“Onların halkın dirisine saygısı olmadığı gibi ölüsüne de yoktur. … Halkın cenazelerine de, mezarlarına da saldırırlar.”
Yaşayabileceğimiz en büyük acılardan biri sevdiklerimizi kaybetmenin acısıdır. Yani ölümacısı…
Ve en çok böylesi dönemlerde desteğe, ilgiye ihtiyaç duyarız. Yalnızca acının paylaşılması da değil; ölene, uğurlanan cana verilen değerin, sevginin-saygının, sahiplenmenin gösterilmesi, bu değerlere, geleneklere uygun bir törenle cenazenin toprağa verilmesi gerekir.
Dirisine sahip çıkan, birliğinin, dayanışmasının göstergesi olan değerler ve gelenekler yaratan halk; ölüsüne, ölenin anısına, mezarına sahip çıkmanın da geleneklerini yaratmıştır.
Halk bir ölüm haberi duyduğunda ne kadar önemli olursa olsun, işini-gücünü bırakıp cenazeevine koşar. Ölenin yakınlarına başsağlığı diler, acısını paylaşır, teselli etmeye, güç vermeye çalışır. Birlikte göz yaşı da dökülür, değerli anılar da paylaşılır. Kadınlar ağıtlarıyla gidenin yarattığı değerleri, emeklerini, erdemlerini anlatırlar. Yerine göre küçük sitemler de dile getirilir ama herşeye rağmen gözünün arkada kalmaması, huzur içinde yatması istenir.
Yaşanan acı ailelerin, halkın birliğini güçlendiren, dayanışmasını büyüten bir işlevgörür. Baş sağlığı dilememek, cenazeye katılmamak düşünülemez bile. Böylesi dönemler aile içindeki dargınlıkların, küskünlüklerin ortadan kalmasının, sevgi ve saygının, sahiplenmenin sorgulandığı, güçlendirildiği günler olur.
Cenaze haberi alındığında yaşanan ana göre düzenlenir. Düğünler, nişan törenleri, varsa eğlence gibi etkinlikler ertelenir. Aynı şekilde radyo, televizyon 2-3 gün ya da hiç açılmaz, açılırsa da eğlence programı, film vb. izlenmez, dinlenmez. Genelde cenaze evinde toplanılır, yemekler orda yenir. Acının bir göstergesi olarak bazı yörelerimizde üç gün yemek yapılmaz. Yemekleri komşular yapar getirir ve başta cenaze töreni olmak üzere her işle komşular, halk ilgilenir.
Küçük sitemler dışında halk ölüsünün arkasından olumsuz konuşmaz. Bu sahiplenmedir.Hatalar, yanlışlar olsa da bir ömür boyu verilen emekler, olumluluklar öne çıkar.Hiç şüphesiz tüm değerlerini, halktan biri olma vasıflarını kaybedenlerin cenazeleri de kendilerine uygun olur. Cenazesine gidilmez ve hatta arkasından halk gerekenleri söyler ve mezarında rahat yatmaması, yaptığı kötülüklerin, suçlarının hesabını vermesi dilenir.
Gidene karşı sahiplenme ve görevler cenazenin inanca ve geleneklere göre toprağa verilmesiyle devam eder. Mümkün olduğunca vasiyeti yerine getirilir. İstediği yere gömülür, mezarı istediği şekilde yapılmaya çalışılır. Cenaze yıkanır, kefenlenir. İnancın gerekleri yapılır. Kimi yörelerde ölenin eline, şanına kına yakılır, sevdiği, istediği elbise giydirilir, yanına vasiyet ettiği eşyalar konur.
Tabuta omuz vermek, mezara toprak atmak “son görev olarak” görülür. Cenazeyi mezara indirmek, ilk toprağı atmak en yakınlarının görevi ve hakkıdır. Halk her konu da olduğu gibi mezarlarında da gösterişi sevmez ama mezarın kaybolmaması için de özenlidir.
Belli bir süre daha yoğun olmak üzere giden sık sık anılır. Olumlulukları, yarattığı değerler, bıraktığı eserler vurgulanır. Yerine göre eşyaları dağıtılır,yerine göre giden hatırlansın, iyilikle anılsın diye halka giysi, yiyecek vb. dağıtılır. İsmi torunlarına, akraba çocuklarına verilir, adına ağaç dikilir, çeşme yaptırılır.
Yine halkın inancına ve geleneklerine göre gidenin ardından 7. gününde, 40. gününde, 52.gününde halk toplanıp gideni anar, yemek dağıtılır, mevlüt okutulur, helva, lokma, şerbet dağıtılır. Mezara gidilir. Dini inançları gereği dışında kimi yörelerde mezardakine seslenilir, gelişmeler anlatılır. Mezara su dökme geleneği yaygındır. Suyun mezarda yatanın bağrını serinlettiğine, ferahlattığına inanılır. Ayrıca başına, üstüne, çevresine ekilen çiçekler, ağaçlar da sulanır. Mümkün olduğunca mezarın yeşillikler içinde olması istenir. Kesinlikle mezarların üstüne basılmaz, mezarın yanında herşey konuşulmaz. Bu bir yanıyla gidenin yaşatılması inancıdır, bir yanıyla da gözünün üstümüzde olduğunu düşünmektir.
Bayramlarda mutlaka mezarlar ziyaret edilir. Mezarların temizliği, bakımı yapılır. Çoğu yörede yeni evlenenler de düğünün son günü mezarlara gidip hem büyüklerinin onayını alırlar, onları anıp, sevinçlerini paylaşırlar, hem de geleneklerinin, yarattıkları değerlerin yaşatılacağı ifade edilir.
***
Emperyalizm ve oligarşi halkın tüm değer ve geleneklerini yok etmek istediği gibi bunları da yok etmeye, yozlaştırmaya çalışır. Onların halkın dirisine saygısı olmadığı gibi ölüsüne de yoktur. Halk düşmanlıklarını yalnız sömürüyle ve zulümle göstermekle yetinmezler. Halkın cenazelerine de, mezarlarına da saldırırlar.
Tüm dünya halkları emperyalistlerin ve işbirlikçilerin Afganistan’da, Irak’ta, Filistin’de, ülkemizde ve dünyanın her yerinde halkın cenazelerine neler yaptıklarını somut örnekleriyle biliyolar. Onların hiç bir değeri, ahlakı olmadığı için, halklara karşı büyük bir sınıf kini duydukları için vahşetlerinin, saldırılarının da sınırı yoktur. Cenazelere en vahşi, en ahlaksız şeyleri yapmaktan, cenazeleri yok etmekten, parçalamaktan, toplu mezarlara, denizlere, nehirlere atmaktan, mezarları tahrip etmekten çekinmezler.
Yalnız devrimcilerin, yurtseverlerin cenazelerine, mezarlarına saldırmıyorlar. Bugün halk toprak altında, madenlerde kalan, sel sularına kapılan cenazelerini almak, bulmak için uğraşıyor. Kendileri saltanatlarının göstergesi olarak gösterişli, villaları gibi mezarlar yaptırırken, halka kendi cenazesini, bir mezarı bile çok görüyor. Bu düzenin tüm değer ve geleneklerimizi yok etmeye çalıştığı bir sır değildir.
Geleneklerimiz yalnızca yaşamımıza anlam katan değerler değil, aynı zamanda birliğimizin, geleceği kazanma mücadelemizin de en önemli dayanağıdır. Tüm geleneklerimize olduğu gibi cenaze geleneğimize de sahip çıkmalı, yaşatmalı ve geliştirmeliyiz.
(*) Bu yazı, “Halkız Biz, Geleneklerimizle Varız” kitabından alınmıştır