Zoze ananın ardında, yanında, yöresinde hep çığlık sesleri vardı.
Yıllar geçiyor ama çığlıklar bitmiyordu.Gün geldi çığlıkların yakıcı sesine dayanamadı. Uzaklara doğru gitmeye karar verdi.Zorlu yollar aştı.Tanımadığı bilmediği, dilinden anlamadığı uzak ellere geldi.Durdu dinledi, çığlıklar hala devam ediyordu. Sanki çığlıklarda torbasında oraya getirilmişti. Çaresiz kalakaldı. İki oğlu vardı Zoze ananın .
Ana oğullarına birgün sordu. ” Çığlıkları duyuyor musunuz ” dedi. Oğullarından biri kaşlarını çatarak” ben duyuyorum dedi. Öteki” ben duymuyorum” dedi ama nedense elleriyle sıkı sıkıya kulaklarını kapatı vermişti. Zoze ana gülümsedi” çocuktur” dedi ama yanılıyordu. Yolculuk başlamıştı.
Zoze ana ne zaman başını yastığa koysa içinde, yüreğinde, kafasında eski zamana doğru bir yolculuk başlıyordu. Maraş ‘ta çığlık sesleri kaplamıştı mahallelerini. Durmayın evlerinizde… ölüm geliyor ” çağrılarıyla çıkmışlardı evlerinden. Evlere ölüm geliyordu. Tek çare derenin yatağına doğru kaçmaktı. Maraşlılar çoluk çocuk, ana bacı dere yatağında toplandılar. Bir zaman aktı geçti. Herkesi endişe sardı. Evlerin erkekleri, evlerin gençleri yoktu ortada. Herkes birbirine onları soruyordu. Zaman biraz daha akıp geçince ölüm haberleri yağmaya başladı derenin yatağına. Her haber bir çığlık oldu. Çığlıklar gide gide çoğaldı. Âdeta yeri göğü sardı. Dinmeyen bir ağıda dönüştü. Maraş ağlıyordu. Maraş çığlıklara boğuluyordu. Morg odalarına ölüler sığmıyordu. Maraşın ağlayışı zaman içinde ülkeyi, dünyayı sardı. Zaman akıp gitti. Uzadı zaman. Herkes acısını bir yere gömdü adeta. Zoze ana her sabah uyandığında çığlıksız bir dünya ile karşılaşmayı umuyordu. Ama çığlıklar bitmiyordu. Çığlığa bir çare bulunur mu diye düşündü birgün. İki oğluna umutla bakıyordu. Onlar bu çığlıkları bitirebilirler diye içinde umut besliyordu. Birgün onların büğüdüğüne kanaat getirdi. Aldı karşısına ve konuşmaya başladı. Hep sorup özledikleri babalarının insan çığlıklarının yüksekliği bir Maraş gecesinde nasıl öldürüldüğünü, katillerin bilinmesine rağmen nasıl ceza görmediğini, hatta katillerden birinin miletvekili seçilip meclise gittiğini anlattı. Oğullardan biri öfkeyle baktı dünyaya. Adaletsizliğe isyanla dolu yüreği. Elini uzattı kardeşine. Kardeşi şaşkınlıkla elini ağabeyine doğru uzatırken durakladı. Elini geri çekti. Zoze ana şaşkınlıkla baktı küçük oğluna. Anlattıklarını bir kez daha bu kez yüksek sesle anlatmaya koyuldu. Ortalık sesi ile doldu taştı… sonra uzun bir sesizlik oldu. Zoze ananın büyük oğlu ayağa kalktı. Bir kavga türküsüne başladı. Kardeşi ona şaşkınlıkla bakıyordu. Bir süre türküyü dinledi. Türkü bitince soruverdi. “Bu Kavga türküsünü neden söyledin?” Ağabeyi buruk gülumsedi kardeşine. Anamın anlattıklarını duydun mu?”
“Duydum” dedi kardeş. Peki “sen dedi ağabeyi anamızı gece gündüz uyutmayan çığlıkları duyor musun? Kardeş “duyuyorum ” yani aslında duymuyorum. “Neden duymuyorsun?
“Çığlıklar yükselince ellerimle kulaklarımı kapatıyorum”
“Bu neye yarıyor?
Bu şeye yarıyor. Rahat uyumama” Ağabey bir an olsun şaşıp kaldı bu cevaba “Sence çığlıklar ne oluyor ” kardeş;
“Ben duymuyorum ya” Ben uyuyabiliyorum ya” Gerisi umrumda değil “
Peki ya anamız dedi ağabey
Kardeş sustu kaldı. Ağzından tek bir sözcük çıkmadı. Sesiz kaldı. Kuyunun dibindeki bir taş gibi. İki kardesin hayatı yavaş yavaş değişmeye başladı. Ağabey kavganın zorlu yollarını anlamak için okuyup duruyordu. Kardeş ise bir kulağında kulaklıkla dolanıp duruyordu. Ağabeyinin okuduğu kitaplar ortalığı kapladıkça içini sıkıntılar kaplıyordu. Birgün tren istasyonun önünde ağabeğini bildiri dağıtırken gördü. Ağabeyi elindeki bildirileri gülümseyerek ona da uzattı. Eli titreyerek bildirdiği aldı. Bildirideki her satır içini titretti. Kulağında kulaklıkta yumuşak müzik sesleri vardı. Ama bildirideki satırlardan bambaşka sesler yükseliyordu. Bildiri çığlıkları ve nedenlerini anlatıyordu. İnsan çığlıklarına son vermeye çağırıyordu. Bildiriyi korkuyla cebine soktu. Hızlı hızlı yürümeye başladı. Arada dönüp dönüp ağabeyine bakıyordu. Ağabeyinin etrafında birileri toplanmıştı. Ağabeyi onlarla konuşuyordu. Kapkara elbiseler giymiş birileri ellerinde coplarla koşmaya başladılar meydana . Önce kendisine saldırıcaklarını sandı. Cebindeki bildiriyi avucunda sıktı bir an ve yere attı. Ama kara elbiseli coplular onun yanından hızla geçtiler Tren istasyonu önünde ağabeyinin de içinde bulunduğu kalabalığa yöneldi. Kalabalıkla coplular arasında bir itiş-kakış başladı. Bildiriler havaya saçıldı bir anda. Coplular kalabalıktakileri ve ağabeyinide işkence ederek bir araca doğru sürüklüyorlardı. Bir an öfkelendi. O yöne doğru koşmaya kalktı kulağındaki kulaklıklar omuzuna savruldu. Çığlıklar duydu. Elleriyle kulaklıklarını kapatmaya çalıştı. Coplular ağabeyini ve kalabalıktan bazı insanları alarak zırhlı araca sokup ordan uzaklaştılar. Koskoca meydanda bir anda sesizlik oluştu. Korkuya kapıldı. Oradan hızla uzaklaşmak istedi. Ama kalakaldı. Karşıdan hızlı hızlı adımlarla Zoze ana geliyordu. Ona doğru yürümek istedi. Yürüyemedi kafası karmakarışıktı. Zoze ana hızlı adımlarla tren istasyonuna yaklaştı. Bildiriler yere saçılmıştı. Bildirileri teker teker yerden topladı. Başladı gelene geçene bildirileri uzatmaya. Bildirileri alanlar Zoze anaya bakıyorlardı şaşkınlıkla. Meydanın ortasında bir direniş anıtı gibiydi Zoze ana. Bir yanda bildirileri dağıtıyordu öte yandan Maraş türküsünü mırıldanıyordu. Küçük kardeş bir an meydanda durup annesini yalnız bırakmak istedi. Az önce ağabeyinin başına gelenler gözünün önüne gelince korktu ve hızlı adımlarla meydandan uzaklaştı. Gece evde kulağında kulaklıkla dolanıyordu.
Saat 22.00 ye geliyordu Zoze ana hala eve gelmemişt i. Ağabeyi de ortada yoktu. Zaman ağır ağır akıyordu. Bir an kulaklıklardan kulağını ayırdı.
Uzaktan çığlık sesleri geliyordu.
Suzan Yılmaz