Ayten Öztürk yaşadığı uzun işkencenin ve tutukluluğunun ardından ilk defa mahkemeye çıkarak yaşadığı işkenceyi anlattı ve hakkındaki iddalara cevap verdi. Aşağıda Ayten Öztürk’ün mahkemeye verdiği savunmasından bölümler aktarıyoruz
…
Lübnanlı yetkililer beni serbest bırakacaklarını söylüyorlardı. Ancak 13 mart akşamı beni apar topar havaalanına götürdüler. Oraya gözlerim bağlı ellerim arkadan kelepçeli bir şekilde götürüldüm. Havaalanına varınca arabada ellerimi ve gözlerimi açıp indirdiler. Havaalanının özel bir girişiydi. Beni alelacele kör bir noktaya çektiler. Orada yüzlerini görmediğim şahıslar gözlerimi hızla bağlayıp kafama çuval geçirdiler. Aynı hızla ve panikle koştururcasına işkenceyle beni bir uçağa bindirdiler. Uçağın sessiz çalışmasından özel bir uçak olduğunu anladım.
Yaklaşık bir saatlik bir yolculuktan sonra uçaktan inerken bağırarak kaçırıldığımı ve kim olduğumu söylemeye çalışınca hem ağzımı bantladılar hemde elleriyle sıkıca kapatarak nefes almamı engellediler. Uçaktan indikten yaklaşık 15 adımlık bir mesafeden sonra koştururcasına ve saldırganca beni bir yere soktular. Aynı kişiler girdiğimiz yerde hızla kelepçelerimi açıp işkenceyle zorla çırılçıplak soydular. Sonra çıplak halde sürükleyerek beni süngerli bir hücreye attılar. Gözlerim hala bağlıydı. Yanıma iki parça giysi atttılar
…
Orada R harfini telafuz edemeyen bir ses “hoşgeldin Ayten biz seni tanıyoruz. Biz senden birkaç şey öğrenmek istiyoruz. Aslında bildiğimiz şeyler ama onaylatmak istiyoruz. Konuşacak mısın?” diye sordu. Benim onlarla konuşacak birşeyim yoktu.
Orta yaşlı olduğunu tahmin ettiğim bir kişi düzgün türkçeyle konuşuyordu. ” Bak seninle benden başka kimse konuşmayacak. Bu odada sadece sen ve ben varız. Kamera yok kayıt yok. Konuştuklarımız aramızda kalacak. Sonra çıkıp gideceksin” dedi.
Yine konuşmayacağımı söyleyince daha sert bir ses tonuyla “Bana seninle ilgili sonsuz yetki verildi. Bu devlet senin için özel uçak kaldırdı. Burası başka yere benzemez. Buradaki herkes işini profesyonelce yapar. Konuşmazsan burdan çıkamazsın. Aylarca yıllarca yaşatırız. Vücut bütünlüğüne bir zarar vermeyiz. Konuşacak mısın?” diye sordu. Ben de bilmediğim bir yerde tanımadığım kişile tarafından işkenceye tabi tutulduğum bu ortamda hiçbir koşulda konuşmayacağımı söyledim.
Burası emniyet yada hapishane değil burada süre sınırı yok. Bir allah bir de biz varız. Bizim sözümüzgeçer” dedi Yine konuşmayacağımı söyleyince beni tekrar hücreye attılar.
Yaklaşı 25 gün boyunca ellerim arkadan kelepçeli, gözlerim bağlı ve başıma çuval geçirilmisbir haldeydim…. Tuvalet ani hariç kollarım bütün gün kelepçeliydi. Gözlerim ise tuvaletteyken bile bağlı kalıyordu. Kelepçeden dolayı kollarımda ağrılar, şişlikler ve uyuşmalr oluyordu. Bileklerimde yaralar oluşmuştu. Tuvalete gözlerim bağlı götürülmeme rağmenkapısının yarım olduğunu anladım. “Böyle mi yapacağım beni görüyorsunuz” dediğimde ahlaksızca bağırarak “Evet böyle yapacaksın istersek bakarız” dediler. Oradaki her an işkenceye dönüştürülmüştü. “Burada onur, ahlak, edep diye birşey yok. Bunların hepsi dışarıda kaldı” diye bağırıyorlardı.
…
Onlardan bir şey istemiyordum Bu onları daha da öfkelendiriyordu. “Burada avukat, hakim, savcı yok. Burada olsen kimsenin ruhu duymaz, umurunda olmaz. Zaten kimse seni arayıp sormuyor. Senden umudu kestiler.Hiçbir yerde kayda geçmedin bile” diyordu sorgucu.
Özellikle 90’li yıllarda ülkemizde onlarcainsanın kaybedilip katledildiğini biliyordum. Bana da aynı şeyi yapabilirlerdi. Ama beni kimsenin arayıp sormadığına inanmıyordum.
Beni susuz bıraktıkları bir gece fenalaştım. Hücremin bir yerinden ses geldi. Kamera olduğunu anladım. 24 saat gözetleniyordum. Sabah bana zorla müdehale ettiler. Gözlerim bağlı ellerim kelepçeli halde beni hücreme uzak olamayan bir yere götürüp kollarımı ve bacaklarımı esnek, elastik bir şeritle bağlayıp serum verdiler. Bir yandanda gözlerimi açmaya çalıştılar. Yaklaşık 25 gün gözlerim hiç açılmamış göz kapaklarım yapışmıştı. Bir sıvıyla gözlerimi açtılar. Işığa bakamıyordum. İlk başta buğulu bir şekilde bana müdehale edenleri gördüm. Kar maskeliydiler.
…
Hücremin üst katındaki mesai saatlerindeki ayak seslerinden oranın resmi bir kurum olduğunu tahmin ettim. Neresi olduğunu bilmediğim bu resmi kurumun tahminen bodrum katı bir işkencehaneydi…Orası insanlığın bittiği bir yerdi.
Bazen gün içinde bazen de gece işkence sesleri geliyordu. Çığlık ağlama sesleri yakından geliyordu. Hep erkek sesleriydi.
…
Kollarımı açıp, bileklerimden duvardaki halkalara kelepçelendim. Biri elektrik cihazıyla ellerime, parmaklarıma, vücudumun çeşitli yerlerine elektrik verirken öteki zorla ağzımı açıp zorla besleyici sıvı içirmeye çalışıyordu…Sıvılardan sonra zorla yemek yedirme işkencesi de aşkı elektrik ve tehditlerle yapıldı. Bir süre sonra da fiziki işkenceleri beni konuşturmak için yapmaya başladılar.
İlk günler işkenceler sabah öğlen akşam oluyordu. Daha sonra çok gece geç saatlerde yapıldı. Günün geri kalan saatlerinde ise sürekli psikolojik işkence uyguluyor, taciz ediyor ve saatlerce ayakta tutuyorlardı.
İşkence odasına gözlerim bağlı götürülüyordum. Önce üstümü soyuyor sonra da askıya alır pozisyonda ellerimi duvardaki demir halkalara kelepçeliyorlardı. Çıplak bedenimin hemen her yerine elektrik cihazıyla bastırıp bir süre tutuyorlardı. Bunu yaptıklarında tüm bedenim titreyerek sarsılıyor son sesimle çığlıklar atıyordum. Bayıltıncaya kadar bunu tekrar tekrar yapıyorlardı.