Oğuzhan Topalkara, 12/04/2020 Duvar,
Sonrası, polis gözaltıları, işkenceler, tutuklamalar, mahkemeler. 4-5 kelime ile sıralanabilen bu ‘olguların’ Helin’in kişisel geçmişinde nasıl izler bıraktığını, mücadelesini ‘canından geçecek’ boyuta nasıl getirdiğini anlamamız oldukça zor. Ancak bizim mahallemizin vicdanının Helin’i ölüme yatmadan önce ne kadar tanıdığını düşünmemiz gerekiyor.
Grup Yorum üyesi Helin Bölek, girmiş olduğu ölüm orucunun 288. gününde hayatını kaybetti. Helin’in ölümünün ardından, iktidarından muhalefetine, solundan sağına kadar birçok tepki geldi ülkenin ve hatta dünyanın her yanından. Helin’in anısına ve mücadelesine hakaret edenlere söylenecek çok şey vardır elbet. Ancak bugün mesleğe yeni başlamış bir avukat ve Helin’in mücadelesinin çeşitli aşamalarına tanıklık etmiş biri olarak anlamak ve anlatmak istediklerim dostlarımız, bizim kendi mahallemiz, mücadele arkadaşlarımız olacaktır.
‘Mahallemizden’ Helin’in ölümüne, bir devrimcinin katledilmesinin sorumlusunun kim olduğunu bilen ve devrimcinin ‘kafa tuttuğu’ iradeyi tanıyan, Helin’i sahiplenen birçok tepki geldi. Ancak mahallemiz içinde Helin’e, Helin’in mücadele arkadaşlarına ve hali hazırda benzer bir mücadeleyi sürdürenlere güçlü bir silahla ‘dostça’ bir iç cephe açanlarımız da oldu. Vicdan silahıyla.
Evet, Helin haklıydı, Helin’in talepleri haklıydı, bu iktidar suç işliyordu, bu iktidarın yargısına da güvenilmezdi. Ama her şeye rağmen Helin yaşamalıydı, Helin’in mücadele arkadaşları onu ‘bu işten’ vazgeçirmeliydi, Helin’in yolunda mücadele edenler ise derhal bırakmalılardı ölüm orucunu. Helin başka mücadele yöntemleri bulmalıydı, Helin’e hak veren vicdanlı dostlarımız, bu eylem biçimi nedeniyle uzatamıyorlardı Helin’e ellerini.
Bu fikirlere nasıl karşı çıkılabilir, biz, mahallemizden hangimiz; Helin yanımızda, sağlıklı olsaydı, bizle türkü söyleseydi, beraber başka mücadele yöntemleri bulsaydık, fikrine karşı çıkabilir ki? Vicdanlarımıza dokunan, hele Helin’in açlıktan erimiş ve artık cansız bedenini gören kimin vicdanında bir yara açılmaz ki? O an Helin’e “keşke bıraksaydı” dememek, ya da İbrahim’e, Mustafa’ya, Didem’e, Özgür’e, Ebru’ya, Aytaç’a “bırakın” dememek nasıl mümkün olur? O haklı talepleri karşılayacak bir ‘vicdanlı’ iktidar yokken, biz vicdanlılar arkadaşlarımızı nasıl ölümlere uğurlarız?
Kulağa ve kalbe çok hoş gelen önermeye karşı çıkmak için belki de Helin’i daha yakından tanımak, mücadelesini bilmek ve onu anlamak gerekir. Helin’i ve kendisine yakıştırdığı, arkadaşlarının kabul ettiği ‘ölümsüzlük’ mertebesine çıkmasına karşı yapılacak en büyük vicdansızlık ölümünün boşa olduğunu söylemek olabilir, bu nedenle, Helin’i tanımalıyız.
Helin’in savunmasını yapabilmiş bir avukat olarak, devletin kendi kayıtlarıyla Helin’in hikayesine tanık olma imkanı buluyorum.
Helin bir üniversite öğrencisi olarak müziğe ilgi duyuyor, toplumsal olaylara duyarlı, sıkı bir muhalif. Sesi de güzel. Protest müziğin ülkemizde renkli, mücadeleci ve zengin bir tarihi var, bu tarihin baş köşesinde de Grup Yorum adı yazıyor. Daha küçük bir çocukken abimin duvarında gördüğüm bir Leman dergisi kapağında, önünde müzik aletleri dizilmiş ‘suçlu’ müzisyenlerin karikatüründen tanıdım Grup Yorum’u. Helin de belki şarkılarıyla büyümüştür Grup Yorum’un ki bulması zor olmuyor. Korolarına katılıyor, güzel sesiyle Grup Yorum solisti oluyor. Abimin duvarında gördüğüm karikatürü internetten araştırdım, 1996 yılından bir dergi kapağı. Geçen yıllar ne devletten ne de Grup Yorum’dan bir şey götürmemiş olacak ki, devletin yargısının ilgisini çekmesi uzun sürmüyor Helin’in. Sonrası, polis gözaltıları, işkenceler, tutuklamalar, mahkemeler. 4-5 kelime ile sıralanabilen bu ‘olguların’ Helin’in kişisel geçmişinde nasıl izler bıraktığını, mücadelesini ‘canından geçecek’ boyuta nasıl getirdiğini anlamamız oldukça zor. Ancak bizim mahallemizin vicdanının Helin’i ölüme yatmadan önce ne kadar tanıdığını düşünmemiz gerekiyor.
Yüce yargının en ‘kudretli’ infaz kurumlarından, ağır ceza mahkemelerinden evraklar duruyor önümde. Helin hakkında bir dava açılmış, bir mezar başında saz çalan kişilerin yanında görülmüş. Ne ironidir ki, Helin’in cenazesine katılmak isteyen 18 kişi mezar başına varamadan gözaltına alındı polisçe. Şimdilik özgürler, hakkında açılacakları davadan sonra olacakları göreceğiz. Helin’in mezar başında bulunmasının sonucu ise işkence, darp, 2 yıl süren mahkeme, onlarca duruşma ve sonunda Helin beraat etmiş. Helin’in bir mezar başında beraat etmesi devletin refleksini değiştirmemiş olacak ki, Helin’in mezar başına da gelmek yasaklandı, devletçe.
Bir başka ağır ceza mahkemesi dosyası, Berkin’in cenazesine, 3.5 milyon kişinin katıldığı cenazeye katılan 12 kişinin, bir torbadan alınırcasına seçilerek koyulduğu bir iddianame. Devletin bizi bu kadar çok cenaze kaldırmak zorunda bırakması, polisçe katledildiği yargılamaya da konu edilen Berkin Elvan’ın cenazesinin, 3.5 milyon kişilik cenazesinin suçlamaya konu edilmesi ve 1 yıldan fazla evinde kitap bulundu diye tutuklu tutulan Berkay Ustabaş’ın 6 ay (Normalde hapse girmesine dahi neden olmayacak bir ceza) hapis cezası ile cezalandırılması ayrı ayrı yazı konuları elbette. Ancak madem bugün Helin’den konuşuyoruz, tarih ve dostlarımız bilsin, Helin Bölek Berkin Elvan’ın cenazesine katıldığı için 6 ay hapis cezası aldı.
Yüzümüzü biraz da daha ‘hafif’ mahkemelere, asliye ceza mahkemelerine çevirdiğimizde bugünü dünden görmek için önemli bir tarihsel an seriliyor önümüze. Bugün ölüm orucu direnişçilerinin taleplerinden biri olan “İdil Kültür Merkezi basılmasın” isteğindeki o kültür merkezinde bulunduğu için 2016 yılında tutuklanmış, ölüm orucu direnişçisi İbrahim Gökçek. Helin ve iki Grup Yorum üyesi, “Arkadaşımızı serbest bırakın” diyerek gitmişler İstanbul Adliyesi’nin önüne. Helin o zaman böyle bir mücadele yöntemi bulmuş kendine, açmış pankartını, gitmiş meşhur C Kapısı’nın önüne. Ne gam, bugün “Başka türlü direnseydin Helin” diyenlerden hiçbiri de yokmuş yanında, almışlar 2 arkadaşıyla birlikte Helin’i gözaltına, saç çekmeceler, tokat atmalar, darp, zulüm, işkence ve yine karakol, yine dava. İbrahim tahliye olsa da o mahkemede, Helin’in “Tahliye edin” demesi savcı beyi rahatsız etmiş. Söylememiş olmayalım, onlarca duruşma, 2 yıl yargılama ve Helin beraat etti. Savcılık bu beraati pek beğenmemiş olacak ki, istinaf mahkemesine götürmüş davayı, neyse ki istinaf mahkemesi “Böyle suç olmaz” demiş de, onaylamış beraati. Ya da belki de ‘aksine bir talimat gelmedikçe her şeyi onaylama’ refleksiyle, Helin’in beraat ettiği kesinleşmiş.
Yargının Helin Bölek arşivinin devamı da benzer; protestolar, konser yapma istekleri, cenaze törenleri, Helin’in gördüğü onlarca işkence, onlarca hakaret, karakolda geçirilen geceler. Çoğu devam eden onlarca dava. Helin yanında hep birilerini bulmuş, mücadele arkadaşlarını, yoldaşlarını, dün yanında olan, ölürken yanında olan ve hala adını anan. Sağdan sola da, soldan sağa da saysak “Başka türlü mücadele etseydin Helin” diyenlerin sayısına ulaşmamız ise mümkün değil.
Ve son olarak Eylül 2017’de başlayan, avukatları, doktorları, sanatçıları, öğrencileri vuran bir ‘itirafçı’ rüzgarı. 300’den fazla kişi hakkında “şurada burada gördüm” diyerek, kurgular yaratarak, yalan söyleyerek yüzlerce kişiyi tutuklatan, Mahir Mete Kul’un Meriç’te boğulmasına neden olan bu rüzgar Helin’i ve Grup Yorum mensuplarını da vurmuş.
Helin bugüne kadar müzik yapmış, sanat üretmiş, protesto etmiş, her türlü yöntemi denemiş ve bugüne kadar gördüğü karşılık ise işkence, hakaret ve yargı eliyle infaz girişimleri. Kafasının içinden o gün gelene kadar neler geçti, hangi içsel mücadeleleri verdi, bilinmez. Bildiğimiz, sonunda “Yeter” demiş, yatırmış bedenini açlığa. Sonrasını biliyorsunuz, en azından sonunu biliyorsunuz, Helin aldığı karar gibi direndi, kararınca da bedelini canıyla ödedi.
İşte Helin’in çok kabaca, kişisel ‘devlet dersinde’ öğrendikleri ve öğrettiklerinin tarihi budur.
Bir son söz söylemek, İbrahim, Mustafa, Ebru, Aytaç direnirken, bize düşmüyor. Ama mahallemize ve kendimize yüzümüzü dönmek, bir kez daha ‘vicdanlara’ da sormak zorundayız.
Helin, onlarca mücadele yöntemi denerken, yanında mıydınız gerçekten?
Helin, bugün başka türlü mücadele etse, yanında olacak mıydınız gerçekten?
Helin’in “başka türlü direnirken” yaptıklarını hiç fark ettiniz mi, fark etmek için gerekeni yaptınız mı? Bugün yaptığına, bugün canıyla ödediği bedele “Neden” diye sormak vicdanlarınıza sığıyor mu gerçekten?
Helin’e bakalım ve soralım. Bugün Mustafa’ya, İbrahim’e, Ebru’ya ve Aytaç’a vicdanımızla ve politik varlığımızla söylememiz gereken, bırakın demek midir, gerçekten?
Yüzümüzü direnişçilere, sözlerimizi iktidar erkine çevirmek için, geç kalmaya çok yakınız. Dilerim ki vicdanlarımız bir gün daha bizi yarı yolda bırakmasın.
*Avukat, Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi.