Delikanlı parka girdiğinde, ihtiyarı bir bankın üzerine oturmuş buldu. İhtiyar kendisini güneşe vererek, oynayan çocukları seyre dalmıştı. Yanında bir iki kitap vardı. Dudakları hafif hafif kıpırdıyordu, muhtemelen büfeden gelen türküye eşlik ediyordu:
“Okulda defterime, sırama ağaçlara, yazarım adını… Ey özgürlük… Okunmuş sayfalara, hem de beyazlarına yazarım adını… Ey özgürlük.”
Delikanlı sessizce yanına oturdu. İhtiyar, delikanlının geldiğini farkedince gülümsedi… Merhaba faslından sonra her buluşmalarında olduğu gibi yine derin bir sohbete daldılar…
– “Nedir sence özgürlük?” dedi ihtiyar…
Delikanlı bir süre düşündü. Sonra kaşlarını kaldırarak; “İnsanın istediği şeyi yapabilmesi, esaret altında bulunmaması olsa gerek” dedi. Ve soru dolu bir bakışla ihtiyara baktı.
– “Özgürlük öyle müthiş bir kavram ki delikanlı, tarihte bu kadar çok anlam verilen, bu kadar çok kitleleri peşinden koşturan başka bir kavram yoktur. Ama bu kavramı değişik kesimler kendi çıkarları için istediği gibi yorumlar ve kullanırlar.
Mesela egemenler halkı sömürme, baskı altında tutma, onların sırtından rahat yaşama ‘hakkı’ olarak yorumlamışlardır özgürlüğü… Ezilen, baskı altına alınan halklar ise baskıdan ve sömürüden kurtulmak olarak görmüşlerdir…
Örneğin Antik Yunan’da “özgür yurttaşlar” vardır. Bedensel güç gerektirecek hiç bir iş yapmazlar. Her türlü işlerini kölelere yaptırırlar. Kölelerinin sayesinde özgürdürler. Bu bir özgürlük tanımı mesela.
Mesela, yine 1800’lü yıllarda İngiltere’de yaşanan bir olay, bu kavramın hangi anlamlarda kullanılabildiğine ilişkin çarpıcı bir örnektir: İngiltere’ye gelen bir Amerikalı, zenci kölesini kırbaçladığından dolayı yargıç karşısına çıkarılmış. Amerikalı yargıca “insanın kölesini kırbaçlayamadığı bir ülkeye özgürlük ülkesi denebilir mi” diye itiraz etmiş…
Egemenlerin özgürlük anlayışı budur. Ezme, sömürme, baskı uygulama özgürlüğüdür… Bugün de daha inceltilmiş biçimde savundukları budur.
Tarihte bir çok düşünür özgürlük kavramı üzerinde durmuştur. Bunları kabaca iki grupta toplayabiliriz. Bir kısmı özgürlüğü hep bireysel olarak tanımlamıştır. Bir kısmı ise özgürlüğün toplumsal boyutu üzerinde durmuştur.
Birinci gruptaki düşünürler, özgürlüğü ‘kişinin kendi iradesiyle davranışı’ şeklinde yorumlamışlardır. Bu yorumlayış tam da egemenlerin çıkarına uygun olmuştur. Çünkü egemenlerin özgürlük anlayışı da bireyci ve bencilce bir özgürlüktür…
Özgürlük, siyasal bir kavram olarak, siyasi mücadelenin bir aracı olarak ilk Fransız Devriminde öne çıkmıştır. Burjuvazi, feodaliteye karşı ayaklanmasında en geniş halk yığınlarını arkasına alabilmek için siyasal olarak eşitlik ve özgürlük kavramlarını kullanmıştır… Burjuva devriminden sonra da ‘insan özgür doğar, özgür yaşar’ diye formüle etmişler.
Hazırladıkları İnsan Hakları Beyannamesi’nin ilk maddesinde de özgürlük; “başkasına zarar vermeyen her şeyi yapabilmektir” diye tanımlanmıştır. O günden sonra bu tanım, bir çok ülkeye ilham verir. Ülkemiz de dahil bir çok ülke anayasalarında buna benzer bir tanım kullanırlar.
– “Burjuva devrimi sonrasında halklara geçmişe göre daha çok özgürlükler veriliyor ama, öyle değil mi?” dedi delikanlı.
İhtiyar acı bir tebessümle cevapladı delikanlının sorusunu;
– “Evet, burjuva devrimlerle, kapitalistler emeğini satacak işçi bulabilmek için toprak kölelerini özgür kıldı. Bu olay için Marks; ‘Hem artık köle serbesttir. Hem de öylesine serbesttir ki, eğer malına (yani emeğine) alıcı bulamayıp işsiz kalırsa bu acayip özgürlük rejimi zorunluluğu altında ailesiyle birlikte açlıktan ölmek de serbesttir…’ der.”
– “Yani bugünkü gibi” dedi delikanlı…
– “Öyle” diye cevapladı ihtiyar… Ve devam etti: “Mesela ülkemizde herkesin sağlıklı yaşama özgürlüğü vardır. Ancak 80 milyon asgari ücretle sağlıklı yaşa da görelim. Yine mesela, herkesin seyahat etme, konut edinme gibi hakları vardır. Hem de bunlar güya anayasa tarafından güvence altına alınmıştır. Ancak bunların hepsi parası olanlar içindir. Zenginler içindir. Paran yoksa bu özgürlüklerin hiç birinden yararlanamazsın. Nitekim halkımız bu özgürlükleri kullanamıyor zaten.
Ama halkın açlıktan ölme özgürlüğü var… Çalıştığı fabrikada kolunu makinaya kaptırma özgürlüğü var, ancak iş güvenliği yok… Devletin halkı katletme özgürlüğü var… yaşama özgürlüğü yalnızca kağıt üzerinde kalmıştır.”
Delikanlı ihtiyara hak vererek başını salladı.
– “Şimdi meselenin can alıcı noktasına geliyoruz galiba? Özgürlüğün gerçek tanımı nedir yani?”
– “Evet delikanlı, özgürlük gerçek anlamını diyalektik materyalizmle bulmuştur. Bu felsefenin yaratıcıları Marks ve Engels’e göre insanın özgür olabilmesi demek; ‘yeteneklerini, eğilimlerini, beğenilerini, serbestçe geliştirebilme olanaklarına sahip olması’ demektir. Bunu ise ancak, insanlar doğanın ve toplumun nesnel yasalarını kendi yararlarına kullanabildikleri ve gelişmenin bütün koşullarını yaratabildiklerini özgür ve sınıfsız bir toplumda yani sosyalizm ve komünizmde gerçekleştirebilirler.”
– “Yani insanlar kapitalist toplumda özgür olmazlar mı?”
– “Bunun koşulu yoktur. Çünkü içinde bulunduğumuz düzen sömürü ve esaret üzerine kurulmuştur. Ve başımızdakiler saltanatlarını sürdürmek için her türlü baskı, yasak ve zoru kullanırken halkı çağdaş köleler haline getirirler.
– “Bir de şu bireysel özgürlük meselesi var” dedi delikanlı…
– “Bak sana bir hikaye anlatayım… Kurtla köpeğin hikayesi bu. Kurdun biri günlerce aç kalmış. İyi bir av bulmak için günlerce gezmiş. Ama şans bu ya, bir türlü yiyecek bir şey bulamıyormuş. Öyle dolanıp dururken bir bağ köpeğine rastlamış. Köpek temiz ve semiz, eti budu yerinde.
Kurdun ise zayıflıktan kaburgaları sayılıyor. Her tarafı kir, pasak içinde, tüyleri dökülüyor… Kurdun içi gitmiş, imrenmiş. Hele şuna bir yanaşayım da, bu işin sırrı nedir bir öğreneyim deyip, köpeğin yanına sokulmuş.
Demiş ki; ‘köpek kardeş, sen ne kadar semiz ve temizsin. Bir de bana bak. Kemiklerim sayılmakta… Sen ne yersin ne içersin de böyle semirirsin?
Köpek başlamış anlatmaya, ekmeğin yağlısını, kemiğin etlisini yerim. Kurt demiş ki; ‘peki köpek kardeş nerden bulursun bunları?’ Köpek cevaplamış; ‘Bir sahibim var benim. Ben onun bağını gözetir, hırsızlardan korurum. O da bana bunun karşılığında yiyecek verir’ dedikten sonra eklemiş; ‘görmekteyim ki, senin durumun içler acısı. Eğer istersen benimle kal, rahat edersin.’
Hiç ummadığı anda böyle bir teklif alan kurt sevinmiş bu işe… Başlamışlar köpekle birlikte yürümeye… Derken kurt, köpeğin boynunda bir iz olduğunu farketmiş… Derince, kesik izine benzeyen bir izmiş bu…
Demiş ki; ‘köpek kardeş bu boynundaki iz nedir?’
‘Ha o mu’ demiş köpek, ‘tasma izidir.’
Kurt meraklanıp sormuş;
‘Bu tasma dediğin ne?’
Köpek cevaplamış; ‘Sahibim bazen boynuma zincir takar. Gerek gördüğünde bağlar, gerektiğinde serbest bırakır.’ O anda kurdun kafasında şimşekler çakmış… Demiş ki; ‘köpek kardeş var sen git yoluna, ben gidem kendi yoluma. Senin yaşamın bana uymaz. Ben iki lokma ekmek için özgürlüğümden vazgeçemem… Aç açıkta kalırım ama özgür kalırım’ demiş…
Kıssadan hisse… Özgürlük ekmek, su kadar önemli. Bu hikayede kurt hem bir kişidir, hem bir toplum kesimi… Bağın sahibi de öyle… Burjuva ve küçük burjuva görüşlere göre bireyin özgür olabilmesi için toplumdan ahlaki, vicdani ve maddi bütün ilişkilerini koparmalıdır. Böylece birey kendini baskı altına alacak koşullardan kurtulacak ve ‘özgürleşecek’tir.
Ama gerçek bunun tam tersidir.
Özgürlük Marks’ın dediği gibi toplumsal bir olaydır. Çünkü; ‘birey, yeteneklerini her yönde geliştirmek için gerekli araçları toplum içinde edinir, demek ki özgürlük ancak toplum içinde olanaklıdır.’ İçinde bulunduğu toplum özgürleşirse birey de özgürleşir… Köleleşirse birey de köle haline gelir…
Bir soru daha geliyor gündeme, peki özgürlük nasıl sağlanacaktır? Halkın gerçekleri kavraması ve içinde bulunduğu durumu değiştirmeye çalışmasıyla olacaktır bu. İşte ezilen halkın ve bireyin özgürleşmesinin yolu budur.
– “Yani” dedi delikanlı… “Yanlış anlamadıysam, insan özgürlüğünün önündeki engellerin nedenlerini çözümleyip, özgürlüğünü engelleyenlerle savaşacak… Doğru mu?
– “Öyle de diyebiliriz”
– “O zaman bugüne kadar gelişen sınıf savaşımını, ezenle ezilen arasındaki savaşı, isyanları, aynı zamanda özgürlük savaşı olarak da görebilir miyiz?”
– “Tabii, aynen öyle” dedi ihtiyar. Ve devam etti;
Tarihte ezenle-ezilen arasındaki savaş aynı zamanda özgürlük uğruna verilen savaştır.
Tarih boyunca halklar bu özgürlük uğruna nice savaşlara girmiş, yenmiş, yenilmiş, türlü acılara, eziyetlere katlanmıştır. Ancak egemenler ne kadar baskı yaparlarsa yapsınlar, halkların özgürlük özlemlerini engelleyememişlerdir. Dünyanın her yerinde ezilen halklar, özgürlük uğuna can alıp can vermişlerdir. Topluca kıyıldıkları da olmuştur, yenildikleri de… Ama burada bir gerçek de vardır. Savaştıkları süre boyunca özgür olmuşlardır. Egemenler onların hayatlarını alsa da özgürlüklerini alamamışlardır…
Tarihi tecrübeleriyle, halklar evlerinin olmasının, karınlarının doymasının özgürlük olmadan hiçbir anlamı olmadığını öğrenmişlerdir.
– “Bugün de aynı şey geçerli” dedi delikanlı.
– “Tabi… ne güzel demiş Yılmaz Güney;
“Bir köle olarak yaşamaktansa, bir özgürlük savaşçısı olarak ölmek yeğdir…”