Tarihin Işığında:16 MART 1978 BEYAZIT KATLİAMI

Ortalıkta hiçbir olağanüstülük belirtisi yoktu. (…) İşletme Fakültesi köşesinde… diğer arkadaşların gelmesini bekliyordum. Merkez Binanın çıkış saati yaklaşmıştı. Kısa bir süre sonra Merkez Binaya doğru yürümeye başladık.

Tam o anda korkunç bir patlama oldu.

Bir iki saniyelik kısa bir suskunluktan sonra patlama sesinin geldiği Merkez Bina önüne doğru koşmaya başladık. (…)

Bu kez ardarda patlayan namluların sesi duyuldu. (…)

Bomba ve silah seslerinin ne anlama geldiğini tahmin etmiştik. (…) Meydana yaklaştıkça, ters yöne gitmeye çalışan insan siluetlerinin sendelediğini, çoğunun dizüstü çökmüş, oturmuş olduklarını, daha ileride de duvar diplerinde, çift taraflı kaldırımda, dar yolda yerlerde yattıklarını fark ediyordum. Görebildiğim her şeyin kızıla boyandığı bir yere gelmiştim.

(…) Biraz sonra, ders dönüşü karşılayacağımız arkadaşlarımızın birçoğu kızlı-erkekli kan gölü içinde yelerde yatıyor, kimi hala son bir gayretle kalkmaya çalışırken, kimisi birbirine destek olmaya, acılarını paylaşmaya çalışıyorlardı.”

16 Mart 1978’de Beyazıt meydanındaki tablo buydu işte. İstanbul Üniversitesi Hukuk ve İktisat Fakültesi öğrencileri, o gün, Eczacılık Fakültesi önündeki küçük meydana geldiklerinde bomba ve kurşun yağmuruna tutuldular. Saldırıda Hatice ÖZEN, Ahmet Turan ÖREN, Cemil SÖNMEZ, Murat KURT, Abdullah ŞİMŞEK, Hamit AKIL, Baki EKİZ şehit düşerken, 10’u ağır olmak üzere 40’a yakın öğrenci yaralandı.

DÜŞTÜK GÜN ORTASINDA

16 Mart günü de devrimci öğrenciler Süleymaniye’de toplanıp okula doğru yürümeye başlarlar. Her zamanki gibi İşletme-İktisat ve Yabancı Dillerde okuyan devrimci öğrenciler, hem arkadaşlarına moral destek vermek, hem de olası bir saldırı karşısında güvenliklerini sağlamak için Eczacılık Fakültesinin önüne kadar Merkez Binaya giden öğrencilere eşlik ederler. CHP hükümetinin tüm sahte vaadlerinin, tutarsızlığının ve duyarsızlığının bir örneği olarak “Merasim birliği” hala okuldadır ve faşist işgali korumak için canla başla çalışmaktadır. Faşistler her anfide birkaç kişi kalmış ve büyük bir moral bozukluğu içindedir. Okulda öğrenci kitlesi artık tamamıyla devrimcilerin yanındadır.

O gün de içeride faşistler oldukça sessizdir. Daha önce sık sık yaptıkları için dersler bitmeden okuldan çıkıp gitmeleri de pek dikkat çekmez. Devrimci kitle öğlen tatili olduğundan toplanır ve Süleymaniye’ye gitmek üzere okuldan çıkışa yönelir. Ama okul çıkışında faşist namluların kurşun yağmuru ile karşılaşır. Faşistler, kitle üzerine bomba atarak, kurşun yağdırarak katliamı gerçekleştirirler.

KATLİAMA KARŞI İŞGAL

Katliamda yaralananlar hastaneye kaldırılır kaldırılmaz 2000 civarındaki öğrenci kitlesi İşletme Fakültesi anfisinde toplanır. Burada Dev-Genç’in işgal kararı açıklanır. Ve yan kapıdan Merkez Binaya girilir. İçeride olan polis kovulur ve işgal başlatılır. Tüm kapılar denetim altına alınarak işgale gelen öğrenciler içeri alınmaya başlanır. İstanbul’un her yönünden, İstanbul Üniversitesi Merkez Binasına akın başlamıştır. Liseli, ortaokullu gençlerden, öğrenci ailelerine, işçilerden memurlara kadar her meslekten, her yaştan insan Merkez Binaya akın akın doluşmaktadır. İşgal komitesi durmadan akan bu binlerce insanı binaya yerleştirir (Anfiler, salonlar, kütüphaneler, koridorlar, her yer insan dolmuştur). Gece yarısından sonra binalar adam almaz duruma gelince öbek öbek yanan ateşlerin ışığındaki bahçede, her öbek ateşin etrafında yüzlerce insandan oluşmuş halkalar giderek çoğalmaya başlar. Her anfide, her salonda, kısacası topluluğun bulunduğu her yerde konuşmalar yapılır, temel konularda seminerler verilir.

Bütün gece boyu hazırlıklar yapılır. Pankartlar, resimler çizilip-yazılır, bildiriler basılır. Yakalara takmak için şehitlerin resimleri bastırılır.

Onlarca işgalin tecrübesine sahip İstanbul Devrimci Gençliğinin en büyük işgallerinden biridir bu. Büyüklüğü; sadece katılım açısından değildir, yedi arkadaşını kaybeden kitlenin karamsarlığa kapılmadan büyük bir kin ve öfkeyle anti-faşist şiarları haykırdığı en coşkulu işgaldir bu.

MEYDAN DOLAR BOŞALIR!

Sabah İstanbul gördüğü, görebileceği en büyük anti-faşist gösterilerden birine daha sahne olacaktır. Dev-Genç yürüyüş kortejini düzenler. En önde şehitlerin okul arkadaşları ve ailesi, onun arkasında Dev-Genç pankartı altında tüm Dev-Genç birimleri ve daha sonra diğer gençlik örgütleri, sendikalar, baro ve meslek odaları, çeşitli meslek kuruluşları ve dernekleri sıralanır. Binlerce kişi yürüyüşe geçer. Sadece korteje katılanlar değil, kortejin dışında kenarda kalan herkes saygı duruşuna geçmekte ve kortejin paralelinde yürümektedir. Sirkeci Meydanı bir anda dolar, konuşmalar yapılır, ancak yürüyüş hala bitmemiştir, hala üniversiteden çıkmayan yürüyüş kolları vardır. Meydan bir kez daha dolar, bir kez daha konuşmalar yapılır, ancak insan akını hala bitmemiştir. Ve meydan bir kez daha dolar, bir kez daha konuşmalar yapılıp devrim antları içilir.

Katliamdan sonra kapatılan okul açılır açılmaz hemen ilk gün 16 Mart’ın öfkesiyle faşistleri anfilerden ve okuldan atan devrimciler faşistlerin egemenliğine de son verirler.

(Alıntılar, Bağımsızlık, Demokrasi ve Sosyalizm Mücadelesinde GENÇLİK, kitabındandır.)

FAİL; KONTGERİLLA!

Meydanı kana bulayan bu tablonun yaratıcısı kontrgerilladır.

Devrimciler hemen katliamın ertesinde söylediler bunu.

Burjuva politikacıları ve gazetecileri ise “kontrgerilla var m yok mu” diye tartışıyorlardı o dönem.

Gün gün, yıl yıl, katliamın failinin kontrgerilla olduğu açııa çıktı.

Susurluk’la birlikte ise katliamın üzerindeki son sisler de dağıldı.

Artık her şey açıktı ve her şey yazılı, belgeliydi.

Belgelerle açığa çıktı ki, dönemin Toplum Polis Müdürvekili Murat Nabioğlu tarafından emniyet birimlerine bombalama yapılacağı konusunda bir ihbar yapılmıştı. Yapılmıştı ama bu ihbardan sonra polis tarafından yapılan tüm “düzenlemeler” bombalamayı önlemek için değil, atılan bombanın “hedefine” ulaşması içindi.

O güne kadar hep arka ve yan kapılarından çıkan öğrenciler ön kapıdan çıkmaya zorlanmış, yine her gün oluşturulan polis barikatı o gün kaldırılmıştı. Saldırının ardından saldırganların peşinden koşan polisler, yine daha sonraları daha da ünlenecek olan komiser Reşat Altay tarafından durduruldu.

Katliamda kullanılan bombanın ise Abdullah Çatlı tarafından İstanbul Ülkü Ocakları Derneği’ne verildiği açııa çıktı. Tüm bunlar katliamın kontrgerilla, polis ve sivil-faşistlerin işbirliği ile planlandığını ve hayata geçirildiğini açıkça göstermektedir. Katliamın amacı ve önemi ise, meydana geldiği koşullarla birlikte değerlendirildiğinde, daha iyi anlaşılacaktır.

1970’li yılların başından itibaren, devletin iradi olarak örgütleyip denetlediği sivil faşistler, ülkenin dört bir yanındaki komando kamplarında, kontrgerilla tarafından eğitilmiş ve halkı faşist baskı ve terörle teslim almak için meydana salınmıştır. Okullar, mahalleler, fabrikalar faşistlerce işgal edilmiş, devrimci-demokrat öğrenciler sindirilmeye çalışılmıştır. Sivil faşistler, boyun eğmeyen öğrencileri okula sokmamak için her türlü katliam ve provokasyonu tertiplemişlerdir.

Ancak tüm saldırı, provokasyon ve katliamlara rağmen başta öğrenci gençlik olmak üzere tam halk kesimleri anti-faşist mücadeledeki yerini almış, anti-faşist mücadele yükselişini sürdürmüştür. Bunun karşısında, oligarşi sömürü sistemini sürdürebilmek için faşist saldırıları daha da boyutlandırmış, okul, mahalle, fabrika işgallerinden, kasaba, kent işgallerine, tek tek saldırı ve katliamlardan, kitle katliamlarına yönelmeye başlamıştır. İşte 16 Mart katliamı, bu sürecin de başlangıcıdır. Benzer katliamlar bu süreçten sonra sistemli bir şekilde uygulanmaya başlanmıştır.

7 TİP’li öğrencinin katledilmesinden, onlarca devrimcinin kaçırılıp, kaybedilmesine, katledilmesine kadar birçok olayda parmağı olan Abdullah Çatlı’nın katliamda kullanılan bombayı temin ettiği ve birçok devrimcinin işkence ve operasyonlarda katledilmesinde bizzat yeralan Reşat Altay’ın katliamdaki rolü Susurluk’la birlikte daha bir netleşmiştir. Bir başka önemli yan ise, katliamda komiser olan Reşat Altay’ın daha birçok katliamın altına imza atarak kontrgerilla devletinin sadık bir uşağı olduğunu ispatlaması karşısında ödüllendirilerek, İstanbul Emniyet Müdür Yardımcılığına kadar terfi ettirilmesi ve sonra da yeni katliamlar için Tokat Emniyet Müdürlüğüne getirilmesidir.

FAİLLER ORTADA.. ADALET YOK!

16 Mart katliamı gerçekte bugün hemen tüm aşamalarıyla açığa çıkarılmış bir katliamdır. Tüm katiller, katliamı organize edenler, isim isim bellidir. Ama kontrgerilla devleti, katliamlara ilişkin açılan tüm davalarda katilleri aklarken, kontrgerilla şeflerini de terfilerle ödüllendirmiştir. 16 Mart’a ilişkin olarak katliamın ardından İstanbul 1 NO’lu Sıkıyönetim Mahkemesinde açılan davada tüm sanıklar beraat ettirilmiştir. Katliamdan 14 yıl sonra katliamın sanıklarından Zülküf İsot, yine bir başka sanık Latif Aktı tarafından öldürülmüştür. Kardeşi, Zülküf İsot’un ölmeden önce kendisine “Bizi kullandılar, kendileri yaşıyorlar. Emniyetin, İç İşleri Bakanlığının, Beyazıt Karakol Amirinin herkesin bundan haberi vardı” dediğini ifade etmiştir. Zülküf İsot’un ailesinin açıklamaları üzerine Eylül 1992’de yeniden suç duyurusunda bulunulmuş, fakat dava ancak 2 Ekim 1995’de açılmıştır. Yapılmak istenen katliamın ardından 20 yıl geçmesiyle davanın zaman aşımına uğratılmasıdır.

Sosyal ağlarda paylaşın