Bir okurumuzun kaleminden ’’Kuyu tiplerine’’ dair şiiri..

Kör Kuyunun İçinde

Bir pencere var ama pencere değil aslında, duvara açılmış bir mezar yarığı.

Demir parmaklık üzerinde üç kat tel örgü, gökyüzünü süzen, güneşi küf gibi boğan.

Orada nefes almak yaşamak değildir. Orada nefes almak ölümün yavaş adımlarıdır.

Kimi susar, otuz yıl boyunca susar. Kitap yazar, şiir yazar, çıktığında “acının şairi” olur.

Kimi de susmaz, diliyle, yüreğiyle, tırnaklarıyla kazır duvarı. Şiiri, kendi kanıyla yazar ve çığlığıyla yıkar paslı zinciri.

Ama yan hücrede kırılan kemikler onun sessizliğinin içinde kırılır, açlığa yatırılan bedenler onun kaleminin gölgesinde unutulur.

Ve sonra derler ki: “Yazık ediyorlar kendilerine…”

Yazık olan, çığlıkla değil, sessizlikle oyulan ruhtur. Yazık olan, çürümeyi hayatta kalmak sanmaktır.

Direniş ölümü çağırmaz. Direniş, karanlığa atılan ilk taştır. Kuyu ne kadar derinse yankı o kadar gür çıkar.

Bir kapı dövülürse taş duvarın kalbi çatlar. Bir beden açlığa yatırılırsa zincirlerin pası dökülür.

Ölmek kolay değil elbet. Ama asıl kolay olan, sessiz kalıp çürümeyi şiire çevirmektir.

Zor olan, kendini ateşe yatırıp başkasının sabahına bir kıvılcım bırakmaktır.

Zor olan, kahramanlık değil, insan kalmaktır celladına rağmen. Yüreğini bir yumru gibi sıkmak, bir tohumu çatlatırcasına, taşın ortasında.

Kör kuyudan güneş doğmaz. Ama direnmek, karanlığı yaran ilk ışıktır.

Ve her ışık, her çatlak, her yankı o kuyunun duvarından bir taş söker. Belki görmeyeceksin günü, ama bir gün, o kuyu, o karanlık, kendi çöküşünün gürültüsüyle yıkılacak.

Umut Durmaz

Sosyal ağlarda paylaşın