Hasta Tutsak Avukat Barkın Timtik’ten Mektup

Sevgili avukatlarım, Sevgili büro emekçileri, Hepinizi olanca sevgim ve hasretimle kucaklarım.

Epeyce zaman oldu size yazmayalı. Nazım’ın avukatına yazdığı şiirinde dediği gibi, ‘’İyi günümde çok el uzanır bana, kötü günümde bana uzanan dost eli, nasılsın?’’ Evet, farkındayım, dizeler böyle değildi. Ama anlamı böyleydi.
Avukat zorlu sıkıntılı günlerin dostu, dert ortağıdır. Güçsüzün, ezilenin, halkın yol arkadaşıdır. Bunu, kendin avukat olsan da, tutsak olduğunda, hele bir de hasta tutsak olduğunda çok daha iyi anlıyorsun.

Size teşekkür etmeli miyim sevgili dostlarım? Evet biliyorum, elbette görevinizi yaptınız. Ve hayır sadece görev tanımına sığdırılamayacak bir incelikle, sahiplenmeyle, sevgiyle, bir devrimcinin sabrı ve ısrarıyla. HHB’nin bize öğrettiği gibi yani, yaptınız işinizi.

Varlığınızla, çalışmalarınızla gurur duyduğumu büromuzun geleneğine uygun davranışlarınızın, biz özgür tutsaklar üzerindeki etkilerinin farkında olarak mesleği icra edişinizi takdir ettiğimi bilmenizi istedim. Her birinizin verdiği, en küçük işin emeğini bile yüreğimde sevgiyle, saygıyla taşıdığımı bilin, ve bilin ki bu emek, saygı ve sevgi omuzlarımda, kafamda, yüreğimde taşıdığım değerli bir sorumluluktur.

Dedim ya devrimci avukatlıktan tutsak, tutsakken hasta olmak HHB’nin ne ve neden var olduğunu ve neden büyütülerek yaşatılması gerektiğinin cevabı oluyor. Evet, mademki hasta devrimci avukat tutsağım, bu özelliklerimle birlikte yaşadıklarımı özetleyip size olan ihtiyacın büyüklüğünü ve önemini de ifade etmiş olayım:

ADALETSIZLİĞİN SATIRI ALTINA BOYNUNU YATIRAN KURBANLAR OLMAMIZ İSTENİYORDU

Biliyorsunuz 2017 yılının Eylül ayında tutuklandığımızda, Bolu T tipine gönderilmiştim. Her birimiz on farklı hapishaneye dağıtılmıştık.
Orada bulunduğumuz süre içindeki kelepçeli tedavi dayatması nedeniyle hiç hastaneye gitme olanağımız olmuyordu. Hastanenin kesin kararı olduğu, muayene sırasında kelepçelerin açılmayacağı söyleniyordu. O sırada acil nedenlerle giden arkadaşlarımız yerlerde sürüklenerek, işkenceyle geri dönüyorlardı muayene olamadan. O nedenle tetkik ve muayene için hiç hastaneye sevk talep etmeyi düşünmedim bile. Haksız tutukluluğumuz, ardımızda bıraktığımız işler, açlık grevinde ölüme yaklaşan müvekkillerimiz, OHAL’in hapishane dayatmaları, ağırlaştırılan tecrit… Ablamdan bile ayrı hapishaneye konulmuştum ki eş olan, kardeş olan diğer dostlarımız da bu parçalanmışlığı yaşıyordu.

Bu sırada kendi bedenim ve sağlığım öncelikler sıralamasında yer almıyordu, alamazdı. Yine hatırlarsınız, sözde deliller, uydurma ifadelerle ilk duruşma sırasında 1 yılı bulacak tutsaklığımız, SEGBİS dayatması nedeniyle de ağırlaştırılan bir adaletsizliğin kamçısı gibiydi. SEGBİS dayatması açlık grevi eylemimizle birlikte aşıldı.

10-14 Eylül 2018 tarihli duruşmalarımızda, yargılamanın nedenini, uydurma delilleri bir bir anlatıp 17 avukat birlikte tahliye edildiğimizde sevincimize diyecek yoktu. Fakat daha dışarıda birkaç saat özgürce nefes alamadan, siyasi iktidarın zorlaması olduğun anlaşılan bir sözde mahkeme kararıyla, hakkımızda tutuklamaya yönelik yakalama kararı çıkarıldı. Artık adaletsizliğin satırı altına boynunu yatırması istenen kurbanlardık, öyle olmamız isteniyordu. Belki de bu birkaç saatlik tahliye oyunu da bize ceza çektirmek için oynanmış irademizi sınayan, zayıflatmaya dönük bir yöntemdi.

Her ne için yapılmışsa yapılmıştı, bizde adaletsizliğin tokadına uzanmış bir yüz bulamayacaktı. ‘’… Anlıyorsun silmek istediklerini

Olumlu ne varsa künyenden Umut, yenilmemek, yaşama sevinci Anlıyorsun o pencere orada neden O bir tek dal neyin işkencesi …
Oysa bir şey var bilmedikleri Neye değse elin silaha dönüşür Öyle bir kavganın içindesin ki Bir ağaç dalı bile dövüşür Bir pencere bile yeter Bilemeye direncini Kemal Özer

ÇALDIĞIM KAPILARDAN GERİ DÖNDÜĞÜM DE OLDU, SARIP SARMALANDIĞIM DA

Gizlendim, gizlendik.
Ben bir avukat olarak, devrimci bir avukat olarak, faşizmi ve yöntemlerini bilen bir halk aydını olarak adaletsizliğin hükmüne nasıl uyabilirdim ki! Benim direncimi bileyen, uğradığımız adaletsizliğe duyduğum öfkeydi. Elbette zordu koşullar, tanınan bir insandım. Çaldığım kapılardan geri döndüğüm de oldu, sarıp sarmalandığım da. Ayrılırken arkamdan ağlayanlar da oldu, seni yurt dışına kaçıralım diyen de.

Daha uzun süre misafir edemediğinin mahcubiyetini gözlerinde taşıyan dostların sarılmaları da unutulmayacak izler bırakıyor insanda. Her ne olursa olsun, her an aranan bir ‘’terörist’’ olarak yiyip içtiklerinizden, aldığınız nefese kadar, duyum ve his eşiğinize kadar her şeyiniz değişiyor.

Ve bu biçimde geçirdiğiniz her gün, irade gücünüzü büyütür, gizlenerek yaşama azminizi arttırken, bedensel olarak sağlığınızı bozabiliyor. İçeride olan kaderimi kaderlerine bağladığım dostlarım, sözde bir mahkemece yargılanmaya devam ediyorlar, direnişler örgütlüyorlar ve ben onları uzaktan izlemek, katkılarımı gizlice yapmak zorundayım.

Onlar açlık grevine başladılar 24 Ocak Tehlikedeki Avukatlar Günü’nde. Ben de ilk bir haftasında onlarla birlikte açlıktayım. Bir direnişin kimsenin bilmediği bir parçasıyım, huzurluyum. İlk o sırada fark ettim karnımda oluşan kitleyi. Tabi bunun normal bir durum mu, açlık grevinden kaynaklı bir şişkinlik mi ya da kanserli bir ur mu olduğunu bilme imkânım yoktu. Üstünde durmamayı tercih ettim çünkü hastanelere gidip yakalanmak istemiyordum.

Bu durumun üzerinden çok zaman geçmeden bir tesadüf eseri yakalandım ve dört gün su ve şeker almadan, işkenceli bir gözaltı sonrası tutuklandım yeniden. Oysa benim hakkımda zaten tutuklamaya dönük yakalama kararı vardı. Keyfi olarak dört gün süreyle ters kelepçe işkencesi altında, saçlarım yolunarak, tokatlanıp yerlere atılarak sözde soruşturma yürütüldü hakkımda. Sonraysa hakkımdaki karar yüzüme okunarak tutuklandım.

Tutsak avukat arkadaşlarım, duruşma günlerine kadar açlık grevi eylemlerini sürdüreceklerini ilan etmiş oldukları için ben de bu direnişin ortağı oldum. Hakkımızda verilen haksız, adaletsiz karar belli olduktan sonra başta İstanbul Barosu ve sevgili meslektaşlarımızın bu mücadelenin hak, hukuk, adalet mücadelesi olduğu ve bu mücadelenin kesintisiz bir biçimde sürdürüleceği, bizlerin sağlığına zarar gelecek bir eylemi daha fazla sürdürmemiz, onlara güven duymamız gerektiği sözleri üzerinde açlık grevi eylemimize şimdilik kaydıyla son verdik.

ADALETE BAKIN!

Aldığım cezayı biliyorsunuz: 18 yıl 9 ay. Soma’nın patronu ölen 301 işçi için, her bir ölüm başına 6 gün hapis yattı. Ve bizim bu cezaları almamızdan kısa bir süre sonra, madencilik yapmaya yani işçilere yeni mezarlar kazmak üzere tahliye edildi. Adalete bakın siz!

Taş olsa çatlar. Taş değiliz çatlamadık ama oluyor işte bir şeyler. Sebebini anlayamadığım bir biçimde ve hızla karnımdaki kitle büyüyordu. Yan hücrelerdeki müvekkillerimle, hücre arkadaşımla paylaştım durumumu. Hemen revire çıkıp hastaneye sevk istememi önerdiler. Sanıyorum revir dilekçesi verdikten 2 gün sonra falan revire çıkarıldım. Durumu anlattım ve benim elle muayene edilmem gerektiği, hatırlatmam üzerine ‘’Ah, peki bakalım’’ cevabıyla muayene edildim.

Silivri Hapishanesi Kampüs Hastanesine sevkim yapıldı. Yaklaşık bir hafta kadar sonra kampüs hastanesi, kadın doğum bölümüne götürüldüm. Buradaki doktor, sadece sorular sordu, herhangi bir muayene yapmadı. Ultrason için randevu alınmasını, ultrason sonucuna izinden dönünce bakacağını söyledi. Yaklaşık 8-10 gün kadar ultrasona götürülmeyi bekledim. Ultrasonda sağ yumurtalıkta yerleşmiş gibi görünen 15 santime yakın bir büyüklükte bir yapı tespit edildi. Ancak ultrason sonuçlarının değerlendirilmesi için kadın-doğum doktoru izinden gelmeliydi. 15 Nisan 2019 günü, revir görevlisi, kampüs hastanesinin kadın-doğum doktorunun beni acilen görmek istediğini söyleyince o gün hastaneye götürüldüm.

Doktor durumu anlattı, söz konusu kistin çok büyük ve patlama ihtimali olan bir kist olduğunu ancak ultrasonda bu kitlenin yumurtalıkta mı yoksa bağırsaklarda mı olduğunun belli olmadığını, bunun için kan tahlilleri ve MR çekimi yaptırılması gerektiğini söyledi. Aynı gün kan örneklerim alındı ve acil durum olduğu söylendiği halde, MR çekimim yapılmadı. Daha sonra, başka bir hastaneye sevkim yapılarak MR çektirildi.

Çekim öncesi bir gardiyan, bu MR’ın ilaçlı olduğunu, bana verecekleri ilacı, temizlenerek vücuduma sürmem gerektiğini, o şekilde çekim yapılabildiğini söyledi. Tabi bu bilginin ona nereden, kimden verildiğini bilmiyordum ama doktor tarafından bana bir şey söylenmemişti. Neyse ki, ilaçların prospektüslerini okuma alışkanlığım, vakıf olmadan, anlamadan böyle bir hazırlık yapmamı engelledi. Meğerse bu ilacı ben, sadece yanımda taşımalı, hastanede MR çekimi yapacak görevliye vermeliymişim.

Düşünsenize, kendin hastaneye gitmeden kısa bir süre önce verilen ilacın üstünü okumasam, gardiyanın dediğini yapsam sonuç ne olurdu? Güler misin, ağlar mısın, kızar mısın? Neyse, sonuç olarak sanıyorum 19 Nisan günü MR çekimi yapıldı. Çekimden önce tutulduğum, yataklı, demir parmaklıklı, tuvaleti kirli, insanı daha fazla hasta edecek bir yer. Ve zaten bir hastanın yolculuk yapmasının kesinlikle uygun olmadığı kirli, ya havasız ya da kliması son sınırına kadar açık, ölçüsüz derecede soğuk ya da sıcak, kelepçeli ring araçları, başka hastalıklara yol açıcı türden etkiler yapıyor. Bugüne kadar o araçlara binip başka duygu ve düşünceler ve hatta fiziksel etkilerle dönmeyen tutsak olmamıştır diye inanıyorum.

Uzatmayayım, o gün MR çekimi yapılıp döndüğümde saatlerce beklemek, ring aracı etkisi belki ilaçlı MR’ın etkisi vb. ertesi günlerde bedensel etkilerini yaşadım. Sonrası, MR sonuçlarının gelmesi, bunların örneklerinin talep etmeme rağmen bana ve avukatlarıma zamanında ve tam olarak verilmemesi gereksiz kaygılar yaşamama neden oldu. Yaklaşık 1 ay sonra jinekolog-onkoloji bölümüne sevkimin yapıldığı söylendi. Onkolojinin ne anlama geldiğini bildiğim için ve annemi, teyzemi kanser hastalığı sonucu kaybettiğimden, benim de hızla büyüyen kitlenin kanserli olduğunun tespit edildiğini düşündüm.

Hapishane, ring aracı, kelepçe, kapatılmışlık duygusu, sevdiklerine özlem, uğradığımız adaletsizlik, hayata ve halka sorumluluk duygusu direnmem, sonuna kadar mücadele etmem gerektiği bilinci, dışarıdaki arkadaşlarıma, yakınlarıma, bir de hastalığımla üzüntü vermek, sorumluluk ve teni görevler yüklenmek…

SAĞLIĞIMLA İILGİLİ DOĞRU, GÜVENİLİR, YETERLİ BİLGİNİN VERİLMEMESİ, PSİKOLOJİK CEZA YÖNTEMİDİR,

Elbette onlarca şeyi bir arada düşünüyordum ve hala da öyle. Velhasıl, 10 Mayıs günü Kanuni Eğitim ve Araştırma Hastanesi Jinekolojik onkoloji bölümüne götürüldüğümde, MR sonuçlarında görünen kitlenin, benzerlerine göre çok büyük olduğu, patlama riski taşıdığı ve fakat yüksek ihtimalle kanserli olmadığının belli olduğu, uzman doktorlar tarafından söylendi. Yani gereksiz yere, belirsizlik duygusu içinde olandan daha kötü bir ihtimal düşünmeme yol açıldı.

Sağlığımla ilgili doğru, güvenilir, yeterli bilginin verilmemesi, bundan emin olamamak ayrı bir psikolojik ceza yöntemidir, bunu kendi durumumdan yola çıkarak rahatlıkla söyleyebilirim. Neyse o gün yine, saatler süren bekleme, ring aracı işkencesi altında müthiş bir yorgunluk ve bilinmezlikle geri döndüm. Güven ve güvenmek duygusu her halde yaşamdaki en önemli duygu. Çok sevdiğim sesleriyle, duruşlarıyla, hayattaki sorumluluk tutum ve duruşlarıyla güven veren hekimleri düşündüm. Emin olmak, evet tutsakken sahip olmanız engellenen bir durum ve çok önemli.

14 Mayıs gününe Kanuni Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Doğum Aseptik bölüme sevkim yapılmış. Bir gün önceki akşam saat 10’dan sonra bilgisi veriliyor. Sabah erkenden kalkıp hazırlıklarımı yapıp bekliyorum. Bekle Allah bekle, sonra askerin sevki iptal ettiğini öğreniyorum. Ne yapacağım? Neden iptal edildiğini sorup duruyorum, bilen yok. Asker iptal etmiş, söylenecek söz, sorulabilecek bir hesap mekanizması yok. Tekrar randevu alınacak bu durumda. Üç gün sonraya tekrar, bir gün önceki akşam gelindi, yarın sevkin var. İyi peki güzel, yeniden sabah erken kalkış hazırlık… Bu defaki daha farklı; tekli ring aracı. Bu araçlarla yolculuk yapmak istemediğimiz biliniyor aslında. Ellerim kelepçeli biçimde araca gidiyorum ve yüzüme daracık, karanlık boğucu kabinin küçücük delikten sızan ışıkları çarpıyor. Hemen geri çekilip ben bu araçla gitmeyeceğim dedim.

‘Ama tedavi olmak istemiyor musunuz? İstiyorsanız araç bu!’ diyor asker. Tedavi olmayı ben istiyorum ama istemeyenler var demek ki, bu araca binmeyeceğimizi biliyor idare çünkü. 17 Mayıs günkü randevuya da bu nedenle gidemiyorum. Hemen idareye, revire dilekçe yazıp engel çıkarılarak tedavime devam edemediğimi, doğacak tüm sonuçların kendi üzerinde olduğunu hatırlattım. 24 Mayıs günü, normal ve yine kirli, yine havasız, yine kötü kokan yine çok sıcak ya da çok soğuk ring aracıyla, kelepçeli biçimde Kadın Doğum aseptik bölümüne götürüldüm.

Çok kalabalık, küçücük bir muayene odası… Halkımızın mahkûm edildiği bir sağlıksızlık tablosu. Ultrasonla yeniden bir muayeneden sonra ameliyat edilmem gerektiği, EKG, röntgen, kan tahlili ve anestezi bölümünden alınacak raporla birlikte gelinmesi gerektiği, ameliyat günü verileceği söylendi. Bu tetkiklerin bir bölümünü yaptırabildikten sonra yine beklemek üzere ring aracına alındım.

BU BÜYÜK BİR SAĞLIK HAKKI İHLALİ

Sonra başka tutsakların tetkik ve muayeneleri için başka hastanelere yolculuk yapıldı. Saatler sonra dönebildik yeniden hapishaneye. 27 Mayıs günü tekrar aynı koşullarda götürüldüm hastaneye. Kalan tetkikler ve sonuçlar alındıktan sonra anestezi doktorunun verdiği raporla ameliyat günü verildi. İki gün sonraya gün verildi ve hemen yakınlarıma nasıl haber verebileceğimi, refakatçi kabul edilip edilmeyeceğini sordum.

Haber vermenin hapishaneyle ilgili olduğu, refakatçiye de ihtiyaç olacağını söyledi doktor. Ancak hapishaneye yazılı, sözlü ısrarlarıma, Savcılığa yazmama rağmen ne avukatlarıma ne ailemden birine haber verdiler. Aslında doğru olan, bu duruma ameliyat olmayıp doğacak sonuçların hapishane idaresi üzerinde kalmasıydı. Sonuçta bıçak altına yatıyorsun, ciddi sonuçları olan bir durum içindesin ve ihtiyaçların gözetilmiyor. Bu büyük bir sağlık hakkı ihlali aslında ve hayatınla ilgili, vücut bütünlüğünle ilgili bir karar almak gerektiğinde veya yaşamına, bedensel bütünlüğüne dokunulduğunda bundan bilgi ve haber sahibi kimse bulunmuyor. O sırada başınıza her şey gelebilir.

Bunun da dışında, ameliyat öncesi ve sonrası yapılan işlemlerle ilgili tek başınıza yapamayacağınız, yardım almanız gereken bir fiziki ve psikolojik durum içinde oluyorsunuz. Yani kesinkes yakınlarınıza, avukatlarınıza bilgi ve haber verilmeli. Verilmemesi her türlü kuşkuyu akla getirmeli diye düşünüyorum. Tutulduğum mahkûm koğuşuna gelirsek. İlk olarak söylemek gerekirse geniş, ferah görünümüne rağmen, hemen kapı önünde sabahlara kadar (sahur, iftar toplanmaları dâhil) süren gürültü, ısrarlarım sonucu sürekli izlenme psikolojisi yaratılması bir hasta olarak hassasiyet gösterilmeyen ve taciz altında tutulan bir ‘suçlu’ olarak görüldüğünü gösteriyor. Bu odaya ( ya da hücre mi demeliyim) getirildiğimde ne yerler, ne küçük çekmeceli dolaplar temizlenmiş, tuvalette ise hala bir önceki hasta tutsağın idrar bidonları dolu olarak durmaktaydı.

Defalarca söylememe ve tuvaleti bu süre içinde kullanmamaya çalışmama rağmen ne hücre ne tuvalet temizlenmedi. Olabildiğince kendi çabalarımla ben temizlemek ve kullanmak zorunda kaldım. Mesele asla temizlemek değil mesele benim bir hasta tutsak oluşum ve devletin bizleri tutsak ederek üstlendiği sorumluluğu yerine getirmemiş olması.

Mademki haksız yere tutsak ediyorsun, hürriyetini elinden alıyorsun bunun karşılığında her türlü gereksinimi karşılamak zorundasın. Elbette öteden beri hasta tutsaklara yapılanın, kişinin hastalığının bile kendisi için işkence aracı haline getirmek olduğunu biliyorduk. Benim için de böyle fırsatlar kaçırılmadı. Sizlerin yakın takibi, devrimci avukatlar olarak tanınan bilinen insanlar oluşumuz, yapılan başvurular, sahiplenme kuşkusuz ki bana yaşatabilecekleri en az düzeye indirdi ama benim vurgulamak istediğim, başka hasta tutsaklara nasıl muamele edildiğinin düşünülebilmesi.

Sevgili dostlar, ameliyata giderken üzerinizde yalnızca hastanenin verdiği ameliyat gömleği oluyor yani çıplaksınız. Bu durumda bile, yatar vaziyette etrafınız silahlı askerlerle sarılmış, her türlü önlem alınmışken elime kelepçe takılıp yatağa bağlanmak istedim. Elbette böyle bir şeye izin vermedim, asla vermeyeceğimi anladıkları için vazgeçtiler, lütfeder gibi. Ama askerin birine maske, bone, asker üniforması üzerine ameliyathane gömleği giydirip tüm enfeksiyon risklerini hiçe sayarak ameliyathaneye sokmaktan geri durmadılar. Ameliyatın ne kadar sürdüğünü, ne zaman kendime geldiğimi anımsamıyorum ancak çok şiddetli bir acı duyuyordum ve bu sıralarda sizlere gerçekten çok ihtiyacım oldu. Neyse ki ertesi gün sizin tesadüfen durumumdan haberdar oluşunuz ve gün boyu süren emekleriniz, ısrarlarınız sonucu teyzem refakatçi olarak kabul edildi ve bu ihtiyacın önemini daha fazla hissedebildim.

HAKLAR VE MEŞRULUK BİILİNCİ, NEREDE OLURSAK OLALIM BİZE AİT OLAN HAKLARI SONUNA KADAR KULLANMAKTIR

Doğrusunu isterseniz, yapılanların eziyet vermek amacını taşıdığını bildiğimden ne talepkar olup reddedilmeyi ne de kendi kendime şikayetlenmeyi değil; direnmeyi tek başıma da olsam üstesinden gelebilir, bu da düşmanlık etmenin ayrı bir aracı yalnızca öfkemi büyütürsünüz diyerek düşünmeyi seçmişim. Ancak bunun da yanlış bir düşünme biçimi olduğunu görüyorum şimdi. Eksik desem daha doğru olur.

Haklar ve meşruluk bilinci, nerede olursak olalım bize ait olan hakları sonuna kadar kullanma, bu hakların genişlemesi için çaba sarf etme ve gerekirse bunun için bedel ödeme bilinci öncelikli olmalı. Ne ilk ne de son hasta tutsak ben olacağım. Öyleyse tüm hasta tutsaklık özgür tutsaklık haklarını birlikte düşünmeliyim. Yazarken bir yandan da kendimle konuşuyorum. Hastaneden çıkarılışım da ayrı bir sorundu. Çünkü bayram tatiline denk geliyordu. Sürekli pansuman yapılması ve gelişecek herhangi bir duruma karşı hekim kontrolü altında olmam gerekirdi. Dışarıda olsam herhangi bir durumda çok hızla bu imkâna sahibim ama ya hapishane hücresinde.

Bu durumu birkaç kez sorumlu uzman hekimlere de söylediğim halde herkesi en fazla üç gün tuttuklarını, hastane enfeksiyonu kapabileceğimi söylediler. İyi de hapishane enfeksiyonu diye de bir şey var ve orada duvarlar, demir kapılar ve kilitler var. Ne olacak? Tabi bu ne olacağı onlar düşünecek değiller ya, düşünmediler…

Doktorlar ağrı kesici ve antibiyotik reçete edileceğini söylemişlerdi. Bu ilaçlar bana verilmedi dahası böyle bir reçete olmadığı söylendi. Pansuman yapılmasının her gün gerekli olduğu söylenmişti. Ben ertesi gün revire durumu hatırlatan, ilaçların verilmesini isteyen bir dilekçe yazdım ancak ‘’bayram tatili’’ olduğu için dilekçeyi veremedim bile. Benim ısrarım sonucu ancak pansuman yapılabilmesi mümkün hale gelebildi. 10 gün sonra dikişlerin alınması gerekiyordu. 12 Haziran’da dikişlerin alınması için hastaneye götürüldüğümde yeni bir dayatma ile karşılaştım. Asker(rütbeli) kapının önünde durup inmemi önledi ve kolunuza bir kelepçe daha takacağız yoksa sizi götüremeyiz dedi. Ben de bunu kabul etmeyeceğimi, haftalardır hiçbir güvenlik sorunu olmadan gelip gittiğimi, dayatırlarsa tedavi de olmayacağımı asıl sorunun o zaman çıkarılacağını söyledim.
Firarlar oluyormuş, herkese takılıyormuş vb. dedi. Tedavi hakkımı engelliyorsunuz buna hakkınız yok, kaçabilenlerin kim olduğu da belli onları engellersiniz diye tartışınca ikinci kelepçe takılmamış oldu. Ancak öğrenebildiğimiz kadarıyla çift kelepçe dayatması yaygınlaştırılmak istenen genel bir uygulama halini almaya başlayacak. İzmir’den gelen mektupta bu nedenle aylardır hastaneye gidemedikleri yazılıyordu.

HAPİSHANELERDE HASTA OLMAK, İŞKENCE YAPMAK İSTEYENLERE BULUNMAZ NİMET!

Dediğim gibi hapishanelerde hasta olmak, işkence yapmak isteyenlere bulunmaz nimet! Türlü çeşitli engelleri dayatmalarla dayanılmaz acılara mahkûm ediliverilirsiniz. O nedenle size böyle uzun uzun yazıp anlatmayı istedim. Benim yaşadıklarım ve hissettiklerim hasta tutsakların yaşadıklarının çok önemsiz ve küçük bir kısmı.

Her yerde sahiplenilen, kendi haklarını koruyabilen düzen içinde de bir statüsü olan biri olarak ben bunları yaşadıysam, bana yakınlarıma haber vermeden ameliyat dayatıldıysa, saatler süren kelepçeli ring aracı yolculukları, bilgisiz/cevapsız bırakılmak, daha fazla enfeksiyon kapma, hastalanma riski altında kirli, havasız koşullarda bırakıldıysam vb. benim imkânlarıma sahip olmayan yüzlerce hasta tutsak neler yaşıyordur? Tahmin etmesi bile zor ve acı. Benim açımdan da durum pek parlak değil. Neden derseniz söz konusu, kistin tekrar etme olasılığı varmış ve hâlihazırda 2 santimetrelik bir kist de sol yumurtalıkta durmakta. Bu konuda aldığım cevap, durumun olağan olduğu, bir sorun olmadığı. Ancak yine de emin olmak zor.

ADİL, EŞİT, ÖZGÜR ÜLKE VE DÜNYA ÖZLEMİ GERÇEK OLACAK, UZAK DEĞİL!

Tecritin etkileri, betona, demire hapsedilmişlik, beslenme koşulları, plastikle, tekdüze hazır gıda ile geçer aylar, yıllar. Hasta değilseniz bile hasta eden koşullar ve her geçen gün büyütülen adaletsizliğin içinde büyüyüp duran isyanı. Çok uzattım farkındayım. Dilerim bu satırlar elinize ulaşır. Hasta tutsaklık kavramını yok edene kadar da mücadelemizi büyüterek sürdürürüz. 30.yılımızın onuru ve coşkusuyla hepinizi yürekten, gülerekten selamlıyor, kucaklıyorum. Biz kazanacağız, halklarımız kazanacak. Adil, eşit, özgür ülke ve dünya özlemi gerçek olacak, uzak değil!
Hep Umutla
Barkın

Sosyal ağlarda paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.