Tam da Nazım Hikmet’in dediği gibi Grup Yorum’un şarkıları yoksul mahallelerde, fabrikalarda, okullarda, meydanlarda ezilenlerin dilinde faşizme karşı en ön safta savaşıyor.
Nerede hak arayan biri varsa dilinde mutlaka Grup Yorum’un bir şarkısı vardır. İşte bu nedenle faşizm, Yorum’dan, onun yarattıklarından korkuyor. Üyelerini tutsak ediyor, konserlerini yasaklıyor, halkı örgütleyen şarkılarını bitirmek istiyor.
Onun yerine Gazapizm gibi bol bol küfür eden, ‘isyan edin’ diyen ama kendileri hiçbir alanda olmayan, faşizme karşı tek bir açıklama dahi yapacak cüreti olmayanları “alternatif” olarak gösterip popülerleştiriyor.
Halka, dinleyecekseniz bunları dinleyin, Yorum’u dinleyip örgütlenmeyin, bilincinizi sınıf kiniyle doldurmayın diyor. Biliyorlar ki Grup Yorum’un müziği, ezilenlerin ezenlere karşı sınıf kiniyle yoğrulmasına katkı sunuyor. Hem emperyalizm, hem oligarşi hem de reformizm; Yorum’u bu nedenle tecrit etmek, halktan uzaklaştırmak için el birliği yapıyor.
Küba’da düzenlenen uluslararası toplantıya Grup Yorum’u almıyorlar. Bizim şarkılarımız burjuvaziyle barışmak, onların yoluna girmek isteyenleri dahi ürkütüyor. Çünkü yalın ve sade… Söz mühendisliği değil halkın ve hayatın gerçekleri var şarkılarımızda.
Bizim şarkılarımız en ön safta çarpışıyor. Bizim şarkılarımız hayatı ve halkı örgütlüyor. Bizim şarkılarımızın gücü faşizmin saltanatını sarsıyor. Bunun böyle olduğunu sadece biz söylemiyoruz. Grup Yorum’a uygulanan tecrit ve yasaklamalar da şarkılarımızın gücünü kanıtlıyor. Dinleyeni örgütleyen şarkıları yapan Grup Yorum, bugün süresiz açlık grevinin 192. gününde direnmeye devam ederken üretmeye de devam ediyor.
Üretmek yaşamaktır. Üretmek teslim olmamak, kendini sürekli olarak yenilemektir. Grup Yorum direnerek, üreterek kendisini yok etmeye çalışanlara karşı her gün yeni baştan yaratıyor. Şarkılarımız halkın yüreğinde ve bilincinde biriken öfkeyi açığa çıkarıyor.
Şarkılarımız sınıfsaldır. Şarkılarımız çürümüş ve yozlaşmış düzenin başta uyuşturucu olmak üzere tüm pisliklerine karşı çarpışıyor. Bu nedenle sansürün en koyusu uygulanıyor şarkılarımıza. Onlarca TV ve radyo olmasına rağmen; 1 milyon kişiye konser veren, albümleri yüzbinler satan Grup Yorum’un şarkılarını ne çalarlar, ne emekçilerini programlarına çağırırlar ne de kliplerini yayınlarlar. Bu sınıfsal tercihin sonucudur. Ve burjuvazi bu nedenle düşmandır G.Yorum’a ve şarkılarımıza.
Bu düşmanlıksa kabulümüzdür. Bizim safımız halkın safıdır. Şarkılarımızsa sadece ona hizmet eder. Sınıflar nasıl ki ekonomiyi, siyaseti kendi çıkarlarına hizmet aracı olarak kullanıyorsa; her sınıfın da kendi gerçekliğine özgü bir sanat anlayışı vardır. Sanat, sınıflardan bağımsız gelişen bir hareket değildir. Bilakis sanat her sınıfın kendi çıkarına uygun tarzda gelişir. Bu yanıyla sanatçı sınıflar üstü değildir, ürettiği her eser bir sınıfın çıkarına hizmet eder. Ya halka ya da burjuvaziye…
Devrimciler hayatın her alanında Marksizm Leninizm’i kılavuz edinirler. Bu bakış açısı bize bilim ve bilgiyi tüm alanlarda kullanabilmeyi, bilimsel düşünmeyi öğretir. Bilim ve bilgi her alanda olduğu gibi müzik alanında da reddedilemez. Nasıl ki bir devrimcinin görevi yenilenmeyi süreklileştirmek, Marksizm-Leninizm’i geliştirmek ise, devrimci sanatçının görevi de hayatın bütün zenginliğini, sınıf mücadelesinin bütün devinimlerini sanatına aktarmak ve sanatını sürekli geliştirmek olmalıdır.
Gerçeği yakalamaktan bir an bile geri düşmek, mücadeleye hizmet etmeyi değil de, dogmatizme hapsolmayı getirecektir. Devrimci sanatın işlevi, halkın duygu ve düşüncelerini alıp onlara aynı şekilde geri vermek değil, onu bir adım ileri taşıyabilmek olmalıdır. Bunun için devrimci sanatçı bilimi kullanmayı öğrenmeli, sanatında yetkinleşmeli ve yeni anlatım yöntemleri bulabilmelidir.
Sınıf mücadelesinin tarihsel süreci ve halkın tüm bileşenleri göz önünde bulundurulduğunda, bunun bir tercih sorunu değil, bir zorunluluk olduğu görülecektir. “Artık sanatçı gelişen teknik ve iletişim dünyasında sanatını ustalık, duyarlılık düzeyinden bilim, bilinçle besleme düzeyine çıkartmak zorundadır. Bunu yapamazsa ister istemez bir dönem sonra bu çıkmaz, onu anlaşılmaz saçmalıklar üretme ve ürettiklerini çaresizce savunma durumuna düşüre cektir.” (Devrimci Sanat-1, syf: 26)
Buraya kadar anlattıklarımızdan yola çıkarak; müzikte bilimi ve bilgiyi kullanmak ve yetkinleşmekten anlamamız gereken, sadece en yüksek teknolojiyi kullanmak ya da enstrümanda ustalaşmak olmamalıdır. Elbette teknolojiyi kullanacak, müziğimizi yarattığımız enstrümanları en iyi şekilde kullanmayı öğrenecek ve yenilerini eklemeyi hedefleyecek, farklı müzik tarzlarından da faydalanacağız. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur; müziğin kalitesini arttırmak, halk kitlelerince anlaşılmayan, sadece belli bir kesime hitap eden bir tarza sahip olmak değildir.
Tersinden düşünürsek; “elitleşme”yi reddetmek, basit, sıradan bir tarzı ya da halk kültürünün geri yanlarını savunmak mıdır? Elbette değildir. Bizim yenilenmek ve yetkileşmekten kastımız, halkın gerçek duygularını ifade eden, bu duyguları derinleştiren, halka umut, inanç ve yaşama sevinci aşılayabilen bir tarz yakalayabilmek ve bunu geliştirmektir. “Biz statükocu değiliz kendimizi yenilemeliyiz, söylemimizi de yenileyebiliriz, müzikal tavrımızı da yenileyebiliriz.
Yeter ki bütün bu yenilikler anlattığımız perspektiften yoksun olmasın. Yani halktan kopmayalım, hayattan, yaşananlardan kopmayalım, mücadeleden kopmayalım, önemli olan budur. Bu kulvar içerisinde bugün yaşanan birçok şeyi, değişen kültürü, kitlelerin, halkın ruh halini göz önüne alarak biz de kendimizi değiştirebiliriz.
Şarkılarımızı onların bu değişkenliklerine denk düşen tarzda, biçimlerde yaparak onlara ulaştırabiliriz, bu bizim görevimiz. Devrimcilik de budur, kendini yenileyebilmektir. Bizim yaptığımız da bu. Kendimizi yenilemeye çalışıyoruz.” (G.Yorum-Tavır, sayı: 98)
Grup Yorum’un da vurguladığı gibi, devrimciliğimiz gibi müziğimiz de hiçbir kalıba hapsolmamalı. Ancak kalıpları kıracağız derken entellektüelliğe de savrulmamalıyız. Öteki türlü yaptığımız kuru bir bilgiçlikten, bilimsel “cambazlık” gösterilerinden öteye gitmez. Son süreçlerin en çok dinlenen pop şarkılarına bakalım; hiçbirinde emek, kolektif bir üretim yoktur.
Tamamıyla bilgisayar ortamında hazırlanmış, teknolojik gelişmelere vakıf olmalı ve bunları en iyi şekilde kullanabilmeliyiz. Ancak bu, üretimi ve kolektivizmi öldürmemelidir. Müziğimizin kalitesini arttırmak, estetiği geliştirmek için bilimi kullanmalıyız, fakat bunu yaparken ayaklarımız halk gerçeğine ve geleneklerimize sıkı sıkıya basmalıdır. Yani bizim müziğimiz sadece kendimizi tatmin eden, deneysel akademik çalışmalar olmamalıdır.
Halkı eğitme, onların algısını yenileme, ileriye götürme sorumluluğumuz vardır. Bunu yaparken müziğimizin kalitesini de arttırmayı hedefleriz, bu doğal bir yaklaşımdır. Grup Yorum’un 25. yıl –İnönü- konseri, bir milyon kişilik “Bağımsız Türkiye” konseri bu anlamda güzel birer örnektirler. Hem müzik kalitesi anlamında halka bilincine hem de binlerce insanın duygularına, ruhuna hitap edebilmiştir. Deyim yerindeyse binlerce kişiden oluşan bir halk korosu oluşturulmuş, ortak bir ruh ve motivasyon yakalanmıştır.
İşte bizim müzik alanında bilim ve bilgiyi kullanarak yetkinleşmekten anladığımız da budur. Ötesi burjuvaziye hizmet etmek demektir. İstanbul Olimpiyat Stadyumu’nda konser veren rock grubu U2, müziğin burjuvazi tarafından nasıl kullanıldığı konusunda bir örnektir. Hatırlanacak olursa, İslamcısından işbirlikçi burjuva basınına kadar tüm medya ağız birliği etmişçesine U2 grubunu “dünyanın en büyük rock grubu” olarak pazarlamışlardı.
Neye ve kime göre “en iyi” kararı verildi? Bunların cevabı yoktur. Ancak biz biliyoruz ki burjuvaziye göre “en iyi” olmanın kıstası en çok biat eden, en çok hizmet edendir. Bu yanıyla burjuvazi, müziğin kalitesi ya da estetiğiyle ilgilenmemektedir. Bu yüzden “çağdaş müzik”, “özgün eser”, “özgür yaratıcılık” gibi tanımlarla sunulan burjuva müziğinden alacağımız hiçbir şey yoktur. Çünkü temsil ettiği sınıfın ideolojisi çürüme ve yozlaşma içindedir. Bu anlamda yenilenmek, bilimi kullanmak adına burjuva müziğinden yararlanmaya çalışmak boştur; boş olmasının da ötesinde bizi de çürütür ve düzene yedeklenmemize sebep olur.
Burjuva sanatının temel görevinin, halkın dikkatini temel sorunlardan uzaklaştırıp, onları bireycileştirmek, bencilleştirmek ve umutsuzluk batağına sürüklemek olduğunu asla unutmamalıyız. Burjuva sanatının işlevi hakkında bir Amerikan senatörünün söylediği şu sözler çok çarpıcıdır: “Bolşevik Rusya’yı korku filmlerimizde gösterebiliyor olsaydık komünist inşayı mutlaka söküp atardık.” (Tavır sayı: 95, syf: 16)
Buna karşılık olarak, yazımızı Stalin’in sözleriyle bitirelim: “Sözüm ona batı müziğinin ve biçimci denilen eğilimlerin sınıfsal arka planı vardır. Bu müzik, tabii buna müzik denilebilirse, ritmlerini ‘shakers’ tarikatından almıştır; bu müzik eşliğinde edilen ‘dans’ insanların kendinden geçmesine neden olur, onları şirazesinden çıkmış, her türlü vahşiliği yapabilecek hayvanlara dönüştürür. Bu tür ritmler insanların beynini ve ruh halini etkilemek için psikiyatrların yardımıyla yaratılmaktadır.
Bu bir müziksel uyuşturucu bağımlılığıdır ve bunun etkisi altına giren kişi parlak fikirler üretemez, bir hayvana dönüşür, bu insanı devrime, komünizmi kurmaya çağırmak faydasızdır. Gördüğünüz gibi, müzik de savaşır.” (Age, syf: 15-16)
Halk Okulu sayı:2 alıntıdır