Halkın Avukatları Tarih Yazıyor… Selçuk Kozağaçlı’nın Konuşması -1

Selçuk Kozağaçlı’nın Konuşması -1

“Bizim tutuklu olmamız sizi, bizden kurtarmaz. Biz bir geleneğiz.”

7 Kasım’daki duruşmada, ilk olarak ÇHD Genel Başkanı, Halkın Hukuk Bürosu avukatı Selçuk Kozağaçlı konuştu.
Aşağıda bu konuşmayı sunuyoruz:

Av. Selçuk KOZAĞAÇLI:
Dünya üzerinde hiçbir ceza davası bu kadar güvende değildir. Bu kadar kalabalık bir avukat heyeti tarafından güven altına alınmamıştır. 20’den fazla avukat örgütünü temsilen 60’ın üzerinde yurtdışından temsilci buradalar. Onlara teşekkür ediyoruz.

20 ülkeden 60 avukat örgütü temsilcisi niye geldi? Biz buna enternasyonalizm diyoruz, biz buna dayanışma diyoruz. “Biz nerede bir doğum sancısı atlarımızı oraya sürdük…” diyoruz.

On yıl boyunca bu davaya bizimle başlamış olan meslektaşlarımızı kaybettik. Filipinler’de katledilen Av. Ramos’u anıyorum. Maden sermayesine karşı yürüttüğümüz hukuk mücadelesini anıyorum.

Av. Selçuk Kozağaçlı: Tahir Elçi bu dava başladığı günden beri hep yanımızdaydı. Bizi hiç yalnız bırakmadı. Onu da anıyorum . Bugün onunla beraber de bu dosyayı kapatıyoruz.

Venezuella’dan iki meslektaşımızı kaybettik, onları da anıyorum. Roland Weyl 102 yaşında kaybettik. Tamil’den, Mısır’dan, Hindistan’da, Filistin’de katledilen meslektaşlarımı anıyorum. Hepsi bu dosyanın avukatıydı.

Amasra’da stajyerim sayılacak avukatların etkili avukat müdahalelerini gördüm, gurur duydum. Biz bu meseleleri tavizsiz bir biçimde takip ettiğimiz için bugün buradayız.

Dosyanızdaki dijitalleri aldık ve avukatlarımız inceledi. Bana dediler ki, savunma yapma. Bu dijitallerle yargılama yapmaya devam edilemez. Bu meseleyi konuşacağız ama önce konuşmak istediklerimiz var.

24 Aralık 2013 sabahı, yine bu salonda şöyle demişim:
“Uyduları,televizyon kanalları ve yüksek tirajlı gazeteleri bulunmayan yoksulların istiflenmiş ölüleri arasından sıyrılıp, silah zoru ile itilip kakılarak da olsa, bir mikrofonun önüne dikilmenin nasıl bir ayrıcalık olduğunu görebiliyor musunuz? İşte o yüzden bu mikrofona ulaşana kadar nelere katlandığımızın ve işin sonunda başımıza daha neler getirmeyi planladığınızın; bu anın değerini düşürmesine izin vermeyip konuşacağız.

Konuşabilmeyi hafife almayın biz almıyoruz.
Burada bulunmamızın, ölü veya sağ, yoksullarla ilgisi var. Biz avukatız: Kendimiz için asaleten ve konuşamayanlar için vekâleten konuşacağız.”

2015 senesinde yazmış olduğumuz kitap 2017 Mayıs ayında G.antep 4. sulh ceza hakimliğince toplatma kararı verdi. Önünüzdeki dosyada sorgunun yer aldığı kısım hakkında toplatma kararı var.

18 Ocak 2013 tarihinde Beyrut’tan yaptığım basın açıklamasında önce neden böyle bir saldırının hedefi olduğumuzu anlatıp; yaptığımız işleri, yürüttüğümüz davaları sıralayan bir liste sunduktan sonra şöyle söylemişim:

“Bizi tutuklamak mı istiyorsunuz? Savcılıklarda ve mahkemelerdeki hukukçu profili bu iken elbette yapabilirsiniz. Ama biz tutuklandık diye bu işler yapılmaz sanıyorsanız çok yanılırsınız…”

Bizim tutuklu olmamız sizi, bizden kurtarmaz. Biz bir geleneğiz. Biz bir avukatlık kültürüyüz, başka yerden filiz veririz.

“…değil bizi endişelendirecek ciddiyette bir suçlama, eli yüzü düzgün bir komplo bile kuramadıklarını zaten tahmin ediyorum… Geliyorum.”
demişim.

Suriye’ye saldıran cihatçıların % 75’i Türkiye’den geçiyordu. Türkiye’de Suriye halkının dostu yok mudur? dediler, bizi davet ettiler. Bu yüzden gittim.

Ben 26 yıldır avukatlık yapıyorum, hakkımda 5 kere yakalama kararı çıktı. Birinde Şam’da, birinde Lizbon’daydım. Benim avukatlık ofisimi mühürlediler. Bana Lizbon’da meslektaşlarım dedi ki gitme. Geldim, o mührü söktüm.

Bir kere avukat bürosunun mühürlenmesine izin verirseniz o mühür süreklileşir. ÇHD’nin mührünü de söktük.

Dosyanızdaki dijital denilen evraklarla 2004 yılında hakkımda yakalama çıkarıldı. Gittim, ifade verdim. Dava açıldı, 2. celsede beraat ettim. Daha yönetilebilir bir ülkeydi.

2017’de yanımdan Barkın Hanım’ı ve Şükriye Hanım’ı aldılar. Beni niye almıyorsunuz? dedim. Siyasi şube polisi “Seni 2 ay sonra alacağız.” dedi. Savcıya dilekçe verdim, bir şey yapacak mısınız? diye. 61 gün sonra tutuklandım.

2018’de tahliye kararımızın itirazla kaldırılmasından sonra ben adliyeye gittim, heyet kaçtı. Beni sahte evrakla ertesi gün tutukladılar.

Hakkımda verilen yakalama kararlarının tamamı yok hükmündeydi. Buna rağmen ısrarla geliyor olmak ahmaklık. Sizin heyetiniz 15 kez daha kaça şüphesiyle tutukluluk kararı verdi. Özgür,Oya haklarında verilen yakalama kararını kabul etmediler. 1 sene boyunca uymadılar karara++

Doğrusu hakkınızdaki yok hükmündeki kararları uygulamaya çalışmamaktır.

Uçağa atlayıp ülkeye dönmeden önce yaptığım her iki tahmin de tutmuş görünüyor. Üyesi olmaktan büyük onur duyduğum ve halen genel başkanlığını yürüttüğüm Çağdaş Hukukçular Derneği, hâlâ bu ülkenin en büyük bağımsız gönüllü avukat örgütü;
arkadaşlarım önlerindeki her işi bizden güzel yapıyorlar ve dava dosyası diye önümüze koydukları şeyi görüyorsunuz, artık sizin önünüzde.

İlk metne göz atarken,on bir buçuk ay tutuklu kalmış olmaya nasıl bu kadar öfkelendiğimizi hatırlamakta zorluk çektim. Yani elbette niye öfkeli olduğumuzu hatırlıyorum, gayet gerçek bir öfkeydi ancak bugün, yetmiş dört ay tutukluluğun ardından bakınca, sadece bir yıl için duyulan
öfkenin şiddeti gözüme biraz naif göründü. En azından bir konuda, bu saçmalığı hangi raddeye vardırabileceğiniz konusunda, öngörümün zayıf kaldığını kabul etmek zorundayım.

10 yıldır bu dava niye bitemedi? Ne iş yaptınız da bitmedi? Tanık dinlemediniz, tanık çağırmadınız. Ben bitiriyorum hadi savunma yapın denmez. Önce kendi tanığını dinlemeye cesaret edeceksiniz. Dosyanızda 15 tane cevabı gelmemiş müzekkere var, bunu sormaya cesaret edemiyorsunuz.

Ama bitireceğiz, bitirmek kolay.

Yirmi altı yıldır avukatlık yapıyorum. Uzun sürmüş davaların yabancısı sayılmam. Örneğin, otuz yıl sürerek nihai karar verilemeden zamanaşımından düşmüş Devrimci Sol Ana Davası’nın son dönemine yetişme
fırsatım oldu.

Küçük bir kısmı bugün de devam eden
Sivas Madımak Katliamı davasında, her birisi onar yılı
devirmiş KCK davalarında avukatlık yaptım fakat en
uzun davam bunlardan biri değil.

Mesleğimin başlarında Malatya’nın Arapkir ilçesinde iki köy arasındaki mera ihtilafını konu alan bir kadastro davası, ben dâhil
olduğum sırada otuz beşinci yılındaydı ve ayrıldığımda
devam ediyordu. Nasıl sonuçlandığını, kaç avukat ve
yargıç daha eskittiğini takip edemedim.

Ben davanın on sekizinci ve on dokuzuncu yargıçlarıyla çalışmıştım.
Önünüzdeki dosyaya bugüne kadar 37 savcı ve 42
hâkim el attı. Başka bir deyişle on yılda seksen kişiyle
altından kalkılamamış bir işin sorumluluğunu bu bir
haftada üç buçuk imzayla üstleneceksiniz.

Tabii denilebilir ki “siz üç bin beş yüz avukatla asılıp bir şey çıkaramamışsınız, bize mi söylüyorsunuz? ”O da bizim ayıbımız olsun.
İşin özünde, buradaki iki taraf, halkları ve egemenleri temsil etmek için yeterlidir; Birinci Enternasyonal Davası sanığı Eugene Varlin kadar
açıklıkla söylüyorum: İlkeler karşısında iki tarafız. Siz ve Biz

Bizim tarafta bir kopukluk yok, sizin tarafta bir temsiliyet kopuntusu oldu. Bu sıra dışı rakamlar üzerine bir
değerlendirme yapmamız gerekiyor; benim önerim,
Karacoğlan’ın şu güzel dizesini düşünerek başlamak:
“Sual eylen bizden evvel gelene
Kim varımış biz burada yoğiken”

Suale cevap vermeliyiz zira temsilini üstlendiğimiz taraflar yüzyıllardır yerli yerinde durmakla birlikte, sizin temsiliyet rolünüzdeki kayma davamızı doğrudan ilgilendirdi.

Elbette ne siz kürsüde ilksiniz ne de siyasi tutsaklık bizimle başladı. Ancak bu ülkenin yargısal iklimini anlayabilmek, hiç değilse son on yılda gelip geçenin dosyayla ilgisini kavrayabilmek için hem sizin hem de bizim cevap vermemiz gereken sorulardan birisi budur.

Çete lideri Mehmet Ağar’ın adalet bakanı olduğu ülkede de benim hakkımda dava açıldı, hapishanelerde 100 müvekkilimin katliamını organize eden Hikmet Sami Türk zamanında da bana dava açıldı. Sadullah Bey zamanında da Bekir Bozdağ zamanında da açıldı.

Artık işi ifrada vardırdığınız için sizinle konuşuyoruz. Şimdi -usul gereği- doğrudan cevap veremeyeceğinize göre her iki taraf açısından ben cevaplamaya çalışayım. Siz de belki konuşabildiğiniz yerde, hükmünüzde fikrinizi söylersiniz.

Bu soruşturma başladığında, yani 2012 sonbaharında toplam mevcudunuz yaklaşık on bin kişiydi. Hâkimlik ve savcılık henüz kendi çapında iş güvencesi sahibi, itibarlı meslekler gibi duruyordu. En önemli mesleki gündeminiz, bir anayasa değişikliğini takiben HSYK seçimleriydi.

Meslek içi gruplaşmalarınız belirginleşmeye başlamıştı.
2022 sonbaharından bakıldığında, geçen on yılda tüm mesleki güvencelerinizi ve itibarınızı kaybettiğiniz kolaylıkla görülebiliyor. Bir kastın yahut devlet fonksiyonu tarzında teşkilatlandırılmış meslek grubunun, kendisine, birbirine ve kolektif varlık zeminine hangi çapta ihanet edebileceğini ilgiyle seyrettik.

37 yıl devlete çalıştı benim babam, cenazesinde gidebilmek için 25 saat kelepçe takmak zorunda kaldım. Babam 37 yıl çalıştı, kirada öldü. İşini iyi yapardı, itibarlı öldü. İtibardan kastım bu.

Yarıya yakınınız meslekten atıldı, atılmayanlar tenzili rütbe gördü, sürüldü; birbirinizi tutukladınız, birbiriniz hakkında itirafçılık yaptınız,bir diğerinizin işkence görmesine göz yumdunuz, işkence gördünüz ve yurt dışına firar ettiniz. Bu karambolde terfi edenleriniz de oldu.

İşkence konusunun altını çizeyim. 15 Temmuz’dan sonra Hakim ve Savcıları hakimlik yaptıkları koridorlarda ters kelepçeleyip, götürüp onlara işkence ettiklerinde bunu yapamazsınız dedik. Bir kez ağzınızı açmadınız.

Fiziksel gövdenin neredeyse yarısını koparmış sayısal eksilmenin hızla telafi edilebileceği anlaşıldı; iktidar partisinin ilçe teşkilatlarında yöneticilik yapan üç beş yıllık avukatları yargıç, savcı yaptınız ve böylece bir anda meselenin sayı olmadığı da anlaşıldı.

Mesele, mesleğinizin kaldıramayacağı çapta liyakat eksiği ve hırsın artık profilinize dâhil olmasıydı. Anayasal düzeni silah zoruyla yıkmaya çalışmış örgüt üyesi meslektaşlarınızın suçu hiç değilse ideolojikti; hırslı gençlerin daha popüler suçlara ilgisi olduğu anlaşıldı.

Bugün yılda yaklaşık on iki ortalamayla, rüşvet aldığınız, adam kayırdığınız, çete ve mafya liderliği yaparak uyuşturucu kaçırdığınız, beraat veya takipsizlik kararı ücret tarifeleri ve tahliye borsaları oluşturduğunuz anlaşılıyor; hakkınızda soruşturma ve kovuşturmalar açılıyor.

Bizim dosyamızın kendisi yargıç-savcı suçudur.

Hasan Yılmaz, Adalet Bakan yardımcısı. Yakında milletvekili de olur. Zindaşti dosyasında mafyaya savcı şikayet etti.

Adana Savcısı Osman Yarbaş, baronlardan para almak gibi ufak hesabı kaldırıp kendi namına uyuşturucu baronluğu yapmaya başlamış. Yargı cemaatten kurtuldu, bunlara saplandı.

Bu çeşitliliğe kıyasla benim hayal gücümün zayıf olduğu anlaşılıyor; 2004 yılından bu yana, bana dönüp dolaşıp aynı delillerle aynı davayı tekrar tekrar açıyorsunuz. O nedenle yaratıcı bir suç profili çizemiyorum.

Dosyaya eli değmiş yetmiş dokuz kişinin isim ve soy isimleriyle sicil numaralarını saklıyorum. Kamuya açık yargılama yaptığınız ve zaten imzalarınızı ilan ettiğiniz için herhalde böyle bir liste oluşturmak yasak değildir. Şimdiden haklarında zengin bir suç kataloğuna sahibim.

Sağ olduğum sürece, önünüzdeki dosyanın bize ve mesleğimize verdiği zarara ortak olmuş bu insanların mesleki akıbetini takip edeceğim,her suça bulaştıklarında yanlarına bir tik daha atacağım ama bu kadarla bırakırsam hobiden ibaret olur. Mesleki yaşamları boyunca, hak etmedikleri kariyerlere talip yahut sahip olduklarında itiraz edeceğim; emekli olduklarında avukatlık yapmaya kalkarlarsa, yirmi beş avukata on yıl boyunca bu muameleyi reva görmüş hiç kimsenin güzelim mesleğimize sızmaması için mücadele edeceğim.

Yaşamımız -en azından benim ve benim yetiştirdiğim avukatların yaşamı- boyunca, sizi izleyip performansınızı takdir edecek ve hikâyenizi tarihe taşıyacak dikkatli izleyiciler kazandınız da denebilir. Velhasıl, “helalleşmeyeceğiz.”

Bize gelince, dünyada ilk kez avukat tutuklanmıyor; muhaliflerin, hangi meslekten yahut meşrepten olursa olsun, hapishane görmeden ölmesinin ayıp kabul edildiği zamanlarda ve topraklarda yaşıyoruz. Yani bizden öncesi vardı ve bizden sonrası da olacaktır.

Bizim farkımız şu; bizde ifrada vardırdınız. 10 yıldır sürüyor bu dava. 2013’de kapatıldığımızda bir furyanın son dalgasına yetiştirilmiştik. Birkaç bin ulusalcı ve laik-devletçi sivil asker kadronun, yazar-çizerin, öğretim üyesinin tasfiyesine denk gelmişti, hapishaneler doluydu.

2017’deki ikinci gelişimiz yine bir başka olağanüstü halin devamıydı, bu sefer yaklaşık kırk bin siyasal İslamcı ve on bin kadar Kürt yurtseverini hapishaneye doldurmuş durumdaydınız. Ben avukat olduğumda toplamda beş bin kişi terör suçlamasından hapisteydi.

Venedik kriterleri temel alınmış herhangi bir anayasal rejimde, yetişkin nüfus açısından yüz bin kişiye düşen terörist sayısında dünya ortalamasının yaklaşık elli kat üstüne çıkmış durumdasınız.

Elbette ülkenin havası veya suyunda insanları teröristliğe teşvik eden epidemik bir cevher olduğunu düşünmek yerine, yönetemez hale geldiğinizi tespit etmek daha makul olur. Bırakın devrimci mücadeleyi, basitçe sıradan siyasal muhalefeti hatta yaşam tarzı farkını hapisanesiz
çekip çeviremeyecek durumdasınız. Pop şarkıcılarının, internet fenomenlerinin hakkından bile başka türlü gelemiyorsunuz. Kimleri tutukladığınızı görünce, insan hapiste yattığı için sızlanmaktan utanıyor.

Aranızda hiçbir ideolojik, politik, mezhepsel, ırksal çatışma bulunmayan
bir milyon kişiye yakın mütedeyyin insandan -sadece üst
katmanlardaki çıkar ve rant kavgası nedeniyle- aileleri
ile birlikte terör suçlusu veya gözde tabirinizle
“iltisaklısı” yaratmayı başardınız.

Hâkim ve savcı suçluluğuna ilişkin baskın kalem de buydu. Adliyeyi
böylece temizleyip yıkamış mı oldunuz? Belki. Ancak çok
daha büyük bir ihtimalle kirli suyu dökerken bebeği de
çöpe attınız.

Diğer yandan Cemaatin konforuna alıştınız; Agâh Oktay
Güner’in bir başka zaman ve zemin için sarf ettiği sözler
yeniden anlam kazandı: “ Kendisi hapiste fikri iktidarda”
bir “objektif cemaatçilik” halindesiniz.

(Kozağaçlı’nın konuşması bir gün sonraki duruşmada devam etti)

Sosyal ağlarda paylaşın