“elleriniz isyan etmesin/bu bezirgan saltanatı, bu zulüm bitmesin diye..”

Bu dünya öküzün boynuzunda değil,
bu dünya ellerinizin üstünde duruyor.
Ve insanlar,
ah, benim insanlarım,
yalanla besliyorlar sizi, halbuki açsınız, etle, ekmekle beslenmeğe muhtaçsınız.
Ve beyaz bir sofrada bir kere bile yemek yemeden
doyasıya,
göçüp gidersiniz bu her dalı yemiş dolu dünyadan.
İnsanlar, ah, benim insanlarım,
(…)
ses yalan söylüyorsa,
söz yalan söylüyorsa,
ellerinizden başka herşey
herkes yalan söylüyorsa,
elleriniz balçık gibi itaatli,
elleriniz karanlık gibi kör,
elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,
elleriniz isyan etmesin diyedir.
Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız
bu ölümlü, bu yaşanası dünyada
bu bezirgan saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir.

Sabahın erken saati olduğu için açılmasını beklediğim İlçe Tarım Müdürlüğü’nün bahçesindeki banklardan birinde oturuyordum. Hemen yan tarafta duran banka da elinde tuttuğu bir demet zeytin dalı ile bir abi önce bana selam verip oturdu. Abinin bir sorunu olduğu yüzüne yansıyordu. “Hayır ola abi nedir mesele, hastalık mı var zeytinde” diye sordum. “Koşnil dadandı ağaçlara, bende ilaç almaya geldim” dedi. Koşnil nedir, nasıl bir zirai hastalıktır bilmediğim için abiye tekrardan ayrıntısını sordum. Anlattı, “dadandı mı ağaca ne yemiş verir ne ağaç bırakır,çürütür” dedi. “Peki ilaç etkili oluyor mu abi” diye sordum. “Zeytinliğin yanı açık maden oradan kalkan toz toprak, ağacın üzerine seriliyor, yorgan etkisi yapıyor. Ne kadar ilaç sıksak da bir faydası olmuyor” deyiverdi. Hemen aklıma maden hakkında ÇED başvurusunda bulunabileceği ve bu konu hakkında kendisine hukuki konuda yardımcı olabilecek avukat arkadaşlarımızın olduğunu söylemek geldi. Öyle de yaptım. Asıl mesele de bundan sonra başladı. Abi “ÇED başvurusu yapsak ne olacak, yine onlar haklı çıkacak. Kaldı ki ben o madende işçi olarak çalışıyorum. Böyle yaptığım için beni işten çıkaracaklar. Sade zeytinle de 8 boğaza bakılmaz.” dedi.

Bu sohbetten sonra aklıma bize daha ilkokuldan itibaren öğretilenler geldi; “Bizim ülkemiz bir tarım ülkesidir. Topraklarımız çok verimlidir.” Bu bilginin gerçek hayatta bir karşılığı olmadığını ben devrimcilikte öğrenmiş oldum. Yerüstü ve yeraltı zenginlikleriyle dolu ülkemiz emperyalizmin yeni sömürgesi bir ülke. Bu haliyle tarım ülkesi olmasının bir kıymeti kalmıyor bu şekilde sömürüldüğü için. Üretimler, yerli işbirlikçi iktidarların eliyle emperyalizmin kar hırsını doyurmak için yapılıyor. Kendi üretimiyle geçinemez hale getirilen, her geçen gün daha da yoksullaştırılan halkımıza dayatılan adaletsizliktir bu. Halkımızın kendi emeği-alın teri ile ekip biçtiği toprakların yanında açılan madenler ürünlerini zehirler, halkın sağlığını hiçe sayarken bir de üstüne yasal zorbalıklarını dayatırlar. Anayasal haklarını dahi kullandırtmaz hale getirirler. Halkta yarattıkları korku ile adaletsizliği kanıksatmak isterler.

Saldırılarının tek bir nedeni vardır. Nazım Usta’nın dediği gibi “elleriniz isyan etmesin/bu bezirgan saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir.”

Bu yaratmak istedikleri korkuya halkımızı teslim etmeyeceğiz. Ne biz ne de halkımız adaletsizliği asla kanıksamayacak. Bunun için mücadele ediyoruz. Mücadele etmeye devam edeceğiz.İşçi sınıfı kendi gücünü keşfedecek. Bu topraklar bağımsızlık mücadelesinin zafere ulaştığı topraklar. Bu topraklar mücadele geleneği ile dolu topraklar. Köylüler, madenciler, öğrenciler, memurlar bu toprakların hamurundan şekillenmiş halk. Derya gibi uyur uyur uyanır demekten emin olduğumuz halk. Halkımızla birlikte vereceğimiz adalet mücadelesinin zaferle sonuçlanacağı inancını taşıyoruz. Taşa tohum ekiyoruz. Filizlenecek biliyoruz. Dünyayı bir kere de Türkiye’den sarsacağız. Sosyalizmin düşünü gerçek kılacağız.

Sosyal ağlarda paylaşın