Anayasa Mahkemesi, şaşırtan, tartışmalı ya da skandal denilebilecek uygulamalarını sürdürüyor. Bugün, iki kardeşinin TSK’dan ihraç edilmesi sonrasında ByLock’ta ‘Morbeyin’ in ortaya çıkarılmasına önayak olan, ancak kendisi de kamudan çıkarılan Levent Mazılıgüney tarafından çarpıcı bir iddia ortaya atıldı. Mazılıgüney, video kaydı ve görselleri de twitter hesabından paylaşarak, Anayasa Mahkemesi’nin sayfasındaki ‘skandal’ bir notu paylaştı.
Sosyal medyadaki video kaydına ve mahkeme sayfasındaki görüntülere göre, eski Anayasa Mahkemesi üyesi Alparslan Altan’la ilgili kararın yanına “PDY ile ilgili müdahaleler bağlamında yapılacak başvurularda kullanılacaktır” notu düşülmüştü.
Anayasa Mahkemesi’nden ihsası rey iddialarına yanıt: Tamamen gerçek dışı
Bu not, Paralel Devlet Yapılanması yani FETÖ başvuruları konusunda “ihsas-ı rey” niteliğinde. Mazılıgüney, bu notun, iç yazışma yerine yanlışlıkla ana ekrana yazıldığını ve tüm FETÖ başlıklı başvurularda kullanılmak üzere kaleme alındığını görüntülerle kanıtladı. Bu iddia doğru olmasa bile notun varlığı skandal niteliğinde. Zira bu not, benzer başvuruların aynı gerekçeyle ‘reddedilmesi’ konusunda görüş taşıyor.
Anayasa Mahkemesi ise açıklama yapmak yerine siteye erişimi saat 17.30 sıralarında engelledi. Sayfaya girenler, “Sunucuya erişimde sorun yaşanmaktadır” notuyla karşılaştı.
Tartışma ve çelişkili kararlar
Bu tartışmaların odağındaki Anayasa Mahkemesi, yaklaşık 3 aydır ilginç biçimde, kamuoyunda büyük tartışma yaratan, büyük mağduriyetlerin yaşandığı, yıllardır ısrarla gündemine almadığı dosyaları birer birer karara bağlıyor.
Mahkeme; önce Cumhuriyet davasını gündeme aldı.
Haber yazmaktan başka hiçbir eylemi olmayan gazetecilerden Murat Sabuncu, Akın Atalay, Ahmet Şık ve Bülent Utku’nun başvuruları reddedildi.
Kadri Gürsel’in başvurusu için hak ihlali kararı verdi.
Mahkeme, aynı gün, gazeteci Murat Aksoy için de ‘hak ihlali’ kararına imza attı.
Yüksek Mahkeme, bu kararın hemen ardından Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ın da aralarında bulunduğu 9 gazetecinin başvurusunu görüştü. Altan ve Ilıcak için “hak ihlali yok” kararı veren mahkeme, Ali Bulaç’ın “kişi özgürlüğü ve güvenliği ile ifade özgürlüğü” haklarının ihlal edildiğine hükmetti.
Gazetecilerle ilgili bu kararları kamuoyunda çok tartışılan başka dosyalar izledi.
Gezi dosyasının bir numaralı sanığı, iş insanı Osman Kavala’nın başvurusu sürpriz biçimde ilk duruşma öncesinde gündeme alındı ve Kavala için “hak ihlali yok” denildi.
Hemen ardından Ayşe öğretmen olarak bilinen Ayşe Çelik’in dosyası gündeme alındı ve bu kez “hak ihlali” kararı verildi.
Anayasa Mahkemesi, son olarak Almanya vatandaşı gazeteci Deniz Yücel’in dosyasını karara bağladı ve “hak ihlali” kararı verdi.
Anlaşılmaz kriterler
Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına baktığınızda basın ve ifade özgürlüğünün nerede başlayıp nerede bittiğini anlamanız mümkün değil.
- Deniz Yücel dosyasında nasıl belirlendiği anlaşılmaz bir dizi kriter sıralandıktan sonra bu kriterlere göre PKK yöneticileri ile röportaj yapmanın suç olmadığı ve gazetecilik kapsamında kaldığı, aksi uygulamanın basın özgürlüğünü sınırlayacağı söyleniyor.
- Yine Yücel kararına göre, gazetecilerin siyasilerin de dile getirdiği bazı görüşleri dile getirmeleri suçlanmaları için yeterli değil.
- Murat Aksoy kararında da bu özgürlükçü tutum devam ettiriliyor. Kararda, “savunduğu görüşlerin terör örgütünün söylem ve görüşleriyle paralellik göstermesi ve kimi noktalarda örtüşmüş olması tek başına suç işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak kabul edilemez” deniliyor.
Buna karşılık Murat Sabuncu ile ilgili verilen karardaki yorum soyut ve anlaşılmaz:
“Gazetede sorumlu olduğu dönemde yayımlanan haber, yazı ve manşetler ile başvurucunun sosyal medya paylaşımlarında eleştirel olma ve haber yapmanın ötesinde süreklilik arz edecek şekilde devletin PKK ve FETÖ/PDY’ye karşı verdiği mücadeleyi zayıflatacak yayınlar yapıldığı, toplumu kamplaştırmaya yönelik mesajlar verildiği, anılan örgütlerin masum ve mağdur olarak gösterilmeye ve lehlerine algı oluşturulmaya çalışıldığı, tutuklama için gerekli olan kuvvetli belirtinin bulunduğu sonucuna varılmasının keyfî ve temelsiz olduğu söylenemez.”
Bu görüş, Akın Atalay, Önder Çelik, Bülent Utku, Mustafa Kemal Göngör, Musa Kart, Güray Öz ve Hakan Kara ile ilgili kararlarda da bir biçimde tekrar ediliyor.
Ahmet Şık kararında ise Deniz Yücel kararının tam aksi yönünde görüşler sıralanıyor:
“Tutuklama kararında başvurucunun haber ve yazılarında haber aktarma amacının ötesine geçerek terör örgütlerinin söylemlerinin geniş kitlelere ulaşmasını sağladığı belirtilmiş ve kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir delillerin bulunduğu kanaatine varılmıştır. Örgütün ses getirmek ve adını gündemde tutmak amacıyla gerçekleştirdiği bir eylemi tam da işlendiği sırada failleriyle röportaj yapmak ve onların mesajını kamuoyuna duyurmak suretiyle suç işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak değerlendirmesi keyfî ve temelsiz değildir.”
Altan kardeşler çelişkisi
Anayasa Mahkemesi, Mehmet Altan’ın tutuklandığı dönemde Altan ve Şahin Alpay ile ilgili verdiği kararlarda ‘hak ihlali’ yorumu yapmış ve yerel mahkemenin buna rağmen gazetecileri tahliye etmemesi üzerine mahkeme kararlarının bağlayıcılığını anımsatarak, tahliyenin yolunu açmıştı. AİHM de Mehmet Altan’ın tutuklanması nedeniyle Türkiye’yi tazminata mahkum etmişti. Ancak Altan’la ilgili bu karardan sonra tutuklu gazetecilerin dosyaları rafa kaldırıldı ve birkaç ay öncesine kadar unutuldu.
Mehmet Altan’ın haklarının ihlal edildiğine yönelik kararda, katıldığı televizyon programı konusunda, “Bununla birlikte başvurucunun darbe teşebbüsünden bir gün önce Can Erzincan TV’de yayımlanan programdaki konuşmasında başvurucunun sarf ettiği sözlerin içeriği ve bağlamı, anılan sözler öncesinde ve sonrasında diğer konuşmacılar ile başvurucu tarafından dile getirilen hususlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun suça konu sözleri darbe teşebbüsünün ortamını hazırlamak amacıyla söylediğinin olgusal temellerinin soruşturma makamlarınca ortaya konulamadığı görülmektedir” denildi.
Aynı programda kardeşi Ahmet Altan da vardı. Altan’ın haklarının ihlal edilmediğini belirten mahkeme, televizyon programı için, “Başvurucunun darbe teşebbüsünden bir gün önce bir TV’deki konuşmaları, son dönemdeki yazıları ve gazetesindeki konumu ile bu konumun ilişkisini anlatan gizli tanık beyanları birlikte değerlendirildiğinde soruşturma mercilerince işaret edilen olguların FETÖ/PDY ile bağlantılı bir suç işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak kabul edilmesi temelsiz ve keyfî olarak değerlendirilemez” yorumu yapıldı. Aynı program, benzer sözler için iki farklı yorum.
Görüşü değişen 4 üye
Altan’ın avukatı Figen Albuga Çalıkuşu’nun yaptığı basın açıklamasında işaret ettiği çelişki de tutarsızlığı doğruluyor:
“Çoğunluk kararının altındaki imza sahibinin yarısının hukukçu olmaması, dört üyenin imza attığı aynı dosya kapsamı için verdiği kararı, karardaki ilkeleri
inkar etmesi ve son atanan üyelerin tümünün bu çoğunluk içinde yer alması belki de bu günlerde tartışılan ve yasalaşma aşamasında olan hukuk reformu açısından dikkate alınması gereken ilginç ve düşündürücü bir durum arz etmektedir.”
Özetle; Mehmet Altan için “ihlal” diyen 4 üye, Ahmet Altan için “hak ihlali yoktur” diyor.
Kavala, Ayşe öğretmen ve akademisyenler
Osman Kavala için verdiği kararda, mahkemenin tutukluluk ile ilgili yorumları ‘muazzam’:
“Başlangıçtaki bir tutuklama için kuvvetli suç şüphesinin bulunduğunun tüm delilleriyle birlikte ortaya konması her zaman mümkün olmayabileceği… tutmanın bir amacı da kişi hakkındaki şüpheleri teyit etmek veya çürütmek suretiyle ceza soruşturmasını ve/veya kovuşturmasını ilerletmektir. Bu nedenle yakalama veya tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka gerekli değildir.”
Oysa Deniz Yücel kararında, somut olguların bulunmaması “hak ihlali” sayılıyor.
Ayşe Çelik kararında da mahkeme, ‘ifade özgürlüğünü’ anımsıyor birden bire. Programdaki sözlerinin bu kapsamda olduğunu belirtirken, garip bir kriter de koyuyor:
“Şehit ailelerinin rencide edilmemesi.”
Ayşe öğretmenin sözlerinin bu nitelikte olmadığını belirtiyor. Hangi sözün nasıl rencide edebileceği belirsiz. Akla ister istemez henüz dosyaları görüşülmeyen Barış Akademisyenleri geliyor. Aslında Ayşe öğretmen kararı emsal niteliğinde ancak konulan kriterlere göre nasıl bir yorum yapılacağı belirsiz.
Manidar zamanlama!
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Anayasa Mahkemesi’nin ‘ilişkileri’ uzun zamandır dikkate değer bir seyir izliyor. AİHM, Anayasa Mahkemesi’nin yıllarca beklettiği bir dosyayı bile gündemine almıyor. Gündemine almasına yönelik baskı olduğu, gündeme almasının beklendiği dönemde ise Anayasa Mahkemesi aniden o dosyayı gündeme alıp karara bağlıyor. Hemen ardından AİHM kararı geliyor.
AİHM’nin Anayasa Mahkemesi’ni ‘atlamak’ istemediği biliniyor. Aksi durumda tüm başvuruların kendisine yapılacağı ve muazzam bir iş yükü altına girileceği kaygısı da ortada. Zaten bu kaygı nedeniyle yapısı son derece tartışmalı OHAL Komisyonu bile ‘yetkili’ kabul edildi.
Ancak bu kaygıyı da aşan bir durum söz konusu.
Skandal not: “İhsas-ı rey anlamında”
AİHM’nin Anayasa Mahkemesi’nin “etkisiz hukuk yolu” sayılmaması için verdiği uğraş ve imza attığı uygulamalar, uzun yıllar tartışılacak nitelikte.
Anayasa Mahkemesi, belli ki suya sabuna dokunmadan, kimseyi kızdırmadan var olmaya çalışıyor. Yüksek Mahkeme, hakkını arayanların Türkiye’deki son adresi.
Ancak bu nitelikteki bir kurumun verdiği çelişkili kararlar ve imza attığı uygulamalar, önce kendisiyle ilgili bir hak ve hukuk mücadelesi vermesi gerektiğini ortaya koyuyor.