Direnişçiler Alman Adalet Bakanlığı’na Dilekçeyle Hukuk Dersi Verdi (1)

Eda Deniz Haydaroğlu bugün itibari ile açlık grevi direnişinin 110. gününde.

Ilgın Güler 59., Sevil Sevimli ise 54. gününde.

Geçtiğimiz haftalarda Almanya Adalet Bakanlığı’na yaptıkları görüşme talebine bakanlıktan cevap geldi. Adalet Bakanlığı’nın yazdığı cevap gerek şazılış şekli, gerek dili ve uslubu açısından asgari özenin gösterilmediği, alabildiğine üstten yazıldığı direnişçilerin yazdığı cevaptan anlaşılıyor. Direnişçiler Adalet Bakanlığı’nın bu cevabına bir dilekçe ile cevap verdi. Almanya Adalet Bakanlığı’na verilen dilekçe tarihi bir belge niteliğinde. Adalet Bakanlığı’nın üsttenci cevabına verdikleri cevapla bakanlığa hukuk dersi veriyorlar. Dilekçe çok uzun olduğundan 2 bölüm halinde yayınlıyoruz.

Federal Adalet Bakanı Marco Buschmann’a açık mektup

02.07.2023

Bay Buschmann,

Bakanlığınızın Yurttaş Diyaloğu adına 17 Mayıs 2023 tarihinde görüşme talebimize cevap olarak bize gönderdiği mektuba yanıt veriyoruz. Hem talebimizin reddedilmesine, hem açlık grevimizin taleplerine verdiğiniz yanıtlara hem de bu yanıtın yazıldığı üsttenci tarza cevap vermek istiyoruz. Baştan belirtmek isteriz ki bu aşağılayıcı tarzınızın nedenini biliyoruz.

Biz sosyalistiz, yüzyıllardır ezenler tarafından aşağılanan, bilgisiz ve cahil gözüyle bakılan ezilenlerin temsilcileriyiz. Sosyalistler olarak tarih boyunca yarattığımız değerleri ve size karşı üstünlüğümüzü iyi bilirsiniz. Kendinizi bizimle açık bir şekilde tartışacak durumda göremediğiniz bu yanıyla anlaşılır bir durumdur. Ancak bunu aşağılayıcı bir öğretmen edasıyla yapmanız kabul edilemez. Üstünlüklerimizi de tarihimizi de çok iyi biliriz. O yüzden sizden öğreneceğimiz tek bir şey yoktur. Bizim size öğreteceğimiz çok şey vardır. Bundan dolayı sizinle görüşme talep ediyoruz.

Taleplerimize verdiğiniz cevaplara gelince, yine aynı şekilde ders verir bir nitelikte sorumluluğu üzerinizden atmaya çalışmışsınız. Aşağıda size madde madde anlatacağız neden sizin bizim muhatabımız olduğunuzu ve neden bizimle görüşmek zorunda olduğunuzu. İnsanlara tek tek anlattığımız ve sizin adaletsiz- liklerinizi teşhir ettiğimiz bu maddelerde kendinizi göreceksiniz. Çifte standartlarınızı, Nazileri destekleyen güvenlik kurallarınızı göreceksiniz. Bu anlatacaklarımızı okuduğunuzda daha net anlayacaksınız ki biz sizi çok iyi biliriz. Almanya’nın çıkarttığı iki paylaşım savaşından ve dünya halklarına zorla dayattığı üstünlük anlayışından biliriz.

Şunu da belirtmek isteriz ki üstünlük gösterecekseniz önce ABD’ye göstereceksiniz. “Fuck the EU” diyen, Merkel’e kadar bütün telefonlarınızı dinleyen, onayı dışında tek bir karar alamadığınız ABD’ye göstereceksiniz. Adeta bir kukla olduğunuzu Wikileaks belgeleri bütün dünyaya duyurmuştur. Siz önce onun hesaplaşmasını yapacaksınız.

Şimdi gelelim mektubunuzun asıl içeriğine

17 Mayıs 2023 tarihinde Bakanlığınıza görüşme çağrısında bulunduğumuz bir mektup gönderdik. Mektubumuzda, 18 Mart 2018 tarihinden bu yana süresiz açlık grevinde olduğumuzu taleplerimizle birlikte dile getirdik. Bu talepleri sizi bilgilendirmek amacıyla sıraladık. Bu taleplerin hiçbiri belirli bir davada hukuki danışmanlıkla ilgili değil, Federal Almanya Cumhuriyeti’nde yaşanan ve esas olarak bakanlığınızın sorumlu olduğu genel adaletsizliklerle ilgilidir. Kısa bir süre önce sizden buna cevaben bir mektup aldık.

Daha mektubun başında, sanki mektubumuzun herhangi bir noktasında bundan bahsetmişiz gibi, bakanlığın somut durumlarda hukuki danışmanlık sağlayamayacağı adeta belirtilmiş. Oysa biz açlık grevcileri olarak bakanlıkla bir görüşme yapmak istediğimizi belirttik ve bu amaçla taleplerimizi sıraladık. Böylece siz de görüşmenin olası içeriğini önceden bilme fırsatına sahip olacaktınız. Bu, Deneyimli okuyucular için açıkça anlaşılması gerekirdi. Siz anlamamışsınız.

Talebimizin bu kadar açık olmasına rağmen bunu sıradan ve bağlamından kopuk bir cevap ile geçiştirmenizi kabul etmiyoruz

Avukat olmadığımız doğru olabilir. Hiçbir zaman bir üniversitede hukuk eğitimi almadık. Bizler Almanya’daki anti-demokratik koşullara ve adaletsizliklere karşı kendimizi ve haklarımızı savunan direnişçileriz. Bugün açlık grevimizle sadece binlerce insanın siyasi adalet talebini değil, aynı zamanda tarihsel olarak geçerli hak ve özgürlükler için hayatlarını tehlikeye atarak mücadele edenlerin geleneğini de temsil ediyoruz. Bu bakımdan sizin öğretilerinize bağlı değiliz. Biz hukuku ve adaleti biliyoruz. Bunları, hitabetinin bozuk olmasına rağmen, halkın temsilcisi olarak Roma egemenlerini yerden yere vuran Cicero’dan biliyoruz. Felsefeyi devrimci bir silaha dönüştüren ve dünyanın ezilen halkları için bir ateş yakan Karl Marx’tan biliyoruz. Aşağılanmış halkları yanına alıp onlarla birlikte sosyalizmi eme- kçiler için maddi bir umuda dönüştüren Lenin’den biliyoruz. Adalet talebiyle, dünya çapında milyonlarca avukatı harekete geçiren ölüm orucu direnişinde hayatını ortaya koyan avukat Ebru Timtik’ten biliyoruz. Ama aynı zamanda tam tersi safta olan NSDAP üyesi, Adolf Hitler’in avukatı ve Polonya’da binlerce sivilin celladı Hans Michael Frank’tan da biliyoruz Hepsi avukattı. İşçilerin ve Sömürülenlerin Halk Bildirgesi’nde direnme hakkından söz eden Lenin’in sözlerini benimsiyoruz.

Kapitalist bir sistemde “herkesin kanun önünde eşitliği” bir aldatmacadan ibarettir, bizim asıl bağlı olduğumuz şey direnme hakkıdır. Açlık grevimizle uğruna mücadele ettiğimiz hak ve özgürlüklerin hepsi bu temelde kazanıldı. Hepsi büyük fedakârlıklarla kazanıldı. Bu hak ve özgürlükler bizim geçmişimiz ve bugünümüzdür ve elimizden alınmalarını asla kabul etmeyeceğiz.

Gördüğünüz gibi, bizim farklı bir demokrasi anlayışımız var. Temel demokratik düzen dediğiniz sistem, burjuvazinin diktatörce yönetimidir. Bu düzeni sarsacak tek bir karar bile bu sistemin İçinde yer alamaz. Böyle bir sistemin halkın çıkarları doğrultusunda hareket edemeyeceği ortadadır. Farklı demokrasi görüşlerine sahip olsak bile, sizin demokrasi görüşünüz dahilinde, Federal Adalet Bakanı olarak bu sözde demokrasiyi korumak sizin en kişisel görevinizdir. Bunun da “belirli bir davada hukuki danışmanlık” ile hiçbir ilgisi yoktur. Bu nedenle aşağıda, cevaplarınıza değinerek, tüm noktalarda neden yanıldığınızı açıklayacak ve sizinle ya da bakanlığınızın bir temsilcisiyle kişisel bir görüşme talebimizi yineleyeceğiz.

Sorumuza verdiğiniz yanıtın ayrı ayrı noktalarına ilişkin olarak

1. Ceza Kanunu’nun (StGB) 129a ve 129b maddelerinin kaldırılması

Bu konuda şunları yazıyorsunuz: “BMJ, bu suçların Ceza Kanunu’ndan çıkarılması için hiçbir neden görmemektedir. Bu hükümlerin amacı, kamu barışı da dahil olmak üzere iç güvenlik ve devlet düzenini korumaktır. Ceza politikası açısından, Ceza Kanunu’nun 129a ve 129b maddeleri terörizmle ilgili ceza hukuku alanında en sık uygulanan suçlardır. Bu bakımdan, söz konusu hükümler, sınır ötesinde faaliyet gösteren terör örgütlerinin kapsamlı bir şekilde kovuşturulması için vazgeçilmezdir. Hükmün anayasaya uygunluğuna ilişkin olarak, belirlilik gerekliliği, kuvvetler ayrılığı ilkesi veya orantılılık ilkesi bakımından herhangi bir endişe bulunmamaktadır. Bu durum, BM Adalet Divanı’nın Ceza Kanunu’nun 129b (1) maddesinin 3. cümlesi uyarınca kovuşturma izni vermesi bakımından da geçerlidir. Ceza Kanunu’nun 129a ve 129b maddelerine dayanarak yürütülen kovuşturma faaliyetlerinin odak noktası İslami terörizm, yani Suriye ve Irak’taki sözde “İslam Devleti (İŞİD) eylemleridir.” Bizim Cevabımız:

-Ceza Kanunu’nun 129b maddesinin amacı “insan onuruna saygılı bir devlet düzeninin temel değerlerini” ve “halkların barış içinde bir arada yaşamasını” korumaktır. Koruma kapsamının bu kısmını atlasanız bile, yine de özellikle önemlidir çünkü şu anda devam etmekte olan 129b yargılamalarında, bu yasa tarafından korunacak olan çoğunlukla Türkiye Cumhuriyeti’dir. Yani, binlerce ağır hasta tutuklunun tibbi tedavi hakkının gaspedildiği, Ayten Öztürk gibi insanların aylarca gizli işkence merkezlerinde tutulduğu, dünyada açık ara en fazla toplu mezarın bulunduğu, savcıların ve hakimlerin doğrudan hükümetten gelen emirlerle hareket ettiği, çocukların güvenlik güçleri tarafından düzenli olar- ak infaz edildiği, sadece bir görüşün ifade edilmesinin bile birkaç yıl hapis cezasına yol açtığı ve akademisyenlerin, gazetecilerin, milletvekillerinin, öğrencilerin ve binlerce kişinin hapsedildiği ülke. Böyle bir devletin “insan onuruna” nasıl saygı duyduğunu bize açıklamanızı talep ediyoruz.

Konu iç güvenlikle ilgili olsa bile, Türkiye’yi korumak amaçlı başlatılan 129b yargılamalarının ne ölçüde iç güvenlikle ilgili old- uğunu bilmek istiyoruz, ki bu yargılamaların neredeyse tamamı kendi başlarına ele alındığında demokratik eylem ve örgütlenme hakkı kapsamında olan ve cezai suç teşkil etmeyen ‘suçlamalarla’ ilgilidir.

-129a, 129b StGB’nin terörizm ceza hukuku alanında en sık uygulanan suçlar arasında yer alması bir argüman değildir. En azından bu kanunu ortadan kaldırmak için hiçbir neden olmaması gerektiğine dair bir işaret değildir. Komiser Emri, resmi adıyla Siyasi Komiserlere Uygulanacak Muameleye İlişkin Kılavuz, 1941 yılında Alman Doğu Cephesi’nde en sık uygulanan emirlerden biriydi, ancak sık uygulanması bugün hala doğruluğu için bir argüman değildir. Bu nedenle, Nazilerin komünistlere karşı mücadelesi sırasında, §§ 129a, 129b StGB’nin öncülleri olan vatana ihanet veya devlete ihanet yasası en sık kullanılan yasaydı. Ona rağmen, paylaşım savaşın sona ermesinden sonra Müttefikler tarafından yasadan çıkarılmıştır.

-Sizin tarafınızdan “sınır ötesi faaliyet gösteren terör örgütlerinin kapsamlı bir şekilde kovuşturulmasına yönelik hükümler” olarak adlandırılan StGB’nin 129a, 129b maddeleri, birçok hukukçu ve milletvekilinin görüşüne göre, Alman ceza hukukunun terörle aktif bir şekilde mücadele edebilmek için elinde yeterince araç bulunduğu için, açıkça vazgeçilmez değil, aksine tartışmalıdır. Yaygın görüşe göre, Alman Ceza Kanunu’nun (StGB) 129a, 129b maddeleri, siyasi muhaliflere keyfi zulüm yapılmasına kapı açan paragraflardır.

-Federal Adalet Bakanlığı’nın kuvvetler ayrılığı ilkesine ilişkin herhangi bir çekincesinin bulunmaması ya kanun metnini ya da kuvvetler ayrılığı ilkesini bilmemesinden ya da bu ilkeyi aktif olarak göz ardı etmesinden kaynaklanmaktadır. Kaldı ki Ceza Kanunu’nun 129b maddesi, kovuşturmanın ancak Federal Adalet Bakanı’nın emriyle yapılabileceğini açıkça belirt- mektedir. Bu da federal hükümetin yargıya hangi davalara bakıp bakamayacağını aktif bir şekilde dikte ettiği anlamına gelmektedir. Bu durumla ilgili olarak, Federal Adalet Bakanı olarak görevde bulunduğunuz süre zarfında başlatılan tüm 129b davalarından şahsen sorumlusunuz.

Sürecek…

Sosyal ağlarda paylaşın