Yazımızın birinci bölümünde belirttiğimiz gibi, Dersim Katliamı, adım adım hazırlanan bir katliamdır. Dersim’in Islahı planı ve Tunceli Kanunu bu hazırlığın en önemli aşamasıdır.
“Dersim’in ıslahı” planına göre, ıslah üç aşamada gerçekleşecekti:
Birinci aşamada öncelik silah toplamaya ve aşiretlerin topyekün batıya sürülmesi öngörülüyordu. Sürgün edilecek aşiretlere hem devlete “başkaldıran”lar, hem de arazilerinin uygun olmaması nedeniyle kontrol altına alınamayan aşiretler dahildi. “Önlemlerde” batıya sürgün edilenlerin evlerinin yıkılması ya da yakılması da öngörülüyordu.
Islah Programının ikinci aşamasında; bir yandan silahların toplanması devam ederken, devlet kurumlarının Dersim’e yerleştirilmesi için çalışılacaktı. Resmi ideolojinin ve Türkleştirmenin uygulanabilmesi için Pülümür, Mazgirt ve Hozat’ta birer yatılı ilkokul açılacak, ordu birliklerinin hızlı hareket edebilmeleri için gerekli yollar yapılacaktı.
Üçüncü aşama ise artık saldırının son hazırlık aşamasıdır. Askeri birlikler Dersim içinde tatbikatlar yapacak, Dersim üzerinde uçaklar uçurularak, arazi yapısı tesbit edilecek ve 15 aşiretin tek tek ayrıntılı bir incelemesi de yapılacaktır.
Kemalist iktidar, adım adım bu planı hayata geçirmeye başladı.
Saldırıya Kanuni Dayanak
Saldırının “yasal” dayanağını oluşturmak için de 25 Aralık 1935’te Meclis’te bir kanun kabul edildi. 2 Ocak 1936’da yürürlüğe giren bu kanunun adı “Tunceli Kanunu“dur.
Dersim’in adı bu kanunla haritadan silinmiştir. Adını değiştirmekle Dersim “sorunu”ndan kurtulmak ister sanki devlet. Ama kurtulamaz.
Dersim’de TC Kanunları Geçerli Değil!
Başka kanunlar da çıkarılır. 2884 sayılı “Tunceli ilinin idaresinin yeniden düzenlenmesine ilişkin Kanun“la Dersim’in Cumhuriyetin “olağan” kanunlarıyla değil, olağanüstü bir yönetimle yönetileceği resmileştirilir.
Tunceli Kanunu’nun 1. maddesinde; Korgeneral rütbesinde bir subayın Tunceli’ye vali ve komutan olarak atanacağı ve bu kişinin aynı zamanda Dördüncü Umumi Müfettişlik görevini de yürüteceği belirtilir.
Vali, kumandan ve müfettiş olarak atanan kişi, bakanların, hatta bakanlar kurulunun yetkilerine sahipti. Bu kişi, gerekli gördüğü ilçeleri ve bucakları vilayete bağlayabilir veya tersine vilayetten çıkarabilirdi. Kaymakam, bucak müdürü ve belediye başkanlarını seçme veya görevden alma yetkisine sahipti.
Ve en önemlisi, vali-kumandan-müfettiş, istediği kişileri, aileleri sürgüne gönderme yetkisine sahipti. İdam kararlarını onay veya tecil yetkisi de onundu.
Karakollar Kuruluyor!
Tunceli Kanunu’yla Tunceli’ye vali, komutan ve 4. Umum Müfettişi olarak General Abdullah Akdoğan atandı. Dersimliler’in sürülmesinden, onbinlercesinin katledilmesinden doğrudan o sorumlu olacaktı. Fakat elbette esas sorumlu, iktidardı.
Mustafa Kemal 1935’te Meclis’te yaptığı konuşmada Umum Müfettişlikler’in kurulması ve Dersim konusunda şöyle demişti:
“Dersim bölgesinde önemli bir reform programının uygulanması da düşünülmüştür.
İllerimizin sürekli denetimi ve illerimizin ortak işlerinin bir elden yönetilmesini sağlayan genel müfettişlerden birçok yararlar bekliyoruz.” (Atatürk’ün TBMM Konuşmaları Syf.217)
Siyasi iktidarın her türlü yetkiyi verdiği ve valilik gibi “sivil otorite” görevlerini de üstlenen ordu, planı uygulamaya devam ediyordu. Öncelikli askeri hedef, “İç Dersim” olarak adlandırılan bölgede egemenlikti. Bunun için Kahmut, Sin, Haydaran, Danzik, Amutka, Bucak ve bunların köylerinde hızla karakolların yapımı tamamlandı. Ve sonunda 1937 Martında Dersim’e genel saldırı başlatıldı.
Sonrası, bilindiği gibi yıkım, katliam, talan, sürgündür.
Ya Katliam, Ya Sürgün!
Saldırının nasıl “yokedici” bir şekilde yürütülmesi gerektiği, yasalara bile geçmiştir. Saldırının başlatılmasının ardından 4 Mayıs 1937’de Bakanlar Kurulu tarafından alınan kararda şöyle denilmektedir:
“Bu defa isyan etmiş olan mıntıkadaki halk toplanıp başka yere nakil olunacaktır. Ve bu toplanma ameliyesinde köylere baskın edilerek hem silah toplanacak, hem bu suretle elde edilenler nakledileceklerdir. … Sadece taarruz hareketiyle ilerlemekle yetindikçe isyan ocakları daimi olarak yerinde bırakılmış olur. Bunun içindir ki, silah kullanmış olanları ve kullananları yerinde ve sonuna kadar zarar veremeyecek hale getirmek, köyleri kamilen (tümüyle) tahrip etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür.” (Vecihi Timuroğlu, Dersim Tarihi, syf. 47)
Zorunlu İskan
Dersim’e yönelik bastırma ve sindirme operasyonu, yukarıdaki Bakanlar Kurulu kararı doğrultusunda katliam ya da sürgün biçiminde sürdürüldü.
Onbinlerce Dersimli, kendi topraklarından, tarihinden, kültüründen, aşiretinden koparılarak Türk halkı arasında “zorunlu iskan”a tabii tutuldu.
Zulme Karşı İsyan
Kemalist yönetimin bu kadar büyük ve kapsamlı baskı, sindirme, asimilasyon ve yok etme politikaları karşısında Dersim halkı isyan eder.
Saldırı direnişi doğurdu. Seyit Rıza ve Alişer önderliğinde Dersim halkı ayaklandı.
Bu isyan, tarihsel olarak bu kadar baskı karşısında kaçınılmaz ve hakla ve meşru bir haktır.
Bu isyan, egemenlerin iddia ettiği gibi, emperyalizmin kışkırtmalarıyla veya feodalizmle açıklanamaz. Tek neden, kısaca anlatılan baskı, sindirme, asimilasyon ve yok etme politikasıdır.
Dersim Aşiretleri, 1926 yılında, 1936 yılında değişik şekillende hükümet yetkilileriyle görüşmeler yaparak sorunlarına çözüm de aramışlardır. Ama ırkçı dayatmalardan başka bir cevap bulamadılar. Dolayısıyla saldırıya karşı zorunlu bir direniştir Dersim isyanı. Dillerini, inançlarını, tarihlerini, topraklarını korumak için bir direniş.
– devam edecek –
Üçüncü Bölüm:
(Dersim’in Dağını Taşyını Kanla Yıkayan Katliam)