Bir süredir başka bir konuda yazamaz duruma geldim. Evet, yanılmadınız! Bu yazı da açlık grevleri/ölüm oruçları üzerine olacak, çünkü uzamış açlığın ölümcül etkileri adım adım tüketiyor gencecik insanları. İnsan hakları mücadelesi içinde bu süreci izlemek, çözüm üretilmemesinin ağır inadına tanıklık etmek de kolay değil, ama en çok toplumdaki duyarsızlık ve paylaşılan bilgiyi reddetme iradesi yaralıyor bizleri. O nedenle açlık grevi/ölüm orucu eylemine ilişkin toplumda yaygın bazı inanışlara ayırmak istedim bu yazıyı. Ulaşabildiği kadar…
Açlık grevi/ölüm orucu hem bir sağlık çalışanı hem de insan hakları eylemcisi olarak beni ve birlikte mücadele ettiğim dostlarımı çok zorlamıştır. Uzamış açlıkla ortaya çıkan sakatlıklar, ölümler bu topraklarda sık karşılaştığımız acılardan birisi. Ne yazık ki, mücadele alanlarını sınırlayan hatta ortadan kaldıran baskıcı yönetimlere karşı insanlar ellerinde tek mücadele aracı olduğunu düşündükleri bedenlerini ortaya attılar yıllar boyunca. Sağlık çalışanları olarak bizlere düşen, sakat kalmamaları ve ölmemeleri için uzamış açlığın etkilerini araştırıp koruyucu yöntemler geliştirmek ve önermek, insan hakları eylemcisi olarak da açlık grevi/ölüm orucu yapma sebebi olarak sundukları taleplerin toplumda, hükümetlerde duyulmasını sağlayıp çözüm üretmek olmuştur.
Sağlık alanında böyle durumlarda alınacak etik tutum çok açıktır. Karar verme yeterliliği olan ve özgür iradesi ile böyle bir eylemi gerçekleştiren kişilerin kararına saygı göstermek, uzamış açlığın etkileri konusunda gerekli bilgileri paylaşmak, zarardan kişinin kabul ettiği sınırlar içinde korumaya çalışıp izlemek dışında yapılacak her müdahale etik dışı kabul edilir. Dolayısıyla Grup Yorum elemanları Helin Bölek ve İbrahim Gökçek’in polis zoruyla evinden alınıp hastaneye yatırılması, zorla müdahale tehdidi altında tutulması “zorla alıkoyma” suçu yanı sıra uluslararası belgeleri de hiçe sayan mahkeme kararlarını başlatan, bu kararı uygulayan sağlık çalışanlarını etik ilkelerin ihlalinden suçlu konumuna düşürmektedir. Mustafa Koçak’ın durumunda hal daha da vahimdir. Tutulduğu cezaevinin kampüs hastanesine zorla yatırılıp, zorla müdahale edildiği, üstelik B vitamini eklenmemişse sakatlıklara yol açtığı bilinen şekerli serum verildiği bilgisinin paylaşıldığı durumda yalnız etik ihlal değil, vücut dokunulmazlığına yönelik bir suç kapsamındadır. Zor kullanımının yol açacağı zararları saymıyorum bile…
Bu hukuksuz, etik dışı zorla müdahale girişimlerine destek vermeye çalışanların en sık başvurduğu yalan yanlış iddialara gelince… “O zaman intiharlara da müdahale etmeyelim.” Açlık grevi intihar değildir, hayır! İntihar eyleminde bulunan kişi ölmeyi hedefler. Açlık grevinde ise insanlar hakları ihlal edilmeden onurlu yaşamayı hedefler. İntihar sıklıkla ruhsal ve sosyal zorluklarla ilişkilidir ve bu zorlukların giderilmesi için çaba sarf etmek zorunludur. Açlık grevini izleyen sağlık çalışanlarının ilk adımı da açlık grevi yapan kişinin herhangi bir ruhsal zorluğu olup olmadığını ve karar verme yeterliliğinin varlığını araştırmaktır. Özgürce ve herhangi bir ruhsal zorlukla sınırlanmamış irade beyanı varlığı müdahale olanağını ortadan kaldırır. Hak ihlali olarak tanımlanan sosyal zorluklar ile başa çıkma mücadelesi de insan hakları savunucularının sorumluluğudur. “Ötanazi ülkemizde yasal değil!” iddiası da intihar kadar geçersizdir. Ötanazi de hedefi ölüm olan bir eylemdir, tedavi olanağı bulunmayan bir hastalıkta önlenemez ve dayanılmaz acılar karşısında onurlu ölüm talebidir.
Dünya devasa bir salgınla yüzleşirken, insanlar kaygı içinde böylesi bir yaygın tehlike ile dahi yalan yanlış haberlerle başa çıkmaya çalışıyor. Türk Tabipleri Birliği’nin (www.ttb.org.tr) ilgili tüm sağlık örgütleri ile birlikte doğru bilgiyi yaygınlaştırma çabaları kolayca görmezden geliniyor. Agamben baskıcı politikalara zemin hazırlayan bir istisna halinden söz edip tecridi tartışıyor. Sağlık çalışanları dünyanın dört bir yanında özveriyle hem bilimsel bilgiyi üretmek, hem de can kurtarmak için çaba harcıyor. Böyle bir kaygı yükü altında toplumun açlık grevi/ölüm orucu gibi bir meselesi nasıl olsun, dediğinizi duyar gibiyim. Oysa bir toplumda virüs salgınları kadar, hatta tam da bu hakikate gözünü kulağını kapatma davranışı ve duyarsızlık nedeniyle önlem alma olanağı ortadan kalktığı için daha tehlikeli olan insan hakları ihlallerinin sürmesi hepimizin çok yakıcı meselelerinden olmalı. Belki bu virüs salgını bizlere yeniden diğerkamlığın değerini hatırlatır, kim bilir…