Şu anda tutsak olan Av. Aycan Çiçek’in yazısıdır.
Pek çok dosyada tutuklama nedenleri içerisinde kaçma şüphesini görürüz. Peki kaçma şüphesi tutuklama gerekçesi olabilir mi? Hukuken dayanağı nedir?
Kanunda kaçma şüphesi tutuklama nedenleri arasında sayılıyor. Ancak yasal olan her zaman hukuki değildir. Ayrıca uygulamada hemen her dosyada kaçma şüphesi var sayılarak tutuklama gerekçesine yazılır. Oysa kaçma şüphesinin somut olması gerekir. Ancak buna hiç bakılmaz. Hem şüphe nedir? Neden kaçacağı düşünülmüştür? Hem kaçmak hak olamaz mı? Kaçacak diye şüphelenip bir kişi özgürlüğünden ve buna bağlı haklarından mahrum bırakılabilir mi?
Tutuklama bir tedbirdir ve tedbirlerin en ağırı olması nedeniyle en son başvurulması gereken tedbir olarak geçmiştir literatüre. Kaçacaksın diye bir insanın tüm hakları elinden alınamaz. Tutuklama insanın özgürlüğünü kısıtladığı için doğası gereği pek çok başka hakkın da kısıtlanmasına neden olmaktadır. Telafisi imkânsız sonuçlar doğurmaktadır. Doğrudan bir yaptırıma dönüşmekte, cezalandırma aracı olarak kullanılmaktadır.
Buradaki şüphe kavramını da tartışmak gerekir. Nasıl bir şüphedir tutuklamayı gerektiren? Örneğin kendisi gelen adresi belli olan yıllarca aynı yerde yaşayıp, çalışan insanlar için kaçma şüphesinden söz edilebilir mi? Tabi ki hayır. Oysa uygulamada tüm bunlar varken soyut bir iddia olarak kaçma şüphesi gerekçe yapılabiliyor. Ayrıca “şüpheden sanık yararlanır” diye evrensel bir hukuk ilkesi varken kaçacak diye bir insanı tutuklamak ne kadar hukukidir?
İçinde bulunduğumuz durumda, yargının hali ortadadır. AYM ve AİHM’e yapılan başvurularda adil yargılanma hakkının ihlali birinci sıradadır. Pek çoğu için de hak ihlali kararı verilmektedir. Uygulamada şüpheli ya da değil herkes kaçma şüphesiyle tutuklanıyor. Kendisi gelip başvuran insanlar bile tutuklanabiliyorken kaçmak kişi için hak olamaz mı? Olabilir. Kaldı ki; yasal zemini de mevcuttur. Bunlara bir bakalım.
Yasada susma hakkı düzenlenmiştir. CMK m. 147/8 kişinin isnat edilen suç hakkında açıklama yapmama hakkı mevcuttur der. Buradaki mantık kişinin kendi hakkında beyanda bulunmaktan kaçınabilmesidir. Kişi kendisi için beyanda bulunmaktan kaçınabildiği gibi aynı mantıkla adli makamlarda bulunmama hakkı da olabilmelidir.
Aile bireylerinin de şüpheli için beyanda bulunmama, şüpheliyi saklama hakkı olabildiği yine TCK m. 278/4’de düzenlenmiştir. Şüpheliyi aile bireyleri teslim etmeme hakkına sahipken kendisi neden bu hakka sahip olmasın? Olabilmeli. Aile bireyleri şüpheliyi teslim etmezse ya da bilip söylemezse ceza vermeme halini düzenliyor. Uygulamada zaman zaman tersiyle karşılaşsak da yasal düzenleme böyledir. Aileye atfedilen kutsallık ve ihbarcılığın aile içine sokulmaması için konulmuş bir düzenlemedir. Aile bağları doğal bir korumayı da gerektirir. Hal böyleyken aileye bir ceza yükümlülüğü getirmek toplumsal açıdan doğru bulunmamıştır.
Görüldüğü üzere gerek susma hakkına gerek aile bireylerinin, tanıklıktan çekilme hakkı olanların şüpheliyi teslim etmeme hakkına bakıldığında kişinin kaçma hakkının da yasal alt yapısının olduğu görülüyor.
Bir diğer konu ise yargının içinde bulunduğu durum. Yukarıda da belirttiğimiz üzere adil yargılanma hakkı en çok ihlal edilen maddedir. Suç ve suçlu kavramları zamana göre tartışmalı bir haldedir. Örneğin bugün suç olmayan yarın suç sayılıp tutuklama nedeni yapılabiliyor. Yıllar sonra bir gece yarısı evinizden gözaltına alınabiliyorsunuz. Beraat verilen bir dosyadan müebbet, müebbet verilen bir dosyadan beraat kararı verilmesi söz konusu olabilir. Pek çok hükümden sonra hak ihlali kararı verilebiliyor. Nereden, nasıl elde edildiği belli olmayan dijital veri, kimdir nedir belli olmayan sözde itirafçı beyanı, gizli tanık gibi delil niteliği taşımayan verilerle tutuklamalar yapılmakta, insanlar yıllarca hapishanelerde tutulmaktadır. Gözaltı sürecinde, hapishanelerde kişi kötü muamele, işkence ve çeşitli hak ihlallerine maruz kalabiliyor. Bunu bile bile adli makamlar gitmeme hakkı mevcuttur. Yargı süreci, hapishane, gözaltı süreci bu kadar sorunluyken kişinin hakkında yapılan kovuşturmadan ya da soruşturmadan kaçması doğaldır. Suçun, suçlunun zamana, duruma göre değiştiği, hukuki öngörülebilirlikten söz edemediğimiz bir sistemde kişinin yargıya güvenerek gelmesi beklenemez. Yargıya güvensizlik %70’in üzerinde. Burada devletin pozitif yükümlülüğü söz konusudur. Yargıya güveni, adil yargılanma hakkını, suç, suçlu kavramlarının muğlaklığını kaldırmayı sağlamak zorundadır. Ayrıca kaçma meselesine gelince gerekli önlemleri alarak kaçmasını engellemekte devletin yükümlülüğündedir. Ben bunu sağlayamıyorum bu yüzden seni hapsedeyim demek hukuki dayanağı olmadığı gibi ahlaki de değildir. Tutukluluk özgürlüğün kısıtladığı gibi eğitim hakkımızı, çalışma hakkımızı ve anayasa da yer alan temel insan haklarımızı da kısıtlıyor. Sevdiklerimizin iyi gününde, kötü gününde yanında olamıyoruz. Tutukluyla birlikte ailesine, yakınlarına da maddi manevi bedel ödetiliyor.
Sonuç olarak; kaçacağından şüpheleniyorum diye kimse tutuklanmamalıdır. Bu durum hem şüpheden sanık yararlanır hem de tutuklamanın tedbir olmasına aykırıdır. Kaçmamayı sağlamak, yargıya güveni tesis etmek devletin pozitif yükümlülüğüdür. Yargıya güvenin bu kadar düşük olduğu, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği, kişilerin yıllarca haksız hukuksuz şekilde tutuklanıp sonra beraat ettiği, AYM ve AİHM kararlarının uygulanmadığı bir yargı sisteminde kaçmak kişinin en doğal hakkıdır. Nasıl ki kendi hakkında beyanda bulunmama hakkı mevcutsa kendini yakalatmama hakkı da vardır. Bunun hukuki dayanağını da anlatmaya çalıştık. Bu nedenle kaçma şüphesi tutuklama nedeni olmaktan çıkarılmaktadır.
Aycan ÇİÇEK
Kandıra 1 No’lu F Tipi Hapishanesi