18 Ocak 2013 tarihinde Halkın Hukuk Bürosu’na bir operasyon yapıldı.
O gece otobüsle Ankara’dan İzmir’e ailemin yanına gitmiştim. Sabaha karşı eve ulaştım. 05:30 gibi kafamı yastığa koydum. Yarım saat sonra saat 06:00’da telefonumun çalmasıyla uyandım. Telefonun diğer ucunda sevgili eşim o zaman sözlüm olan Didem var. O da benim gibi stajyer. O sırada başka bir büroda stajına devam ediyor. Bu operasyonla birlikte Halkın Hukuk Bürosu’nun stajyeri oluyor.
“Aytaç operasyon oldu duydun mu?” diye soruyor. Anlamaya çalışıyorum. “
Selçuk Abi gözaltına alındı. Betül Abla da gözaltı listesinde var.” diye devam ediyor. ” Tamamdır ben de hemen geliyorum.” diyerek kapatıyorum.
Sonrası malum. Tutuklandıkları mahkeme önündeki konuşmalarıyla tarihe geçti devrimci avukatlar.
Ebru Ablayla ilgili CHP Kağıthane İlçe Başkanına suikast iddiası gibi bir komplo kurulmaya çalışıldı. Ama Kağıthane İlçe Başkanı savcılık sorgusunda Ebru Abla’nın avukatlığını yaptı.
Komplonun başından çökmüş olması bir şeyi değiştirmedi. Ebru Abla ve toplamda 9 avukat tutuklandı.
Ebru Ablayla 2013 yılındaki sohbetimiz Bakırköy Hapishanesinde devam edecekti. Onu ilk kez Bakırköy Hapihanesinin avukat görüş yerinde gördüğümde dışardaki halinden çok farklıydı. Çok kilo vermişti. Çiçekli elbiseleri içinde peri gibiydi. Her zamanki gibi usul usul konuşuyordu. Masal gibi anlatıyordu. Fakat onun anlattıkları insanı uyutan cinsten değil canlandıran cinstendi.
Kadına bak derviş gibi, demiştim kendi kendime. Yaşama dair birçok konuda daha önce hiç düşünmediğim gibi düşündürüyordu beni. O görüşmelerin her biri eğitimdi benim için, yaşam eğitimi.
Sevmeyi öğreniriz Aytaç, demişti birgün “Hadi canım sen de sevmek matematik problemimi? Ya seversin ya da sevmezsin.” diye düşünmüştüm.
Küçük burjuvazi iç sesiyle çok konuşur. İç sesinin söyledikleri ile yaşam arasında birçok çelişki vardır. Bu çelişkilerden kurtulmadıkça bunalımdan da kurtulamaz. Mutluluk yürekten geçen, ağızdan çıkan ve yapılanlar arasındaki farkın kapanmasıyla başlamaz mı?
“Nasıl öğrenilir sevgi Ebru Abla?” Bu sorunun cevabı Ebru Timtik’in yaşamıdır aslında.
Mesela hapishanelerde doğallığında her zaman biraz daha öne çıkan tutsaklar olur. Örneğin yeni tutuklular böyledir. Onlarla ilgilenen her zaman daha fazladır. Bazı tutsaklar da dışarıda daha çok tanınır. Fakat bir de yıllardır hapishanede olan sıra neferi gibi sesiz sedasız direnenler vardır.
İşte Ebru Abla hep onlarla ilgilenirdi. “Şunun hastalığı var. Diğerinin görüşçüsü gelmiyor.” Bu konular sohbetimizde önemli yer tutardı. Bazen onları anlatırken gözleri dolardı. Şaşırırdım. Başta abartılı gelirdi bana bu duygu. Çünkü onun gibi hissedemiyordum. Çünkü onun kadar bilincim yoktu. Çünkü onun kadar tanımıyordum o insanları ve mücadele gerçeğini.
“Vefa önemlidir Aytaç.” derdi. Değer vermektir vefa. “Bu insanlar vatana, hepimize emek vermişler. Yıllarca hapishanelerde kalmışlar, bedeller ödüyorlar. Bunların tamamı çok büyük emeklerdir. Değerlidir. Biz de onlara gereken değeri vermeliyiz.”
Hayattaki sorunların başında insanlar arasındaki ilişkiler gelir. Ebru Ablanın bu konuda emeği çoktur. İnsanları taşımak gerektiğini söylerdi hep.
“İnsanı taşımak ” Etrafınızda kaç kişi var hatalarınıza rağmen sizi sahiplenen? Ya da siz ne kadar taşıyabiliyorsunuz sevdiklerinizi ? Aman yeter seninle mi uğraşacağım, deyiveriyor musunuz hemen ? Bu sorulara verilen gerçek cevaplarla Ebru ablanın değeri çok daha iyi anlaşılır.
2014’ün mart ayında Ebru Abla ve arkadaşlarımız tahliye oldu. Ebru Abla ağırlaştırılmış müebbetle yargılanıyordu. İstenilen cezaların ağırlığı yargıdaki AKP kadrolarının hakimiyeti avukat çevrelerinde “her şey bitti” karamsarlığı yaratıyordu. Etrafımızdaki birçok insan karamsardı. Fakat en umutlu olan tutsak arkadaşlarımızdı. Saldırıların yoğunluğunun krizin büyüklüğü ile ilgili olduğunu biliyorlardı. Onların gücü “bir ömür boyu hapishanede kalabiliriz” iradesinden geliyordu. Nettiler, idealleri için bedel ödemek onlara sıkıntı vermiyordu.
Onları büyük bir coşkuyla karşıladık. Artık ben de avukattım. Onlar da hapishaneden sonra yepyeni bir avukatlık hayatına başlayacaklardı. Şimdi aynı yolu hep birlikte yürüyücektik. Heyecanlıydım.
2014 yılının yaz aylarında yine birlikte tatil yapmaya gittik. Bu sefer yaz kampımız Fethiye’ydi.
“Yav bu avukatlar da iyi geziyormuş. Hayat size güzel.”diye düşünenler olabilir. Doğrudur, hayat bize güzeldir. Aramızda köylü çocukları, işçi çocukları vardır. Kendi imkanlarımızla bu tatilleri hiç yapamaya bilirdik. Fakat birlikte çalışmak, birlikte yaşamak, paylaşmak, birlik olmak insana her şeyi yapabilme olanaklarını yaratır.
Tatil dönüşünde 2014’ün 6 Eylül’ünde Didem’le evlendik. Evliliğimizin başında, sonunda her yerinde Ebru Abla vardı.
Ankara’da Küçükesat semtinde bir evimiz vardı. Sık sık konuk ettik Ebru Abla’yı orda.
Yeni evlenenler çeşitli sorunlar yaşarlar. Birincisi farklı özellikleri olan , değişik kültürlerden gelen iki insan ortak bir hayatı paylaşmaya başlarlar. Bundan kaynaklanan doğallığında çelişkiler ve sorunlar vardır. İkincisi belki de en sık görüneni evdeki temel işlerin yapılması ile ilgili çıkan sorunlardır. Malum erkek egemen kültürle şekillenen erkekler ev işlerini asla kendi işi olarak görmez.
Yıllarca erkeğin annesi ev işlerini yapmıştır. Evlendikten sonra da kadın yapmaya devam edecektir. Bu bakış açısı, anlayış erkeklerin iliklerine yerleşmiştir. Erkeğin şehirli olması, üniversite eğitiminden geçmiş olması fark etmez hatta çoğu zaman bu durumu pekiştiren koşullar yaratır.
Erkeklerin bu anlayışı değiştirilmeden kadının yaşadığı sorunların çözümü nihai olarak mümkün değildir.
Ben de bu kültürden bağımsız olarak büyümemiştim. Değişiyordum ama kısa sürede büyük değişimler yaşanmıyor.
Özel olarak niyet ederek düşünerek evdeki işleri Didem yapsın diye yaklaşmıyordum. Ama evin işlerini sahiplenmenin, sorumluluk duymamamın, evi düzene sokmaya çalışan Didem’i anlamamın nedenleri buydu.
Didem kızıyordu. Doğal olarak benden bu konuda daha çok emek bekliyordu. Fakat bende haftanın birkaç günü şehir dışı yolculuklar yapıyordum. Yorulduğumu düşünüyordum. Kendimi haklı görüyordum. Didem’in bu sorunu büyüttüğünü düşünüyordum. Onu anlamaktan uzaktım. O da bana bu gerçeği anlatmaktan uzaktı. Yaşamın bir kuralıdır ne dediğimiz değil karşımızdakinin ne anladığı belirleyicidir.
Daha önce söylediğim gibi Ebru Abla kadının ezilmesi yaşadığı adaletsizlikler konusunda hassastı. Bir şeyi teorik olarak kabul etmekle onu yapmak birbirinden farklı şeylerdir. Ebru Abla yapanlardandı.
Kadın hakları konusundaki feminist bakış açısı gerçeği kavramaktan uzaktır. Bilimsel değildir. Soruna her yönüyle neden sonuç ilişkileri ile bakmaz. Tek yönüyle yani kadının ezilmesi yönüyle bakıp duygusal tepki vermektir. Her duygusal tavır gibi bir noktada gerçekten kopar. Duygular bilinçle kaynaştıkça ayakları yere basar. Erkek bu kültüre nasıl sahip olur, içinde yaşadığımız koşulların bu soruna etkisi nedir? Bilinç bunun gibi birçok soruya cevap bulur.
Feminist bakış bizim yaşadığımız sorunda bütün sorumluluğu bana yükleyecektir. Çünkü sorunun erkeğin erkek olmasından kaynaklandığını düşünürler. Oysa bu gerçek değildir. Sorunun temel kaynağı toplumsal ilişkilerdir. Böyle olduğu için halklar anaerkil dönemde de yaşamıştır. İnsanlık dışı toplumsal ilişkiler insanlıktan çıkan bireyler yaratır. Kadın da erkek de bunun içindedir.
Etrafımızdaki bazı arkadaşlarımız da devrimci olmalarına rağmen “feminist” etkilenmeler taşıyorlardı. Kadın erkek arasındaki sorunda duygusal yaklaşıp taraf olabiliyorlardı. Böyle olunca bende kendi haklarımı savunup anlama kapılarını iyice kapatıyordum.
Kilidi açan Ebru Abla olmuştu. Erkek egemen kültürü sadece erkeğin taşımadığını kadınında bu kültürle hareket ettiğini söyleyip, gösteriyordu. Kadının bu anlayışla hareket edip evin hanımı rolünü benimsediğini, bir süre sonra da dolup söylenmeye başladığını anlatıyordu. Kadının söylenmesinin, sürekli şikayetlenmesinin de pskolojik bir şiddet erkekten intikam alma aracı olduğunu açıklıyordu. Bu nesnellik dupduru akıl direncimi kırdı. Haklı haksız aramıyordu, doğru yanlışa odaklanıyordu. Sorunun kişisel olmadığını anlayıp kabalıklarıma, eksiklerime daha çok yönelmeye başladım. Aslında çocukluğumuzdan beri getirdiğimiz bir sürü alışkanlığımız vardı. Bunları bana Ebru Abla sorgulattı.