuklamalar pahasına, direnişi duyurmak için her yolu deniyorlar.
Bunun için sol basın yayın organlarının kapısını da çalıyorlar.
Dünkü yazımızda Cumhuriyet gazetesinin direnişe sansürünü, TAYAD’lıların anlatımıyla aktardık.
Bugün de TELE-1’in sansürünü anlatacağız.
İRFAN DEĞİRMENCİ İLE GÖRÜŞME; “ÇOK YOĞUNLAR!”:
Tele-1 haber yapımcısı İrfan DEĞİRMENCİ ile görüşmek istedik ve haber için geliş saatini yine kapı önünde bekledik. Beklerken İrfan Değirmenci kapının önünden geçip hızlı hızlı başka yere yöneldi.
Peşinden koşturduk.
– “İrfan bey merhaba, bir bakabilir misiniz, TAYAD’dan geliyoruz, sizinle bir konu hakkında görüşmek istiyorduk, müsait misiniz?” diye sorduk.
– “Çok acelem var, haber öncesi işlerimi halletmeye çalışıyorum. Hızlı söylerseniz sevinirim.” dedi.
– “TAYAD’dan geliyoruz. Gökhan Yıldırım ve Sibel Balaç’ı duymuşsunuzdur. Şu anda tutsaklar ve ölüm
orucundalar. Defalarca haberimizi yapmanız için geliyoruz ancak bir türlü yapılmıyor. en son Hakan Çelenk haberimizi yapmak zorunda olmadığını söyledi.
Helin ve İboların zamanında çokça haberimizi yaptınız, duyarlı davrandınız. Bu güvenle sizinle görüşmek istedik.” dedik.
– “Evet biliyorum, hapishaneden mektuplarınız geliyor” dedi.
– “Ama haber yapmıyorsunuz” deyince;
şirin, demokrat görünen haliyle “yaparızzzzz….” dedi sırıtarak, pişkin bir şekilde.
“Şu an aceleniz var, ayaküstü çok sağlıklı olmuyor, yüz yüze görüşmek istiyoruz. Bir randevu verebilir misiniz?” dedik.
“Çok yoğunum, size ne zaman randevu vereceğimi bilemiyorum şu an, mail
atsanız, öyle haberleşsek olur mu?” dedi.
O anda bir an önce uzaklaşma çabasındaydı. “Mail atın” dedi. “Olur” deyip mail
adresini istedik. Bir yandan yürüyüp uzaklaşırken mail
adresini sormamız üzerine, söyleye söyleye uzaklaştı yanımızdan.
Öyle vermiş olmak için verdi mail adresini. Israr etmesek onu bile yapmayacaktı.
HASAN SARIKAYA İLE GÖRÜŞME VE “OYALAMALAR”
TELE 1’de ilk olarak Hasan Sarıkaya ile görüştük.
Merdan Yanardağ ile görüşmek istemiştik ancak, yerinde yoktu.
Hasan Sarıkaya’ya Gökhan Yıldırım ve Sibel Balaç’ı anlattığımızda, “Biz de sizlerdeniz. 500.000 takipçimiz
var, her gün düzenli olarak siz dosya gönderirseniz sayfamızda paylaşırız. Hiç merak etmeyin. Biz sizin
sesiniziz. Derdimiz ortak.” dedi.
2-3 kere Whatsapp üzerinden dosyaları gönderdik, haber yapılmadı.
Yanına gidip neden “Haber yapacağız deyip de yapmadığını” sorduğumuzda, “Çok yoğunlar, ulaşamadım
kendilerine ama söyleyeceğim.” dedi. Her geçen gün ömürlerinden gittiğini, erteleme durumlarının söz
konusu olamayacağını, bir an önce acil bir şekilde gündeme almaları gerektiğini söyledik.
Gündemlerinin çok yoğun olduğunu, az kişi olduklarını söyledi. Gündemlerini iki insanın hayatı doldur-
mayacaksa neyle dolduracaklarını sorduk.
Sonraki gitmemizde yine “Biz dosyaları ilettik, haber yapacaklarını söylediler” dedi.
Sonraki görüşmede Merdan Yanardağ’dan randevu alıp gitmiştik. Ancak Ankara’da programı çıktığı için
yerinde yoktu. Bize söylemeyi unutmuş Hasan Sarıkaya.
Görüşememiş olduk.
Bir gitmemizde yine Merdan Yanardağ için randevu vermişti. O gün Sedef Kabaş tahliye olmuştu. Merdan
Yanardağ’ın hızlıca çıkması gerekiyormuş, yerine görüşmemiz için Murat Taylan’ı
bıraktı.
Murat Taylan konuşmalarımızı alelacele, bir an önce konu kapansın da işime
bakayım tarzında dinliyordu.
Hem haberimizi yapmasını istedik, hem de onlarla Erkan Yıldırım’ın röportaj yapmasını istedik. Direnişi ona da anlattık. Sibel ve Gökhan’ın haklı taleplerini, ülkede yaşanan adaletsizlikleri, aslında
Sibel ve Gökhan’ın kendileri için değil halkın çıkarları için ölüm orucunda olduklarını
anlattık.
Seslerini duyurmaya çalışacaklarını, ancak onlardan örgüt propagandası, ölümü öven tarzda cümleler kuramayacaklarını, bu nedenle röportaj yapamayacaklarını, ama ses kaydı alıp onu kendi dillerinde haberleştirebileceklerini söylediler.
Çünkü dillerimizin farklı olduğunu söylediler.
Dedi ki Murat Taylan; “Siz konuştuğunuzda Tutsaklar diyorsunuz. Biz ancak sizi dinleriz, kendi dilimize döndürerek yaparız haberlerimizi. Biliyorsunuz en çok hedef halinde olan kanallardan biriyiz. Sürekli kapatılma tehlikesiyle karşı karşıyayız. Siz de bizi korumak, düşünmek zorundasınız.
Biz halkın haberini yapıyoruz. Öyle her şeyi yaparsak, kapatılırsak anlatacaklarımızı anlatamaz, kimse-
nin sesini duyuramayız. Ayrıca ölüm orucunu doğru bulmuyoruz. Yine de direnişlerine saygı duyarız, karar
vermişler sonuçta” dedi.
Bu şekilde kendilerini korumacı yaklaştıkça, kendilerine sınırlar çizdikçe asıl o zaman kendilerini koruyama-
yacaklarını, bu baskıya karşı seslerini çıkarmaları gerektiğini, halkın haber alma hakkını ellerinden alamayacak-
larını, ölüm orucunu onaylamasalar da adil yargılanma, hasta tutsaklar, halkın üzerindeki baskılar… bu madde-
lerin halkın tüm kesimini ilgilendirdiğini söyledik.
“Sizi sabah haberlerinde izliyoruz. Haberimizi orda yapmanızı istiyoruz. Orda Gökhan ve Sibel’in sesini duyurduğunuzu görmek istiyoruz.” deyince “Gündem çok yoğun, her gün vereme-
yiz. Arada 18 dakika programında veriyoruz.” dedi.
“Arada vermek değil her gün haber yapmanız gerekiyor. Arada olunca sesleri duyurulmuyor. Her geçen
gün eriyorlar. Onların sesi ancak birçok insana ulaşırsa talepleri kabul olur ve onları
yaşatırız.” dedik.
“Kusura bakmayın, acelem var, her gün yapmak için söz veremem.” deyip kaçar adım uzaklaştı yanımızdan.
DİLLERİMİZ!
TAYAD’lılar, TELE-1 muhabirinin “dillerimiz farklı” sözünü yorumluyorlar ve kısa yorumlarının içinde, dil ve düşünce arasındaki o tarihsel bağı çok çarpıcı biçimde özetliyorlar:
Bizim dilimiz ne? Onlarınki ne?
Dilimiz dediğimiz ideolojimizdir. Onlar düzenin sınırlarıyla konuşma dillerini
belirliyorlar, bizim dilimiz ise meşruluk temeli üzerine kurulu. Direnmenin, halkın
dilinden konuşmayınca…
korkunun dili konuşuyor.
NİHAYET GÖRÜŞME
Aylar sonrasında, ölüm orucunun yaklaşık 110’lu günlerinde, nihayet Merdan Yanardağ ile görüşebildik. Görüştüğümüzde ölüm orucunun Sibel Balaç 118., Gökhan Yıldırım 112. günündeydi.
Merdan Yanardağ görüşmemizde ona sürekli hapishaneden mektuplar geldiğini, paylaştığını, kendisinin de sosyalist olduğunu, orasının bizim kanalımız olduğunu, onların zaten haber yaptığını, asıl olarak yapmayanlara gitmemiz gerektiğini söyleyerek akıl verdi.
Biz de sadece oraya değil basının hepsine gittiğimizi, hepsinin haberi yapması, gündeme taşıması gerektiğini,
ayrıca haberlerimizi yaptığını görmediğimizi söyledik.
18 Dakika programında ara ara yaptığını söyledi.
Sosyalist olmak emperyalizme kafa tutmaktır, ona büyük bir kin duymaktır. Hukuksuzca verdiği cezaların
hesabını direnişçilerimizin sesi olarak sormaktır.
Onların yapamazsınız dediğini yapmamak değil yapılması gerekeni yapmaktır. Yani haberci olarak gerçeği
halka ulaştırmaktır. Onuru için, adalet için direnenlerin, tüm dünya halklarının sesi olmaktır.
İlla ölüm sınırına gelindiğinde mi haber yapacaklar… Merdan Yanardağ her ne kadar haber yaptığını söylese de yapmamıştır.
Bizi oyalamak istemiştir. Sosyalist görünmeye çalışan, onun adıyla kendilerine yer edinmeye, itibar
kazanmaya çalışan yılgın ve korkaktırlar onlar.
120’li günlere gelindiğinde haberimizi yapmaya başlamıştır. 128 gün boyunca sadece 4-5 kere yapıldı. 128
güne… 4-5 haber… İşte kendine solcuyum-sosyalistim diyenlerin tablosu…
BASINA ÇAĞRI:
Her sansüre uğramamız, basının bizi katletmek isteyenlerin suçlarına ortak olmalarıdır. Şunu çok iyi biliyo-
ruz, er ya da geç zaferi kazanacağız. Ama ölümler çoğalmadan kazanmamız, basının sansür duvarlarını kırıp parçalamalarına bağlıdır.
Basına sürekli şunu diyoruz,
“GEÇ OLMADAN SES OLUN, ÖLÜMLERİ DURDURUN.”