Dünya halklarının en mutlu yılbaşısı: 1 Ocak 1959 Kübası -1

-Birinci Bölüm-

Her yılbaşı, Küba Devrimi’nin yıldönümü demektir. Gelmiş geçmiş yılbaşı kutlamalarının hiçbiri 1959’da Küba’da yapılan yeni yıl kutlaması kadar görkemli olmasa gerek. Çünkü o gün, o an, ZAFER günüydü Küba’da. Faşist Diktatör Batista kaçıyordu. Gerillalar başkente girmek üzereydiler.
Küba halkı, 1958’i, ’59’a bağlayan yılbaşını, havai fişekleriyle değil, silah tarakaları altında karşıladı. Sokaklarına, meydanlarına şampanyaların değil, halkın ve halk düşmanlarının kanının döküldüğü bir ülkeydi o gün Küba.
Zafer saati gelip çatmıştı. Saatler, artık o büyük anın tiktaklarıyla ilerliyordu. Zaferle, yeni yıl, aynı anda gelip vurmuştu işte kapıyı. Ertesi gün Kübalılar ve umudu devrimlerde olanlar, “hoşgeldin yeni yıl, hoşgeldin devrim” diye karşıladılar 1 Ocak’ı.

O yılbaşında umut gerçekliğe dönüşmüştü Küba’da. Küba halkının umudunu gerçeğe dönüştüren, o gün için düzenlenen büyük piyango çekilişlerinden biri değildi. Onlar umudu dağlarda, meydanlarda kendi elleriyle büyütmüşlerdi.
Tarihin gördüğü en büyük “ikramiye”lerden biri vurmuştu o gün Küba halkına.
Fakat bu “ikramiye”yi kazanmak için işi şansa bırakmamıştı Kübalılar. Küba’nın yoksulları ABD işbirlikçisi Batista diktatörlüğünü yıkmak için canla başla savaşmıştı. İşte bu savaşın sonucuydu yeni yılda kendilerine ve dünya halklarına armağan ettikleri bu devrim.


1 Ocak 1959’da Küba halkı Batista diktatörlüğünü yıkarak karşıladı yeni yılı. Bundan daha güzel bir yeni yıl kutlaması olabilir miydi? Ya da bundan daha güzel bir yeni yıl armağanı?.. Tüm yüzyıllar boyunca yeryüzüne sunulmuş en güzel yılbaşı armağanıdır Küba Devrimi.



Dünya 20. Yüzyıl boyunca onlarca devrime tanıklık etti. Lenin’in dediği gibi, 20. Yüzyıl “emperyalizm ve proleter devrimler çağı”ydı zaten.
Bu devrimlerden üçü, birer dönüm noktası, kendi içinde stratejik bir bütünlüğe sahip devrimler olarak öne çıktılar, simgeleştiler: Sovyet devrimi, Çin Devrimi ve Küba Devrimi’ydi bunlar.
Sovyet Devrimi, ilk proleter devrim ve sosyalizmin ilk inşası olarak, ayrı bir yere sahipti. Çin Devrimi ise, emperyalist işgal altındaki bir ülkede gerilla savaşını temel alan bir stratejinin zaferi olarak halkların mücadelesinde yol açıcı oldu. Küba Devrimi ise, emperyalizmin açık işgalinin olmadığı bir ülkede yine gerilla savaşıyla, ama Çin’den farklı olarak öncü savaşıyla yeni bir stratejik şekillenmeyi gösterdi…

Küba Devrimi’yle bir yeni-sömürgede ilk kez devrim gerçekleşmiş oldu.
Küba Devrimi, 20. Yüzyılın en parlak devrimlerinden biridir. Parlaklığı ölçüsünde sarstı, tartıştırdı. Peki 21. Yüzyılda ne anlam taşıyor Küba devrimi? Başka bir şekilde şöyle de sorabiliriz: Dünya halkları çok mu uzak böylesi zaferlere?

Yeni Kübalar Çok Mu Uzak?
Küba gibi devrimler elbette olabilir ve muhakkak olacak!
Peki nasıl bu kadar kesin konuşabiliyoruz? Küba Devrimi’ni bildiğimiz için, Küba’da devrimi zorunlu kılan nesnel nedenleri, Küba’da devrimin gerçekleşmesini sağlayan subjektif faktörleri bildiğimiz için bu kadar kesin konuşabiliyoruz.
O nesnel zorunluluklar, hâlâ geçerliliğini koruduğu gibi, subjektif faktörler de yaratılmaz değildir.


Emperyalizmin gizli veya açık işgali altında olan, işbirlikçi iktidarlar aracılığıyla yeraltı ve yerüstü zenginliklerine el konulan, kukla yönetimler aracılığıyla yönetilen ve demokrasicilik oyununun yürürlükte olduğu ülkelerde devrim, Küba gibi, hâlâ kurtuluşun tek ve zorunlu yoludur. Halklar, Rusya’da, Çin’de, Bulgaristan’da, Yugoslavya’da, Arnavutluk’ta, Küba’da, Nikaragua’da olduğu gibi devrimleri yapabilecek güce sahiptirler. Halkların bu gücü kaybettiğine dair, siyasal, sosyolojik bir kanıt var mı? Yok!

Mesele CİA’nın Uyanık Olmaması Mı?
Solda da, burjuvazi cephesinde de Küba Devrimi’ni bir “istisna” olarak görme yaklaşımı veya öyle gösterme propagandası uzun yıllar geçerli olmuştur. Denilmiştir ki, eğer ABD emperyalizmi uyanık davransaydı, Küba Devrimi olmazdı!
Aslında bu hem gerçekleşen devrimi kendi teorilerini uygun bulmayan sol grupların başvurduğu bir söylemdir, hem de halkların gücünü küçümseyen burjuvazinin söylemi. Nikaragua Devrimi’nden tutun da İran Devrimi’ne kadar, hepsi için gazetelerde, çeşitli kitaplarda benzer şeyler okumuşsunuzdur mutlaka.

Neymiş, “CIA şunları zamanında tesbit edememiş, ABD yönetimine doğru bilgi vermemiş, bu yüzden devrimler önlenememiş”…
Bu propagandanın özü, halkların normal koşullarda emperyalizme karşı bir zafer kazanamayacağı düşüncesidir. Bu tür “analizlere” itibar etmemeliyiz. Bunlar tarihin gidişatı üzerindeki “etkenler” olabilir, ama tarihi belirleyen unsurlar olamazlar.
Halkların devrim yapacak güçleri, akılları yoktur, ancak CIA’nın hatası sonucu iktidar olabilirler… şeklindeki burjuva tez, zaten pratiğe de uymuyor; devrimini yapmış ülkelerin hemen hepsinde yaşanan odur ki, emperyalizm devrimleri engelleyebilmek için son anına kadar her türlü ekonomik, askeri, siyasi gayreti sarfetmiştir. Bu arada CIA da bazı hatalar yaptıysa… CIA’ya o hataları yaptıran da zaten halkın ve devrimin gücüdür…

Küba Devrimi Şablon Olamaz; Çünkü Bizzat Kendisi Şablonculuğun Eleştirisidir
1956 sonunda gerilla savaşı başladı. 1959 başında gerilla ordusu Havana’ya girdi. Peki bundan ne sonuç çıkar?
“Küçük bir grup, ve bir de Sierra Maestra’yla 3 yılda devrim” diye bir modeli teorileştiremeyiz elbette. Böyle ele almak bilimsel değildir.
Şabloncu olmamak gerekir. Bu açık.
Şablonculuğa ne kadar karşıysak, deneyciliğe ve bilinemezciliğe de o kadar karşı olunmalıdır. Şablonculukla, deneycilik ve bilinemezcilik, üçü de bilimsel değildir.
Şabloncu, özgünlüğü yok sayıp, evrensel olanı abartır; deneyci ise, evrensel olanı yok sayıp, özgünlüğü abartır… ve devrimler ona hep “istisna” olarak görünmeye başlar.

Marksizm-Leninizm’in evrensel tezlerinden, 3. bunalım dönemi devrimlerinin karakteristik özelliklerinden öğrenmesini bilmeyenler, tecrübeyi ve teoriyi küçümseyen dar kafalılardır. Devrim süreçleri, her dönemin kendi ilişki ve çelişkilerinin damgasını taşırken, hemen hepsi değişmeyen evrensel bazı özellikleri de içerir.
Şablonlaştırılmaya çalışılan tüm devrimler, aslında kendileri şablonculuğun bir eleştirisidir; her devrim, şablonculuğa vurulmuş bir darbedir. Çünkü mutlaka kendi özgünlüğü içinde ulaşmıştır zafere. Henüz tarih, araya karbon kağıdı konulmuş gibi birbirinin aynı iki devrime tanık olmamıştır.
Küba da şablonculuğa yöneltilmiş en etkili eleştirilerden biridir. Gerek Sovyetik modelin, gerekse de Çin modelinin mutlaklaştırılmasına karşı yaratıcı bir anlayışla gerçekleştirilmiştir Küba’da devrim.

“Zor, yeni bir topluma gebe olan her eski toplumun ebesidir;
Küba istisna mı? sorusuna bakarsak tekrar. Evet diyor Che ve şöyle özetliyor bu durumu:
“Kendine özgü etkenlerin Küba Devrimi’ne belirleyici özellikler kazandırdığını kabul ediyoruz. Tüm devrimlerin özel etkenlere bağlı olduğu açıkça ortaya konmuş bir gerçektir” diyor ve devam ediyor:
“Fakat devrimlerin hiçbir toplumun çiğneyemeyeceği bazı yasalara uyduğu da daha az doğru değildir.”
Küba Devrimin temel dersleri nedir dersek?
Küba Devrimi, Marksizm-Leninizm’in evrensel tezlerini de kanıtlayan bir devrimdir. Bunların başında da devrimde zorun rolü konusundaki tez gelir. O tez bir kez daha kanıtlanmıştır Küba’yla.

Che’ye bakalım:
“Devrimimizin L. Amerika’da cisimleştirdiği örnekle, bütün şablon teorilerinin değerini hiçe indiren öğretisiyle kararlı, halkın desteklediği, ölümden korkmayan küçük bir grup adamın disiplinli ve düzenli ordu karşısına çıkabileceğini ve onu yenebileceğini kanıtladık. Bu temel derstir.” (Askeri Yazılar)
Bugün olduğu gibi, o zaman da “silahlı mücadelenin” temel strateji olamayacağını savunanlar, artık zor yerine başka yöntemlerin gündemde olduğunu söyleyenler vardı. Ama bu teorilerin hiçbiri pratikte kanıtlanmadı.
Bu temel ders, bazen yanlış yorumlanmış, fokoculuğun, yani herşeye silahın gözünden bakan bir yanlışın kaynağı da olabilmiştir.

Küba Devrimi, evet, 12 kişi ve 9 tüfekle yaratılan bir zaferdir. Bu doğrudur. Çünkü 82 kişilik gerilla grubu, Küba topraklarına ayak bastıkları andasaldırıya uğramış ve geriye işte bunlar kalmıştır: 12 kişi ve 9 tüfek!
Fakat, 12 kişi, iktidar perspektifine sahiptir. 9 tüfek, stratejik olarak doğru yerde yerleşmiştir.
Ve, 12 kişi, ülkenin başka yerlerinde ve alanlarında süren mücadeleyle bir bütündür.

Moncado’dan Zafere
Küba Devrimi’nin yolu 1953’te Moncado Kışlası Baskını ile çizilmiştir. Moncado birçok açıdan bizim Kızıldere’yi çağrıştırır.
Fidel önderliğindeki Moncado Kışlası Baskını eylemiyle ABD’nin kuklası diktatör Batista büyük bir sarsıntıya uğradı.
26 Temmuz Hareketi bu eylemde fiziki olarak yenilgiye uğradı ama vazgeçmedi. Gerek Moncado’da, gerekse de çıkarma sırasında uğranılan yenilgiler, Kübalı devrimcilerin “Ya Özgür Vatan, Ya Ölüm” şiarında somutlanan iktidar iddiası ve kararlılıklarıyla aşıldı.

CHE’nin ifadesiyle, “şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da her çarpışmada, düşmandan ele geçirdiğimiz silahlardan başka silahımız olmadan, acıyla denenmiş halkın yardımından başka yardım görmeden ve önümüze koyduğumuz yüce amaçtan başka dayanağımız olmadan, tek başına savaşı sürdüreceğiz.”
Küba Devrimi’ni anlamaktan uzak olanlar, veya bu devrimi bilinçli olarak çarpıtmak, basitleştirmek, küçültmek isteyenler, devrimi bir avuç gerillanın işi gibi gösterirler. Tabii olay o kadar basit değildir. Doğru, bu süreçte kilit rol, “bir avuç gerilla”dadır. Dünyayı sarsan ateşteki o kıvılcım gerilla hareketiyle yakılmıştır. Ama Küba Devrimi’ni zafere ulaştıran, iktidar hedefinden hiç sapmayan bir siyasi hareket ve onun önderliğindeki halktır.


Küba’da Devrim Günleri -1

1933… ABD emperyalizminin işbirlikçisi diktatör Machado, bir genel grev sonucu devrildi.
1934… ABD’nin desteğiyle Fulgencio Batista’nın yönettiği bir hükümet darbesi gerçekleştirildi.

1940… ’33’ten beri kukla hükümetler aracılığıyla ülkeyi yöneten Batista doğrudan iktidara geldi.

1952… 1944’te yetkilerini Grau San Martin’e devretmiş olan Batista, yeniden darbe yaptı.
26 Temmuz 1953… Fidel Castro önderliğinde oluşturulan bir şehir gerilla birliği Moncado Kışlası’na baskın yaptı. Baskında savaşçıların çoğu katledildi ya da tutsak düştü. Fidel de tutsak düşenlerin arasındaydı. Ancak Moncado etkileri sonraki yıllarda görülecek siyasal bir zafer oldu. Moncado Küba’nın Kızıldere’siydi.

1955… Fidel’i de kapsayan bir af çıkarıldı.

1956… Kasım’da Santiago’da bir halk ayaklanması gerçekleştirildi. Ayaklanma bastırıldı.
Aynı dönemde Castro ve yoldaşları, Küba’da gerilla savaşını başlatmak için Meksika’da hazırlıklarını sürdürüyorlardı…

2 Aralık 1956… Castro önderliğinde 83 savaşçı gerilla savaşını başlatmak üzere Granma yatıyla Küba’ya çıkarma yaptılar. Gerillalar adaya ayak basar basmaz büyük bir saldırıyla yüzyüze kaldılar. Çatışmadan az sayıda savaşçı sağ kurtulabildi… İşte büyük devrim yangınını tüm Küba’ya taşıyacak olan da bu bir avuç adamdı.

(*) Bu yazının hazırlanmasında Yürüyüş Dergisi’nden yararlanılmıştır

Sosyal ağlarda paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.