Bir kitap yayınlandı.
Adı Hücremdeki Sır.
Türkiye gerçeğinin çok çarpıcı bir yanını anlatıyor.
Kitabın adı Hücremdeki Sır…
Aslında HÜCRENİN KENDİSİ SIR.
Nasıl?
Ayten Öztürk, Türkiye’de uzun yıllar mücadele içinde yer alan bir devrimciydi.
Yine mücadelenin bir gereği olarak gittiği Lübnan’da havaalanından çıkış yaparken gözaltına alındı.
Lübnan Hükümeti ile AKP faşizmi arasında yapılan bir pazarlık sonucunda, yasadışı bir biçimde, hukuksuz olarak Türkiye kontrgerillasına teslim edildi.
Ayten Öztürk, Lübnan’da Türkiye kontrgerillasına teslim edildikten sonra, özel bir uçakla Ankara’ya getirildi. Ankara’da tahminen resmi bir kurumun altına yapılan gizli işkencehaneye konuldu.
İade, gözaltı veya başka her hangi bir kayıt tutulmadı.
Çünkü işkenceye alındığı yer, zaten KAYIT DIŞI, YASA DIŞI bir yerdi.
Bu ülkenin resmi kayıtlarına göre, öyle bir işkencehane YOKTU.
Orada görevli polisler YOKTU.
Orada gözaltında kimse de YOKTU.
Kısacası, ORASI YOKTU.
İşte o olmayan işkencehanede, olmayan polisler, gözaltı kaydı olmayan Ayten Öztürk’e 6 ay boyunca fiziki ve psikolojik işkence yaptılar.
Aşağıda bu işkencelerden kesitler okuyacaksınız.
Okurken, “yok bu kadar da olmaz” diyeceksiniz.
Oldu.
Tayyip Erdoğan bu ülkenin cumhurbaşkanıyken,
ülke güya yasalarla yönetilirken,
mahkemeler, hakimler savcılar işbaşında görünüyorken… OLDU.
OKUYUN, NASIL BİR ÜLKEDE YAŞADIĞIMIZI GÖRÜN, ANLAYIN!
“Getirildikten… 5 dakika falan sonra sorguya başladılar. Sorgu yapan kişi: ‘hoş geldin, biz seni tanıyoruz, burası başka yere benzemez, burada hakim, savcı, avukat, mahkeme yok, tek yetkliki benim, devlet senin için özel uçak kaldırdı, sen de bizim sorularımıza cevap vereceksin, aslında soru sormayacağız, sen bazı konularda konuşacaksın, bizim dediğimizi yapacaksın, burada sadece allah ve biz varız, zaman sorunumuz da yok, istediğimizi almadan bırakmayız.’ dedi.
Askıya başladılar… Duvarda iki tane halka vardı. Kollarımı kelepçe ile halkalara asıyorlardı. Ayaklarım yere değecek şekilde oluyordu. Bu şekilde (açlık grevini kırmak için) çorba, süt içirmeye çalışıyorlardı.
Askıda iken bir cihaz getirdiler. Tabanca gibi siyah bir şey. Bununla kollarıma, bileklerime, ellerimin üstüne elektrik verdiler. Müthiş çığlık attıran bir elektrikti.
Konuşmazsan burada yaşlanırsın, ecelinle ölene kadar burdan çıkamazsın, senin vücut bütünlüğüne zarar vermeyeceğiz, eğer konuşursan ne istersen veririz. Başka ülkede yaşamak istersen göndeririz. İşbirliği yap bizimle, yapmazsan seni buradan çıkarmayız’ gibi şeylerle ikna etmeye çalışıyordu. ‘Senin hakkında yalan haberler çıkarırız, ailene acı çektiririz, senin burada olduğunu bilen yok, seni arayan soran yok’ diyordu. ‘İki ablan öldürüldü, onlar gibi olamayacaksın.‘ diyordu
Oraya getirildiğim ilk bir ay boyunca hücrenin içinde de ellerim keleçeli ve gözlerim bağlıydı.
… Bazen 5-6 saat, bazen 2-3 saat ayakta bekletiyorlardı.
Bazı geceler (hücreye) sıcak hava veriyorlardı. Boğucu bir sıcak. Nefes darlığı ve aşırı terleme oluyordu bende, 1-2 saat veriyorlardı.
Hücrede kaldığım gecelerde tuvaletim geldiğinde bazen sabaha kadar tuvalete gimeme izin vermiyorlardı.
Çok susuz kaldım. Canları istemezse su vermiyorlardı.
Askıya aldılar. Tabancayı tutma süreleri 4-5 saniye uzamıştı. Tabancayı tuttuğu yerde yanıklar oluşuyordu. Arkamı çevirip beni aralarına sıkıştırıp omuzlarıma, sırtıma, kalçalarıma elektirik veriyorlardı. Tuvaletin önünde bir alan vardı. Beni oraya götürdüler. Hortumla tazyikli su tutuyorlardı. Arada hortumu ağzıma ve burnuma sokuyorlardı. Boğulacak gibi oluyordum. Başımda çuval vardı bu esnada. Suyu yüzüme tutup çuvalla ağzımı kapatıyordu. …. Sonra tabancayla yine elektrik verdi ama değişik bir tabancaymış, elektrik vücuduma yayılmadı.
Bana elektrik verirken ben çırpınıyordum. Birisi ‘bu alete zarar verirsen seni gebertirim. Bu aleti Fransa’dan getirdik’ dedi. Cihazın ışığı vardı, lazer gibi bir şeydi.
Günün bazı saatlerinde tabut gibi bir şeyin içine koyuyorlardı. Dik duran bir tabut. Ellerimi arkadan kelepçeliyip, gözlerim bantlı şekilde 4-5 saat her gün tabutta duruyordum. Tabutun içinde hareket yeri yoktu ve havasızdı. Nefesim daralıyordu. Onlara yalvarmamı istiyorlardı, ben yalvarmadığım için daha çok sinirleniyorlardı. Bu ayakta durmalar yüzünden ayaklarım çok şişti. Hala acıları devam ediyor ve şiş. Şişen ayaklarıma kırbaçla vuruyorlardı, ayaklarıyla basıp eziyorlardı. Hemen hemen her gün aynı şeyleri tekrar ediyorlardı.
Ayaklarım şiş olmasına rağmen, işkence odasında askıya asıyorlardı ve yüzüm duvara, sırtım onlara dönük şekilde asıp dizelerimin altına sehpa gibi bir şey koyup ayaklarımın altına jopla vuruyorlardı. Pense ile ayak parmaklarımı buruyorlardı.
El tırnaklarıma sivri, keskin bir şey soktular. Gözlerim kapalı olduğu için görmedim ama kalın bir iğne gibi şey. Tırnaklarını sökeyim mi diye bağırıyordu. Dişlerine de aynısını yaparım diyordu.
Metal bir mandal gibi bir şeyi el serçe parmaklarıma bantlayıp tüm vücuduma elektirik vermeye başladılar. Bazen de ayak başparmaklarıma taktılar. Bu değişik bir şeydi. Uzaktan kumandalı sanki. Bütün vücudum titriyordu. ve elektriği kestiklerinde tüm enerjim bitiyordu. Birkaç kere bayılmışım. Hala ellerimin bazı yerlerinde, ayak başparmaklarımda hissizlik var. Elektirikten sonra bayıldığımda ya da tamamen düştüğümde tazyikli su ile ayıltıyorlardı. Dinlendiriyorlardı o arada. Dinlendirirken de vajinama ve makatıma parmak sokarak taciz ediyorlardı ve küfür ediyorlardı. Jopla ve sopayla tecavüz girişiminde bulundular…
İşkence odasına götürüldüğümde beni bazen kademe kademe bazen bir kerede tamamen soyuyorlardı. Genelde çırılçıplak oluyordum işkence odasındayken.
Birkaç kere ayaklarımdan tavana astılar. ‘Kan beynine gitsin’ dediler. Ama çok uzun süre yapamadılar. Çünkü ben 43 kiloya falan düşmüştüm.
İki defa spot ışığına baktırdılar. Uzun süre bakınca midem bulandı, başım döndü. ‘sende hiç atraksiyon yok, hiç değişim yok. Ama bunlar bir şey değil, ilkel yöntemler, daha teknolojik yöntemlerimiz var, kimyasal yöntemlerimiz var’ diyorlardı. Bir kere iğne ile bir şey enjekte ettiler ama ne olduğunu bilmiyorum, bende değişiklik olmadı.
Meme ucuma da elektirik vermişler, sonradan farkettim. … Sağ omzumdan sıkıştırıp sıkıyorlardı. Kaval kemiğimi zorluyordu. Kırayım mı diye soruyordu
Kolumu arkaya buruyorlardı ve parmaklarımı arkaya çekiyorlardı. Kafamı duvarlara vuruyorlardı. ‘Kafanın içindekileri çıkar.’ diye bağıyorlardı.
Burnumu duvara vuruyorlardı. Burnumdaki şişliğin sebebi odur. Kulaklarımdan tutup havaya kaldırmaya çalışıyorlardı. Yerde sürükleyerek ve tekmeleyerek hücreye götürüyorlardı. Saçlarımı çok yoluyorlardı. Avuç avuç saçlarım döküldü.