İstanbul’un bir gecekondu mahallesinde, bahçeyi gören bir odadan dışarıyı seyrediyorum. Dışarı çıksam, az öteden İstanbul boğazını görebilirim. Ama ben bir yataktayım. 40 kiloya düştüm. Bacaklarımda, vücudumu taşıyacak kadar güç kalmadı. Boğaz’ı şimdilik, sadece hayal edebiliyorum.
Sahnedeyim. Gitarım, en sevdiğim yıldız armalı askıyla boynuma asılı… Karşımda yüzbinlerce insan, yumrukları havada, “Bella Ciao” söylüyor. Tellere vuran elim, dünyanın en mahir eli sanki… Bacaklarımın dermanı yerinde… İstanbul’u boydan boya koşabilirim.
Bu iki anlatı da gerçek… İkisi de benim, bizim gerçeğimiz. Çünkü Türkiye’de yaşıyorum ve politik müzik yapan bir grubun üyesiyim. Dolayısıyla benim hikâyem, memleketimin büyük hikâyesinin bir yansımasından ibaret… Bugün itibarıyla 310 gündür yemek yemiyorum. “Kendimi açlıkla ifade ediyorum” diyeyim. Veya “Bas gitarımı aldılar, kendimi ifade için bedenimi enstrüman yaptım”.
Ben İbrahim Gökçek… 15 yıldır Grup Yorum’da basgitar çalıyorum. 35 yıl önce, 4 üniversite öğrencisinin kurduğu Yorum’un Türkiye’ninki kadar inişli çıkışlı bir tarihi var. Bu tarih bizi, konser verebilmek için kendimizi ölüme yatırdığımız günlere getirdi.
Bir üyemizi, sevgili yoldaşım Helin Bölek’i 3 Nisan günü, ölüm orucunun 288. gününde toprağa verdik. Bayrağı ben devraldım.
Diyeceksiniz ki, “Bir müzik grubunun üyeleri ne uğruna ölüyor? Neden ölüm orucu gibi insanı dehşete düşüren bir yöntemi tercih ediyor?”
Cevabımız, Helin’in 28 yıllık ömrünü feda ettiği, benim ise gün be gün erimeyi göze aldığım yakıcı gerçekte: Biz Türkiye’de 1980 sonrası verilen haklar ve özgürlükler mücadelesinin içinden doğduk. Halk kültürünü sosyalist düşünceyle buluşturan 23 albüm çıkardık. Albümlerimizin toplam satışı 2 milyonu aştı. Anadolu’da ve dünyada ezilen halkların türkülerini söyledik. Bu ülkede hakkını arayanlar, muhalifler, özgür ve demokratik bir ülke düşleyenler ne yaşadıysa, onların şarkılarını söyleyen bizler de aynısını yaşadık: Gözaltına alındık, tutuklandık, konserlerimiz yasaklandı, polis kültür merkezimizi bastı, enstrümanlarımızı parçaladı. Ve ilk kez, AKP Türkiyesi’nde, başımıza ödül konarak “aranan teröristler” listesine eklendik.
Bugün tam da sizi şaşırttığını tahmin ettiğim bu durumdan dolayı yemek yemeyi reddediyorum. Çünkü başıma koyulan ödüle rağmen kendimi hiç de terörist gibi hissetmiyorum.
“Terör listesi”ne girmemizin nedeni şu: Şarkılarımızda yerin 7 kat altında çalışmak zorunda olan madencileri, iş cinayetlerinde katledilen işçileri, işkencede öldürülen devrimcileri, doğası talan edilen köylüleri, yakılan aydınları, evleri yıkılan gecekonduluları, zulme uğrayan Kürt halkını ve direnenleri anlatıyoruz. Ve bunu söylemek, Türkiye’de “teröristlik” sayılıyor.
Sosyalizmin dünya çapında gözden düşürüldüğü son 30 yılda, böylesi bir sanatın alıcısı olmaz sananlar yanılıyor: Biz, Türkiye tarihinde Türkiyeli sanatçıların verdiği en büyük biletli konsere imza attık: O gün İstanbul İnönü Stadyumu’nda 55 bin kişi tek bir ağızdan devrim şarkıları söyledi. Ben de sahnede, 55 bin kişilik müthiş koroya bas gitarımla eşlik ettim. Biletsiz “Bağımsız Türkiye” konserlerimizin sonuncusunda ise yaklaşık 1 milyon kişi vardı. 4 yıl art arda Türkiyeli aydın ve sanatçıları sahnemize konuk ettik. Hatta bir konserde Joan Baez, polisin kültür merkezimizi bastığında kırdığı gitarla sahne aldı.
Grup Yorum, her iktidar döneminde baskıya maruz kaldı. Ama AKP’nin 2016’da ilan ettiği OHAL’den sonra, halkın her kesimine, gazetecilere, aydınlara, akademisyenlere dönük baskılar artınca, bizi de beter bir sürecin beklediğini anladık. Bir sabah uyandığımızda, 6 grup üyesinin adını teröristler listesinde gördük. Listede ben de vardım. 5 yıl önce 1 milyon kişiye konser veren gitarist, bir anda “ödülle aranan terörist’e dönüşmüştü. İktidardaki AKP, krizi derinleştikçe saldırıların dozunu artırıyor, daha geniş kesimlere saldırıyordu. Liste yayınlandıktan sonra kültür merkezimiz 2 yılda 9 kez polis tarafından basıldı. Üyelerimizin hemen hepsi peyderpey tutuklandı. Hatta öyle bir an geldi ki, dışarıda hiç Yorum üyesi kalmadı. Artık konser verebilmek için hem yasağı aşmak hem de çalacak eleman bulmak zorundaydık. Biz de halk korolarımızdan yetişen gençlerle İnternet konserleri düzenledik. Bir yandan da saldırılara karşı basın açıklamaları imza kampanyaları yaptık. Ancak baskılar bitmedi. 2019 Şubatı’nda kültür merkezimize yapılan baskında ben de tutuklandım. 2019 Mayısı’nda, “konser yasaklarının kaldırılması, kültür merkezimizin basılmasına son verilmesi, tutuklu grup elemanlarının bırakılıp haklarındaki davaların düşürülmesi, isimlerimizin terörist listesinden çıkarılması” talebiyle açlık grevine başladık. Sonra Helin Bölek’le birlikte eylemimizi ölüm orucuna çevirdik. Bu, taleplerimiz kabul edilene kadar aç kalmaktan vazgeçmeyeceğimiz anlamına geliyordu. Sonu ölüm bile olsa…
Davalarımız sürerken Helin ve ben tahliye edildik ancak halkın sahiplenmesine, aydınların, sanatçıların, milletvekillerinin ısrarlı çabalarına rağmen hükümet, taleplerimizi duymazdan geldi. Helin, ziyaretine gelen vekillere, “Bir konser sözü versinler, ölüm orucunu sonlandıracağım” demişti. Vermediler. Cenazesini, vasiyetine uygun şekilde kaldırmamız da engellendi.
Şimdi Helin İstanbul’da bir mezarlıkta, toprağının üstünde bir beyaz gelinlikle yatıyor. Yanı başımdaki oda artık boş. Ben ise, bir süredir bütün yaşantımı sürdürdüğüm bu yataktan sonraki yolculuğumun nereye olacağını, bedenimde süren savaşı ölümün mü yoksa yaşamın mı kazanacağını bilmiyorum. Bu savaşa dair bildiğim en güçlü şey, taleplerimiz kabul edilene kadar yaşama tutunarak ölüme yürüyüşümü sürdüreceğim.