Basından: Ebru Timtik’in Son Haftası

HÜSEYİN AYGÜN

Birgün, 31.08. 2021

Her şey Aytaç’tan gelen bir mektupla başladı: “Biz ölüm orucuna yattık, peki siz ne yapaksınız?” Mektup herkese sorulmuş bir soruyla son bulmuştu. Biz üzerimize alındık, ben, Cem Cihan ve Doğan Erkan.

Ölüm orucu, siyasi davalarda savunma avukatlığıyla ünlü bir hukuk ofisi mensuplarının çıktıkları ilk duruşmada tahliye edildikleri halde, “yukarıdan gelen emir”le tekrar tutuklanmaları ve sembolik bir yargılama sonunda 150 yıl hapisle cezalandırılmalarından doğmuştu.

Birkaç aydır açlık grevinde olan ve 5 Nisan 2020 tarihinde (bir “Avukatlar Günü”nde) sürdürdükleri direnişi, “ölüm orucu”na çevirmişlerdi. Karar aslında Aytaç’a aitti. İçlerinde “okumuş” bir aileden gelen (annesi yargıç) oydu, ama Ebru onun çağrısına anında yanıt vermişti. Ebru Dersimliydi, hani bugünlerde ormanları bir türlü söndürülmeyen Dersim var ya…

Ebru’yla üç hukukçu görüştük, eyleminin 150. günündeydi sanırım, incelmiş, kırılmıştı, dışarıdaki sessizliğe isyan ediyordu: “Binlerce insanı savundum, bizi savunacak hiç mi kimse kalmadı?”

Peki, “dışarısı” ne haldeydi o günlerde? İki yüz bine yakın insanın KHK ile mesleğinden olduğu, “tweet atanın” hapse atıldığı, parti başkanları, milletvekilleri ve belediye başkanlarının içeride 5. yılına yaklaştıkları bir dönemden geçiyorduk, Ebru mutlaka haklıydı, ama “dışarısı” da işte bu haldeydi.
Biz tüm süreci onun bilgisi, -tabii bizim önerilerimiz epeyce onu şekillendirdi- onayıyla yürüttük. ÇHD’li avukatlar işin merkezinde durdular; biz Adalet Bakanlığı, hatta CHP kapılarını aşındırdık.

Bakanlıkla 2 görüşme yaptık, Ebru bize -arkadaşlarının da onayıyla- “adım atılması halinde ölüm orucuna son veririz” demişti, Bakanlık bu çağrıya hiçbir yanıt vermedi. İlk görüşmede bize, “niye ölüm orucu yapıyorlar” diye bir soru dahi sorabildiler. Tabii devamında aklımızla alay eden şu sözler: “Hüseyin Bey siz vekillik yaptınız, biz ne yapabiliriz, yargı bağımsızdır.”

Bakanlıkla son görüşmenin çaresizlik havası içinde, Cem Cihan ile kalktık Yargıtay 16. Ceza Dairesi’ne gittik (Bu normalde yapmadığımız bir işti, ama arkadaşların yaşaması içindi her şey). Bir zamanlar DGM başkanlığı yapan ve orada görevli saygın bir hâkim ile yakın zamanda oraya atanmış başka bir meslektaşı görmek istedik. Tarih 20 Ağustos 2020 idi ve daire üyeleri “tatil”de idiler. Eli boş döndük.

Sonra Kemal Kılıçdaroğlu’na gittik. Bize, “Ebru’nun açlık grevini bırakmasını engelleyen Süleyman Soylu’ymuş, ona bir milletvekilini gönderelim” dedi. Kabul ettik. Ve son birkaç gün, Ankara milletvekili olan o arkadaşın Soylu ile görüşmesinden -son bir umut- beklemeye başladık. O vekilden gelecek telefonu beklerken, 27 Ağustos 2020 gecesi Ebru’nun fenalaştığı haberi geldi. Birkaç saat sonra da onu kaybettik (Ölümü sonrası yazdığım “Ebru Timtik, Parçalar” şurada: https://www.twitlonger.com/show/n_1srcla1).

Ebru öldükten sonra Yargıtay 16. Ceza Dairesi toplandı, Ebru, aynı davadan tutuklu kardeşi Barkın ve birkaç arkadaşının daha kararını bozdu. Bu kişiler şimdi, sil baştan yeniden yargılanıyorlar.

Ebru Timtik’in “son hafta”sı işte böyle geçti. Geçen hafta ölümünün birinci yıldönümü idi, ne çabuk aktı zaman. Ebru, “adil yargılanma hakkı için açlık grevinde ölen ilk avukat” olarak dünya ve Türkiye tarihine geçti.

Peki, onu yargılayanlar, “yukarıdan gelen emir”le ceza kesenler, cezaevinde an be an erimesini seyredenler, ölmesine bile bile gözünü yumanlar, ya onlar nasıl geçtiler?

Sosyal ağlarda paylaşın