Mahir Çayan, sadece devrimin yolunu çizen bir teorik önder değildir. Mahir’de hep söylendiği gibi, teori ve pratik içiçedir. Kendisi pratiğin içindedir. Mahir, bu nedenle, devrimciliğin nasıl şekillenmesi gerektiği üzerinde de çok durmuştur. Militan devrimcilik ve devrimciliğin, 24 saatimizi belirleyen bir yaşam tarzı olarak ele alınması, Türkiye solunda Mahir ve yoldaşlarının elinde şekillenmiştir.
Aşağıdaki yazı, Mahir’in „KÜLTÜR SORUNU ÜZERİNE“ başlıklı yazısından alınmıştır. Her paragrafında devrimcilere, devrimci adaylarına çok değerli ve belirleyici öğütler var.
Sözü Mahir’e bırakıyoruz:
Devrimcinin görevi devrim için çarpışmaktır, hem de tüm olanakları, ile. Büyük ustaların sık sık belirttikleri gibi “Devrim için savaşmayana sosyalist denmez”.
Bu nedenle devrimci kendini devrime hazırlamalı, yeteneklerini geliştirmeli uzmanlaşmalıdır, bu da teorik ve pratik çalışma içinde eğitilmekle olur.
Yani devrimci teorik eğitim ve bunu pratikle birleştirmek.
Amaç ele geçen her türlü kitabın okunması ya da entelektüel bilgi edinilmesi değil, belirli bir sıra içinde eğitim yapmak, belirli bir düşmanla savaşmak için, iyi biçimde öğrenim yapmak olmalıdır. Amaç devrimci hareket içinde yeralacak kadroların yetişmesini sağlamaktır. Her militanın inisiyatifini kullanarak, yenilgi ve başarı alanlarında dürüst kararlar vererek, doğru taktikler ışığında savaşması, genel olarak devrimci teoriyi kavramasına ve bu teoriyi yaratıcı düşünce ile pratiğe uygulamasına bağlıdır.
Devrimci hareketin bir öğrencisinin sağlam eğitimden geçmesi, birbirine bağlı olan ve birbirini bütünleyen iki yolun gerçekleşmesine bağlıdır.
Soyut teoriyi öğretmek, kafalara alabildiğince kuru söz sokabilmek, işçi hareketleri tarihini kavratabilmek, dünya devrimci hareketi tarihini belletmek, kısacası genel olarak Marksizm-Leninizm’i ve dünya pratiğini kavratmak. Kendi ülkesinin devrimci haıeketinin pratik çalışmasında yeralmasını sağlamak kendi ülkesi koşullarına uyması sonucu, Marksist-Leninist, doğru çizgiyi kavratmak bu savaşın pratiğini vermesini sağlamaktır.
Görülüyor ki kadrolaşma hareketinde, kişinin teorik formasyonu çok önemli rol oynamaktadır. Kadronun, yığınların önderi olarak doğru çizgide eylem yapması, bağımsız örgütçü olarak çalışması, bu niteliğine sıkı sıkıya bağlıdır. Eğitimin temel yükünün, bireylerin omuzunda olması kaçınılmazdır.
Öğretmenin, öğrenme için etkin bireysel çalışmanın devrimci bir görev olduğu unutulmamalıdır.
Devrimciliğin statik, mekanik bir iş, genel anlamıyla bir meslek değil, bir ruh, bir coşku, bir yurtseverlik duygusu olduğu çıkmayacak bir biçimde kafamıza kazınmalı. Eğitimin bu ruhun, bu coşkunun bir gereği olarak birinci görev olduğu, benlikte biçimlenmeli.
Ancak o zaman devrimci eğitimin, temelini oluşturan bilimsel çalışmalar aksatılmadan yürütülebilir. Ancak o zaman kağıt üzerindeki devrimci eğitim, üzerine aldığımız kararlar, bürokratik kararlar olmaktan çıkar, somut günlük eğitim biçimine döner.
“Yürüyen devrim arabasına ben de omuz vereyim, benim de payım olsun işte” biçimindeki tutum tümü ile mekanik bir tutumdur. Bu tutum kişiyi edilgenliğe iter. Zor anlarda ise dönekliğe götürür. Sorun arabanın itilme eylemine katılma durumu değil, sorun tüm olanakların seferberliği ve devrim için sorumluluk yüklenebilme sorunudur. Bu da bir yerde devrimci coşkuyu karşı devrimci güçlere karşı zorluğu, hıncı gerektirir.
Uzun devrim günlerinde bizi ayakta tutan yıkıcı gücün bu devrimci coşku ve hıncı olduğunu bilelim, nasıl silahını yitiren ordu, orduluk niteliğini yitirirse, yurtseverlik coşkusunu taşımayan devrimci de devrimcilik niteliğini yitirir.
Yurtseverlik, devrime inanış ve sorumluluk alabilme ve sorumluluktan kaçmama, birbirinden ayrılmaz bir bütündür.
İyi bir devrimci yenilgi sırasında kendi kendine karar verebilen, kendi kendine sorumluluk yüklenebilen, gevşemeyen kişidir. Yapabileceği görevleri alma ve sorumluluk duygusu daima arkasından bir devrimci gibi davranma olgusunu getirmelidir. Yani sorumluluk duyan kişi, bunu pratiğe derhal uygulamalı, en azından kendini devrime hazırlamalıdır. Bu da kendi kendini (tabii ki belirli bir merkeziyetçilik ilkesi altında) öğretide ve eylemde eğitmekle olur.
Kendisini eğitmeyen, devrim öğretisi ile donatmayan, kendisi pratik çalışmanın içine girmeyen içi boş bir çuvaldan, bayağı bir lafazandan başka bir şey değildir.
Eğitimde hareket noktasının ülke ve dünya işçi sınıfı savaşının ana sorunlarının (politik, ekonomik, ideolojik olarak) incelenmesi ve bunu temel alarak Marksist-Leninist teori eğitiminin yapılması olmalıdır.
“Teorinin dogma değil eylem klavuzu” (LENİN) olduğunun, ana görevin “Parti-ve gençlik birliği üyelerine, genel bir düşmana karşı mücadeleyi değil, belirli koşullara Marksist-Leninist yöntemlerin uygulanmasını belirli bir düşmanla savaşmayı öğretmek” (DİMİTROV) olduğunu bilmek ve bunu eğitime temel almak gerekir.
Bireysel eğitim yapan kadrolar sık sık TARTIŞMA-ELEŞTİRİ- ÖZELEŞTİRİ ilkesine başvurmalıdır. Ancak bu yol1a konular daha iyi öğrenilebilir.
Önümüzdeki görevlerden birisi Marksizm-Leninizm’i öğrenmektir. Bu öğrenimi tamamlayabilmek için belirli bir program içinde çalışmaları yürütmek zorunludur. Bu da devrim savaşçısı olarak yolu şaşırmadan doğru bir çizgiden yürüyerek kitle çalışması yapacak olan yiğit savaşçıların oluşmasını gerçekleştirmek bakımından öneme sahiptir. Devrimci harekette disiplin, örgüt anlayışı ve sorumluluktan kaçanların arkası karanlık kuyularla doludur. Bu açıdan konunun önemini kavramalı hareketimizi bu öneme göre ayarlamalıyız.
MAHİR ÇAYAN