İçişleri Bakanlığı tarafından ‘Aranan Teröristler’ listesinin ‘Turuncu’ kategorisindeyken, Lübnan’da yakalanıp Türkiye’ye teslim edilen ve DHKP-C yöneticisi olmakla suçlanan Ayten Öztürk’ün 2’nci duruşması gerçekleşti.
Öztürk, duruşmaya yine getirilmedi, mahkeme salonuna SEGBİS ile bağlandı. Hem kendisi hem de avukatları, 13 Mart 2018 tarihinde MİT’e teslim edildiğini ve 28 Ağustos 2018’e kadar Ankara’da ‘bilinmeyen bir merkezde’ sorgulanıp işkence gördüğü yinelendi.
İşkence nedeniyle sağlığının giderek kötüleştiğini, cezaevinde yardım alamadan günlük faaliyetlerini gerçekleştiremediğini belirten Öztürk, suçsuz olduğunu tekrarlayıp beraat ve tahliyesini istedi. Mahkeme ise tutukluluk halinin devamına, duruşmanın 3 Ekim’e ertelenmesine karar verdi.
Tutanak Sahte
Öztürk’ün tutanaklara yansıyan SEGBİS savunmasında detaylar ortaya çıktı. “Gizli bir yerde, ‘Biz devletiz’ diyen kişiler tarafından gayri resmi biçimde 6 altı ay boyunca alıkonularak işkence gördüm” ifadeleri mahkemeye yansıdı: “6 ayın sonra, bir minibüsle senaryo gereği ıssız bir yere bırakıldım, gözlerim bağlıydı, kulaklık takılıydı. Uzaktan Ankara’nın ışıkları görülüyordu. Ortaya TEM polisleri çıktı. 28 Ağustos ‘bilinmeyen merkezden’ çıkarıldığım tarihtir. Gözaltı tutanağımdaki tarih sahtedir. Öztürk, avukatları tarafından ‘MİT’in çiftliği’ olduğu ileri sürülen yerde yaşadıklarına ilişkin de çarpıcı bilgiler verdi. Oraya götürüldüğü anda süngerli bir odaya alınıp zorla çırılçıplak soyulduğunu aktardı, kendisiyle bir konuşma gerçekleştirildiğini anlattı:
‘Bizi devlet yetiştirdi’
“Ellerim arkada kelepçeli, gözlerim bağlıydı. “Konuşmazsan, yıllarca burada tutarız. Vücut bütünlüğüne zarar vermeyiz. Organ nakli dahi yapabilecek imkânımız var. Bizi devlet yetiştirdi. Ölmek için yalvarırsın. Profesyoneliz, burası başka yere benzemez” dediler.
Tutanakta şu beyanatlar yer aldı: “Yaklaşık bir ay, başıma çuval geçirilmiş halde ellerim ve gözlerim bağlı tutuldum. Zamanla kapıyı günde 2 kez zorla yemek vermek, 3 kez de tuvalete götürmek için açtıklarını anlayabildim. Sadece tuvalete götürdüklerinde ellerimi çözüp, su veriyorlardı. Susuzluktan ağzım kuruyor, çuvalda boğulacak gibi oluyor bazen de burnum kanıyordu.”
‘Burada onur yok’
Öztürk’ün tutanağa yansıyan iddialarına göre hücresindeki klimadan zaman zaman sıcak ya da soğuk hava veriliyordu: “Ya donacak gibi oluyor ya da sıcaktan boğuluyordum.” Öztürk; “Burada onur, edep, ahlak yok” sözlerini işittiğini aktardı: “Gözlerim kapalı olduğu halde tuvalet kapısının kapanmadığını ve izlendiğimi gördüm.” İfadesine göre kendisini bir ay sonra revire götürdüler. “Kirpiklerim birbirine yapıştığı için çok zor açıldı. Işığa alışınca, kar maskeli kişileri gördüm. Yine gözlerim açılınca gördüğüm, duvarları sünger, tabanı halıfleks ve kameralı boş odadaki işkence her geçen gün arttı.”
Sopayla taciz edip, parmağını yaktılar
Öztürk’ün ifadesindeki satırla şu bilgiler yansıdı: “Vücudumun her yerine verilen elektrik nedeniyle ‘iki yeri yarık’ şeklinde izler oluştu. Bedenimde 898 yara izi. Tuvalet yakınında tazyikli su tutup, su ile de nefesimi kestiler. Tabut biçimindeki bir yerde saatlerce ayakta tutuyorlardı. Bedenimin her yerini parmak, sopa ve copla taciz ediyorlardı. Sopayla her türlü ahlaksızlığı yapıyorlardı. Ayrıca ‘Harbi’ dedikleri kalın bir sopayla da tecavüz tehdidinde bulunuyorlardı. Ayakta durmaktan ve falakadan soba borusu gibi olan ayaklarımın parmaklarını pense ile burkup kırmakla tehdit ettiler. Elimin 3 tırnağının altına sivri bir şey sokup, serçe parmağımı yaktılar. Kapı açılıp kapanma seslerinden, burada 7 hücre daha olabileceğini düşünüyorum. Bazen milliyetçi marşlar ve erkek çığlıklar duyuyordum. Kimseye temasım olmadı. Yine seslerden anladığım kadarıyla kapımı açanlar 10 kişiydi ve 2 vardiya çalışıyorlardı.”
Sıfır tolerans mı, sıfır ilgisizlik mi?
Öztürk 40 kiloya düştüğünü ifade etti. Yaklaşık 30 kilo kaybetmişti. Bu sözlerdeki ilginç nokta şu. Darbeden sonra kaçırıldıkları iddia edilip sonrasında tutuklanan ya da serbest kalan kişiler de hep aynı oranda kilo kaybına dikkat çekti. Herhangi bir soruşturma ya da araştırma konusu olmayan, dosya açılmayan bu ifadelerdeki en çarpıcı anlatımlardan biri de işkence merkezinin yukarısında bir devlet dairesinin faaliyette olabileceğine yönelik satırlar: “1,5-2 metre boyundaki hücrenin üst katından, mesai saatleri olduğunu tahmin ettiğim vakitlerde kadın ayakkabısı, topuk sesleri geliyordu. Bu düzenli bu ayak seslerinden oranın resmi bir kurum olduğunu düşündüm. Revirde de aynı sesleri duydum.”
Yukarıda Resmi Daire, Aşağıda İşkence İddiası
Sosyal ağlarda paylaşın