ATK Diyor ki; “Ağırlaştırılmışların ancak ölüsü hapishaneden çıkabilir.”
Tekirdağ F Tipi Hapishanesi’nde tutulan 64 yaşındaki ağır hasta tutsak Ali Osman Köse, Halkın Hukuk Bürosu avukatlarına yazdığı mektupta hapishanede karşı karşıya kaldığı hak gasplarına ve sağlık durumuna ilişkin bilgiler verdi.
Tecrit koşullarında, ağır hastalıklarla mücadele ederken yazdığı bu mektubu aşağıda sunuyoruz (Ara başlıklar tarafımızdan konulmuştur.):
Sizi umudumuzun ve direnişimizin coşkusuyla, Ebruların sıcaklığıyla, olanca sevgimizle, özlemimizle sımsıkı kucaklıyor, selamlarımızı gönderiyoruz. Size bu mektubumda hem yeni yaşadıklarımı hem de sağlık durumumla ilgili genel durumumu yazmaya çalışacağım
u mektubumda sağlık durumumu ve bu noktaya nasıl geldiğini yazmaya çalışacağım;
“Halen Metastas Saptannadı!”
Daha önce yazdığım mektup ve fakslarda sağlığımla ilgili bilgileri gelişmeleri aktarmaya çalışmıştım. Bunların arasında kimi hastanelerin (Devlet Hastanesi, Üniversite Hastanesi gibi ) “RAPOR” ları da vardı. En son aktardığım tarafıma 24 Eylül 2021 tarihinde getirilen 11. 08. 2021 tarihli rapordu. Rapor’un “kusur” bölümü şöyleydi: “Halen haliyle adı geçenin hastalığı nedeniyle cezanın infazının geri bıraktırılması gerekmez. Ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettirir . Sol böbrek tümöründen opere olup halen metastaz sapüanmamıştır. Üç ay sonra kontrol görüntüleme için onkoloji bölümünce polikinlik kontrolü uygundur.”
Avukatımın kanser hastası olduğum için infazımın durdurulması ve tedavimin dışarda yapılması talebi üzerine (14.07.2021 tarihli, götürüldüğüm Tekirdağ Şehir Hastanesi Sağlık Kurulu, yukarda aktardığım kararı alıyor. Tekirdağ 2. İnfaz Hakimliği de 16.09.2021 tarihli kararı ile avukatımın talebi reddediliyor.
Hastaneler, kurullar böylesi raporları, kararları öylesine “rahatlıkla” alabiliyorlar ki ve infaz hakimleri de bu raporları, kararları gerekçe göstererek siz avukatlarımın taleplerini reddedebiliyorlar.
slında hastane sağlık kurulları ve infaz hakimlikleri aktardığım kararları almasalar ne olacak ki ?… Ağırlaştırılmış hükümlülerle ilgili infaz yasaları açık…
“İnfazına hiç bir suretle ara verilemez.”
İstanbul Adli Tıp Kurumu da farklı davranmadı. Onlar daha ileri giderek savcılık iddianamesine benzer karar oluşturdular. Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 3. İhtisas Kurulunun 05.02.2021 tarihli kararında şöyle denmekteydi; “Hükümlünün ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü olduğu 5275 sayılı yasanın 25. maddesinde yer alan hükümlünün infazına hiç bir suretle ara verilemez. (…) “
Peki ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü olmama rağmen hastane sağlık kurulları neden “hapishanede kalabilir ” vb. raporların verilmesini neden istiyorlar? Bunun nedeni, ancak ve ancak mevcut sistemlerinin teşhir olmasını engellemek olabilir.
Doktorlar da bilmektedir ve hapishanelerde çeşitli hastalıklardan ölümler de gösterdi ki başta kanser hastaları olmak üzere, kronik hastalıkları ilerlemiş olan tutukluların hapishane koşullarında tedavileri- iyileşmeleri mümkün değildir. Bunu en iyi bilen de başta Adalet Bakanlığı olmak üzere tüm devlet kurumları ve doktorlardır…
“Buza yatırılmam nedeniyle böbreğimden rahatsızlandım…. Sonuç kanser”!
Örneğin; 1994 yılında gözaltına alındığımda Ankara Emniyet müdürlüğünde (DAL) “Devrimci Sol Timinin” yaptığı işkenceler, özellikle de böbreğimin sürekli ve güçlü şekilde sıkılması ve buza yatırılmam-sarılmam nedeniyle böbreğimden rahatsızlandım. Çünkü işkencelerde, böbreğimde oluşturdukları tahribat nedeniyle “Altı ay içerisinde öleceksin.” demişlerdi defalarca. Tutuklanmamla birlikte böbreğimden rahatsızlandım. Böbrek krizleri yaşadım, ilaç kullandım. Sözüm ona tedavi oldum. Hastalık ve kullandığım ilaç sayısı artınca böbrek için ilaç da kullanmadım. Sonuç: Kanser. Sol böbreğimin tamamen alınması.
“Tedavisi-çözümü yok.”
Bir başka örnek: 1997 yılında Bartın Özel Tip Hapishanesine sevk edildim. Koğuştaki sağlıkçı arkadaşımızın tansiyonumu ölçmesiyle yüksek tansiyonlu olduğum anlaşıldı. Bunun üzerine revir doktorunca da belli bir süre ölçüm yapıldı ve ilaç kullanmaya başladım. 19- 22 Aralık 2000 yılında gerçekleştirilen biz devrimci tutsakları teslim alma saldırısı sonrasında Edirne F Tipi Hapishanesi’ne götürüldüm. Saldırılar çok yönlü sürüyordu ve ölüm orucuyla, feda eylemleriyle, destek açlık grevleriyle direniyorduk. Açlık grevinde olmadığımız dönemlerde revire çıkıp yüksek tansiyon ilacı talebimi söylediğimde birkaç tane vermekle yetiniyorlardı ya da hiç vermeyerek. Oysa düzenli kullanmam gerekiyordu. Hastalığımı da sindirme-teslim almada araç olarak kullanıyorlardı, şimdi de kullanıyorlar. Böylesi bir süreçte 2002 yılı olmalı, on gün içinde sekiz gece uykuda yüksek tansiyon krizi geçirdim. Kriz baş bölgesinden, kulak, çene, alın, dudak vb. elektirik verildiğinde yaşanan şiddetli acı ve şimşek çakması gibi aydınlanmalar (12 Eylül faşist cuntası günlerinde 1981’de Bursa 1. Şubede yapılan ve sık uygulanan işkence yöntemlerinden biriydi) şeklinde yaşadım. Oluşan acı işkencede yaşadığım acıdan kat kat fazlaydı. Bu krizlerle birlikte kulak çınlaması ve baş dönmesi başladı, çok sonraları hastaneye gidebildiğimde doktorlar Bu şekilde yaşamaya devam edeceksin tedavisi-çözümü yok.” Dediler. Revire çıktığımda, yine tansiyon ilacım verilmedi.
2004’te burnum kanamaya başladı. Dinlenerek başıma ıslak bez koyarak ateşimi düşürerek, burnuma tampon koyarak üç gün idare edebildim. Dördüncü gün tampon da işe yaramayınca hafta sonu olmasına rağmen revire çıkmak zorunda kaldım. Nöbetçi doktor hemen tansiyonumu ölçüp “dil altı” verdi. Bir süre sonra tekrar ölçtü. Yüksek tansiyonumu 22’ye düşürebildiğini işittim. Acil hastaneye kaldırdı. Üç gün de Edirne Tıp’ta kaldım. Kanama bitince hapishaneye geri getirdiler. Doktor, burnumun kanaması sigorta işlevi görmüş, yoksa ya felç olursun ya da ölürsün demişti. O gün tansiyon ilacı yazdı ve nihayet ilaç kullanmaya başlayabildim. Daha sonra ek tansiyon ilaçları da verildi.
19-22 Aralık Katliamı sonrası getirildiğim Edirne F Tipi Hapishanesi’nde 2006 Kasımına kadar hücrede tek tutuldum. 2006 Kasımında iki kişilik havalandırması olan tek kişilik hücrede kalmaya başladım. Diğer bir ifadeyle 2006 Kasımına kadar kimse ile konuşma-görme koşulum da yoktu. Ağırlaştırılmış müebbet hükmü ise 2017 Temmuzunda uygulanmaya başladı, müebbet hükmüm
2004 yılında baş dönmesi , diz üstünde yanma, uyuşma çok ilerlemişti. Revire çıktığımda doktor madde 399 için başvurmamı istedi. Ölüm orucu direnişçisi veya gazisi olmadığım için kabul etmedim. Diz üstündeki yanmalar, acılar ve uyuşmanın açlık grevleri ve ölüm oruçlarının sonuçlarından biri olan doku kaybından kaynaklı olduğu ve tedavisinin mümkün olmadığını B1 vitamini yazabileceğini söyledi ve B12 vitamini kullanmaya başladım. Ama pek işe yaramadı.
ide rahatsızlıkları ve hemoroid 12 Eylül yıllarındaki tutsaklığımda başladı. 2000 yılı sonrası bunlara varis, prostat da eklendi. Kullandığım ilaç sayısı artınca böbrek ve mide ilaçlarını kullanmayı bıraktım.
“Açlık grevi sonrası komalık olmuşum.”
2020 yılı Haziran ayı başında, 2019 yılında başlayan ve ölüm orucuna dönüşen direnişe destek vermek için arkadaşlarımla birlikte bir aylık açlık grevine başladım. Altıncı-yedinci günden sonra şeker, çay, limon, B12 vb. alamadım, aldığımda istifra ediyordum. Açlık grevinin son haftasında iyice kötülemişim. Açlık grevi sonrası normalleşmem gerekirken komalık olmuşum. Temmuzun ilk haftası hastaneye götürülmüşüm ve karantinaya alınmışım.
O günleri hatırlamıyorum. O günlerde birlikte kaldığım arkadaşım Barış Aras o günleri daha sonra “Özellikle ilk iki gün başucunda öleceksin diye ağladım.” diye aktardı.
Yürüme yeteneğimi tamamen yitirmiştim, belleksiz günlerim sonrasında avukatlarımın infazımın durdurulması ve tedavimin dışarda yapılabilmesi için başvurmaları üzerine önce Tekirdağ Devlet Hastanesine götürüp getirdiler. Sağlık Kurulu Raporu hazırlamışlar. Daha sonra Tekirdağ Üniversite Hastanesi gel-gitleri ve Sağlık Kurulu Raporu ve sonunda İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderilmemiz geldi. Bu arada tarih de 03 Şubat 2021 olmuştu.
“Ağırlaştırılmışların ancak ölüsü hapishaneden çıkabilir.”
Ve tabi ki tüm hastane sağlık kurullarıyla birlikte Adli Tıp Kurumu da “sağlığı iyidir” anlamına gelen “hapishanede kalabilir” raporları vermişken Adli Tıp Kurumu “Ağırlaştırılmışların ancak ölüsü hapishaneden çıkabilir.” ifadesini bulan kararını açıklamıştı. Bu arada yedi ay geçmişti. 16 Şubat’ta korona testim pozitif çıktı. Tabi ki yine “sağlığım iyi” diye avukatlarımın infazın durdurulması talebi reddedildi.
eş peşe verilen “sağlığı iyidir, hapishanede kalabilir” raporları ve kararlarının ardından 10 Mart 2021’de Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi üroloji- cerrahi bölümü sol böbreğimde 9 (dokuz) cm’lik kist olduğunu ve acil ameliyat gerektiğini söyledi.
“11 ay sonra da ameliyat edebildiler.”
19 Mart 2021’de götürüldüğüm Tekirdağ Şehir Hastanesi üroloji bölümü doktoru sol böbreğimin kanser nedeniyle tamamının, acilen alınması gerektiğini belirtti.
en “acil ameliyat” beklerken 26 Mart 2021 tarihinde Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesine sevk edileceğim bilgisi verildi. 31 Mart’ta Edirneye götürüldüm. 5 Nisan’da tekrar Edirneye götürüldüm ve sol böbreğimin tamamının alınacağı “acil ameliyat” gerektiği söylendi. Fakat, ancak Mayıs ayında ameliyat yapabileceklerini, gün veremeyeceklerini belirttiler. Ameliyat günü verilmesi, başka hastaneye götürülmem için Sağlık Bakanlığına, Adalet Bakanlığına yazdık, bir cevap gelmedi. Ve Mayısın son günü 31 Mayıs’ta ameliyat edebildiler.
Kısacası 2020 Temmuzunun başından Adli Tıp Kurumunun Sağlam, hapishanede kalabilir.” rapor ve kararının alındığı güne kadar yani Mart ayına kadar kanser teşhisi konulmadı. Aradan tam dokuz ay gecmiş oldu. Doktorlardan bu boyutta bir kitlenin 2-4 yıl arasında oluşabileceğini öğrendim sonradan. 11 ay sonra da ameliyat edebildiler. İşte tutsaklık koşullarında yaşanan bir gerçeklik.
– devamı var –