GHA: RÖPORTAJ: Merhaba Sevgili Gerçek Haber Ajansı (GHA) izleyicileri…
Programımıza hoş geldiniz!
Bugün, Yunanistan’da tutsak olan Türkiyeli 11 devrimciden, Malandrino Hapishanesi’nde bulunan, Özgür Tutsak Ali Ercan Gökoğlu ile birlikteyiz.
Bugün kendisiyle, Türkiyeli 11 devrimciye verilen 333 yıl hapis cezasını, mahkeme sürecinde yaşadıkları adaletsizlikleri, adalet ve adil yargılanma hakkında bir röportaj yapacağız.
Merhaba, Sevgili Ali Ercan Gökoğlu!
Hoş geldiniz!
Ali Ercan Gökoğlu: Merhaba,
Yunanistan hapishanelerinde tutsak Türkiyeli 11 devrimci adına Malandrino Hapishanesi’nden Gerçek Haber Ajansı izleyicilerini selamlıyoruz.
Ayrıca Türkiye hapishanelerindeki tüm tutsak yoldaşlarımıza, Ölüm Orucu Direnişçileri Sibel Balaç ve Gökhan Yıldırım’a ve Hasta Tutsak Ali Osman Köse ağabeyimize kucak dolusu selamlarımızı iletiyoruz.
GHA: Öncelikle şunu sormak istiyorum: Bize kısaca nerede, ne zaman, neden tutuklandığınızı anlatır mısınız?
Ali Ercan Gökoğlu: Ne zaman, neden, nasıl tutuklandık? Kısaca anlatmaya çalışayım…
19 Mart 2020 tarihinde, Atina’daki faaliyet yürüttüğümüz dernek binamız, sabah saat 06.00 civarında basıldı. Yapılan baskın sıradan 1 baskın değildi. Ancak Türkiye hapishanelerinden, Türkiye polisinden çok iyi tanıdığımız baskınlardan biriydi. Operasyona tam 1.000 tane polis katılmış.
Dernek binamız 2 katlı müstakil bir binaydı. Tüm kapı ve pencereleri koçbaşlarıyla patlatılarak derneğimize girdiler. İkinci katın balkon pencerelerine merdivenler dayayarak camları kırıp içeriye gaz bombaları attılar. Dernek çalışanlarımızın çoğu henüz yataktan kalkmamıştı. Başlarına silah dayanmış halde gözlerini açtılar. Gaz bombalarının etkisiyle neredeyse buluyorduk. Kollarımız arkadan kelepçeleyip çok yoğun işkenceler ile salonun ortasında yüzükoyun yere yatırıldık ve karga tulumba gözaltı araçlarına götürüldük.
Karakola götürülene kadar araç içinde ve karakola götürüldükten sonra da işkence devam etti. Karakolda zorla çıplak arama dayatıldı ve kabul etmediğimiz için yoğun işkence gördük. Savcılığa çıkarıldığımız gün de gün boyu işkence gördük. Gördüğümüz işkencelerden dolayı hiçbir tedavi yapılmadı. İşkence izlerinin tespit edilmesini istedik, yapmadılar. Bize yapılan işkenceler hakkında suç duyurusu yapamadığımız gibi iddianamede polise mukavemet göstermekten ayrıca yargılandık.
‘Neden tutuklandık?’ sorusuna gelince… Şu çok açık ki, bizler, Yunanistan’da suç sayılabilecek herhangi bir faaliyetimizden dolayı tutuklanmadık.
Neden tutuklandığımızı esasında Türkiye İçişleri Bakanı Soysuz Süleyman, kendisi itiraf etti. Biz tutuklandıktan 10 gün sonra TV100’de yaptığı 1 röportajda, “Biz onları uzun süredir takip ediyorduk. Yunan makamlarına bildirdik ve yoğun ısrarları sonucunda Yunan polisi operasyon yaptı ve şimdi onlar hapishanede tutuklular,” dedi. Yani Soysuz Süleyman’ın itiraf ettiği gibi, bizler, Türkiye faşizminin Yunan devletine yoğun baskısı ve yapılan siyasî pazarlıklar sonucunda tutuklandık.
Ayrıca tutuklanmamızın ve bize verilen bu kadar ağır cezaların tek nedeni, Türkiye faşizminin baskıları da değil. Biz biliyoruz ki, ABD emperyalizminin Yunanistan politikalarının da bunlar üzerinde etkili olduğunu düşünüyoruz.
GHA: Peki bu süreçte neler yaşadınız, ne tür adaletsizliklere maruz kaldınız? Bundan kısaca bahseder misiniz?
Ali Ercan Gökoğlu: Mahkemede yaşadığımız adaletsizliklere gelince…
Birincisi, tutuklandık ve 18 ay boyunca sorgusuz sualsiz mahkemeye çıkarılmadan tutuklu kaldık.
İkincisi, 18 ay sonra mahkemeye çıkarıldığımızda da bir yargılama değil, kelimenin gerçek anlamıyla tiyatro oyunu oynandı. Hakkımızdaki karar baştan verilmişti. Öyle ki, henüz mahkeme başlamadan adliye koridorlarında “bu kez bize ağır cezalar verileceği” avukatlarımıza söyleniyordu. Mahkeme başladığında ise tavırları çok net ortadaydı. Adeta baskı ve tehditle bizi sindirmek istiyorlardı. Tehditlerine boyun eğmeyeceğimizi gördüklerinde ise polise talimat verip mahkeme salonunda saldırdılar. Kafamızı gözümüzü patlatarak işkence yaptırdılar. Bir arkadaşımız kalbine aldığı darbeler sonucu 2 saat baygınlık geçirdi. Ambulans çağırdık, gelmedi. Yapılan işkenceleri tespit ettirmek istedik, yapmadılar. Hastaneye götürmediler. Ancak bu saldırıyla da bizi sindiremediler.
Avukatlarımız mahkemeyi protesto etti. Avukatlarımız olmadan mahkemeyi sürdürmek istediler. Biz de salonu terk ettik. Bu direnişimiz sonucunda mahkemedeki saldırgan tavırlarından geri adım attılar. Ancak adil yargılanma hakkının gasp konusundaki mizansen devam etti.
Neler yaptılar?
Birincisi, daha kimlik tespit işlemlerinden itibaren ağzını açan arkadaşımızın cümlesini tamamlamadan susturdular.
-Aynı şekilde avukatlarımızı da konuşturmadılar. Yani savunma hakkımız gasp edildi.
-Tanıklarımız dinlenmedi. Onların sürekli sözleri kesildi.
-11 kişiye tek tercüman yeterli olmadığı halde, tercüman ihtiyacımız karşılanmadı.
-Bizim tanıklarımız dinlemeyip sözleri kesilirken aleyhimizde tanıklık yapan polisin hiçbir kanıta dayanmayan ifadeleri mahkeme boyunca tek delil olarak kabul edildi.
-Hakkımızdaki suçlamalar hiçbir şekilde kanıta dayanmaz iken lehimize olan deliller dikkate dahi alınmadı.
-Hiçbir yasada suç olmayan zafer işareti yapmak,
-Ziyaretçilerimizin dışarıdan slogan atması,
-Dernek binasında devrimci önderlerin resimlerinin bulunması ve
-Sosyalizmin simgesi olan orak-çekiçli bayrak ve sarı yıldızlı flama yasadışı terör örgütü üyesi olmanın delili yapıldı.
Evet, savcının ileri sürdüğü bu delillerle bize yasadışı terör örgütü üyesi olmaktan toplam 333 yıl hapis cezası verdiler.
Adalet bunun neresinde? Bu adaletsizlik kabul edilebilir mi? Etmiyoruz! Elbette etmeyeceğiz!
GHA: 11 devrimciye toplamda 333 yıl ağır hapis cezası verildi. Verilen bu karar hakkında ne düşünüyorsunuz? Adil bir yargılama yapıldı mı?
Tüm dünyada -özellikle devrimcilere karşı- adil yargılama mekanizması işletilmiyor. Adil yargılanma hakkı için direnmek zorunda kalınıyor. Sizin de çok ciddi bir şekilde adil yargılanma hakkınız ihlal edildi.
Neden emperyalist ülkelerde ve ülkemizde adil yargılama yapılmıyor? Buna neden ihtiyaç duyuluyor?
Adil yargılanma hakkının gasp edilmesine karşı ne yapılmalı?
Direnilmeli mi yoksa beklenilmeli mi? Direnmek gerekirse nasıl direnilmelidir? Mücadele nasıl olmalıdır? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Ali Ercan Gökoğlu: Neden adil yargılanma yapılmıyor?
Öncelikle şunu belirteyim: Adil yargılanma hakkı, emekçi halklarının yüzyıllardır kan revan mücadeleleri sonucunda kazanılmış yasal haklarımızdan birisidir. Bununla birlikte, burjuvazinin tüm yasaları egemenlerin çıkarlarını korurlar. Burjuvazi zorda kaldığında kendi koyduğu yasalara da uymaz.
Özellikle devrimciler söz konusu olduğunda ise tam bir keyfiyet söz konusu olur ve hukuk halka karşı bir terör aracı olarak kullanmaya başlar. Terörle mücadele yasaları ile yapılan da tam budur.
Hukuk ve yargı halka karşı bir terör, baskı ve sindirme aracı olarak kullanılmaktadır. Yani hukuk ve yargı, emperyalistler ve işbirlikçi faşist iktidarlar tarafından halka ve devrimcilere karşı bir terör aracı olarak kullanılmaktadır.
Bizim yargılanma sürecimizde tamı tamına böyle oldu. Bir yargılama yapılmadı. Terör estirildi âdetâ mahkemede.
Elbette bu adaletsizliğe, hukuk terörüne boyun eğmiyoruz, direniyoruz.
Adil yargılanma hakkını biraz açmak istiyorum.
Önceki sorunuzda da belirtmiştim. Bırakalım adil yargılanmayı, bir yargılama yapılmadı. Mahkeme biri mizansenden ibaretti. Türkiye faşizmi ile yapılan siyasi pazarlıklar sonucu verilen karar, mahkeme sonucunda açıklanmış oldu.
Yargılanma ilkeleri diyor ki;
Bağımsız mahkemelerde yargılanma hakkı vardır. Oysa devrimciler hep özel mahkemelerde ve terörle mücadele yasalarıyla ya da emperyalistlerin anti-terör yasası dediği özel yasalarla yargılanmakta ve cezalandırılmaktadır.
Adil yargılanma ilkelerinden birkaç madde okumak istiyorum size.
Adil yargılanma ilkeleri nelerdir?
1- Bağımsız mahkemede yargılanma hakkı: “Yargı bağımsızlığı, yargıçların ve savcıların yargı dışında ve veya içinden gelen hukuk dışı talimat veya baskılardan arınmış olması gerekir.”
Oysa bizim yargılandığımız mahkemeler, bağımsız mahkemeler değildir. Gerek Türkiye’de gerekse Avrupa ülkelerinde, devrimciler için, siyasi tutsaklar için her zaman özel mahkemeler kurulmuş ve özel heyetler seçilmiştir. Yani adil yargılanma hakkının birinci ilkesi daha baştan ihlal edilmektedir.
Yine tarafsız mahkemelerde yargılanma hakkı, “Mahkemenin yargıcın, objektif ve sübjektif olarak önyargılı veya yanlı olmaması ve tarafsızlığını dış dünyaya da yansıtması gerekir” deniyor.
Bizim ülkemizdeki mahkemelerine -emperyalist ülkelerin mahkemelerinde de aynı şeylerle karşılaşıyoruz- baktığımızda, mahkeme heyetleri, her zaman özel, devrimcilere, siyasi tutsaklara karşı âdetâ cezalandırıcı, düşmanca yaklaşımlarıyla tanınmaktadır. Bugün ülkemizdeki hakim ve yargıçlar ise bu konuda tamamen iktidarın özel olarak seçtiği kişilerden oluşmaktadır.
Yine adil yargılanma hakkının bir başka ilkesi diyor ki: Silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama, silahların eşitliği, “Taraflara kendisini dezavantajlı duruma düşürmeyecek koşullar altında davasını savunma, savunması için makul bir fırsat verilmesini gerektirir.”
Bizim mahkemelerimizde, yani siyasî duruşmalarda, bu silahların eşitliği ilkesine hiçbir şekilde uyuşmadığını da bilmekteyiz.
Yine devam edelim…
Çelişmeli yargılama hakkı: “tarafların mahkemeye sunulan tüm deliller ve hakkında bilgi sahibi olması ve bunlar hakkında beyanda-talepte bulunması, karşı delil sunabilmesi anlamına gelir.”
Şimdi bizim mahkemelerimizde, bizim karşı tarafa delil sunmamız, kendimizi anlatabilmemiz, savunma yapabilmemiz için hiçbir zaman gerekli süre-zaman verilmez ve mahkemelerde yaptığımız savunmalarda da sürekli sözlerimiz kesilir, savunmalarımız engellenir. Yani adil yargılanma hakkının silahların eşitliği ilkesi de siyasî davalarda kesinlikle uygulanmamaktadır, yerine getirilmemektedir.
Yine bir başka maddesi savunma hakkı, “Suçlamanın niteliği ve nedeni hakkında bilgi edinme, savunmanın hazırlanması için gerekli şartların oluşturulması, bizzat veya avukatı aracılığıyla savunma hakkına sahip olunması, tanıklarının sorgulanması haklarını kapsar” deniliyor.
Şimdi… Daha öncede belirtmiştim. Tanıklarının sorgulanması konusunda bizim lehimize olan tanıkların sözleri mahkeme heyeti tarafından sürekli kesilip dinlenmez iken, bizim aleyhimize tanıklık yapan polis ise biz onu sorgulayamadık bile. Sorduğumuz sorulara polis cevapsız kaldığında ya da yalanı ortaya çıktığında, mahkeme heyeti, kendisi devreye girip polis adına cevap vermeye çalıştı.
Ne bizim ne de avukatlarımızın savunma yapmasına izin verilmedi. Savunma süresi de zaten savunma yapılacak, savunmaya hazırlanabileceğimiz kadar bir süre tanınmadan, çok kısa bir sürede, toplam 5 mahkemede sonuçlandırıldı. Yani savunma hakkı kesinlikle bize tanınmadı, konuşmamıza izin verilmedi ve savunma hakkımız gasp edildi.
Siyasi davalarda adil yargılanma hakkının hiçbir ilkesine uyulmamaktadır. Faşizmin ve emperyalizmin mahkemeleri bir yargılamadan çok, düzenlerine muhalif olan kesimlerin cezalandırılması kurumlarına dönüşmüştür.
Adil yargılanma hakkı yasalarda olmakla birlikte, aslında hiç uygulanmayan bir ilkedir. Adil yargılanma ilkeleri ancak dişediş bir mücadeleyle, direnişler sonucunda uygulanma zemini bulmaktadır.
GHA: Seçimler yaklaşıyor. Halkımızın büyük çoğunluğu artık ülkemizde seçimlerin, halkın hiçbir sorununa çözüm olmadığını, olmayacağını görüyor.
Bu gerçeği, görmek isteyen herkes görebilir elbette. Ancak buna rağmen her sorun karşısında “seçimlerde hesap soracağız” sloganı, tüm bayatlığına, kokmuşluğuna rağmen kullanılmaya devam ediliyor. Ve ayrıca, ülkemizde adaletsizlik diz boyu.
Adil yargılanma hakkının gaspı, hasta tutsakların tedavisinin engellenerek sessizce katledilmeleri, hayat pahalılığı, zamlar, işsizlik gibi, halkın her geçen gün artan sorunları var. Yoksulun yoksulluğu artarken zenginin de zenginliği artıyor. Uyuşturucu hiç olmadığı kadar yaygınlaştı ülkemizde ve dünyada. En basit demokratik hakların bile kullanılmasına engel olunuyor. Daha bir çok şey saymak mümkün.
Ve bu duruma karşı direnenler var. Ancak bir yandan da direnmeye gerek olmadığını savunan düşünce yayılmaya çalışılıyor.
“Bu adaletsizliklere karşı direnmek büyük kayıplar demektir”, “AKP iktidarı zaten ölmenizi istiyor” deniliyor.
Bu düşüncelerin tamamı neticede koşulların düzelmesini beklemeyi savunuyor.
Seçimlerde AKP gidecek mi? Bugüne kadar yaşanan haksızlıklar ve adaletsizlikler telafi edilecek mi? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Ali Ercan Gökoğlu: Hayat pahalılığından başlayalım sorunuzu cevaplamaya;
Hayat pahalılığı, zamlar, işsizlik zaten adaletsizliğin yarattığı sonuçtur. Ülkemizde de, dünyada da bu böyle.
Dünyanın en zengin 5 tekeli, dünyanın 3. büyük ekonomisine sahip Japonya’nın Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla (GSYİH)’ndan daha büyük servete sahip. 7 trilyon 730 milyar dolarlık bir serveti var 5 tekelin. Japonya’nın üzerine 1 milyar 350 milyon nüfusa sahip Hindistan’ın GSYİH’nı da koyduğumuzda, yine bunların servetine yetişemiyor.
Şimdi bu adaletsiz düzen, daha büyük bir adaletsizlik yapmadan sürdürülebilir mi?
Ülkemizde de durum farklı değil. Hayat pahalılığının, halkın yoksulluğunun ve işsizliğinin nedeni, pandemiye bağlanıyor. Ancak aynı pandemi döneminde tekeller tarihlerinin en büyük kârlarını yaptılar. Hazine ve Maliye Bakanı Nebati, “Dar gelirliler hariç, ihracatçılar ve sanayicilerimizi memnun ettik,” diyor.
Kimdir bunlar? Bir avuç tekel.
Dar gelirliler kim peki? 75 milyon halkımız.
İşte adaletsizlik burada.
Bu soygun sömürü düzeni başka türlü sürdürülebilir mi?
AKP’nin yargı kurumları burada halka ve devrimcilere karşı uygulanan terörün yasal kurumları hâline gelmiştir.
Uyuşturucu konusuna gelince…
Dünyada en çok uyuşturucu yakalanan ülke: Türkiye.
Yine yapılan açıklamalara göre: Yakalanan uyuşturucu miktarı, yakalanmayanların %10’u kadar. Uyuşturucunun %90 halkı zehirlemek için piyasaya sürülmüş.
Yine dünyadaki uyuşturucu ticaretinin hacmi, silah ticaretinden sonra geliyor. Yani 1. 3 trilyon dolar. En çok uyuşturucu yakalanan ülkenin Türkiye olduğuna göre, bundan Türkiye’nin payına düşen miktar oldukça büyüktür.
Tayyip Erdoğan’ın bir gecede, özel yasalar çıkartarak 22 uyuşturucu mafyasını hapisten çıkarması boşuna değildi.
Erdoğan da bütün mafya çetelerinin başı oluyor.
Devlet mafya devletine dönüşmüş. Uyuşturucu çetelerine karşı mücadele eden Gökhan Yıldırım’a neden 46 yıl ağırlaştırılmış müebbet cezası verildiği daha iyi anlaşılmaktadır.
Uyuşturucudan beslenenler, uyuşturucunun önünde barikat olan devrimcileri, hukuk terörü ile etkisiz hâle getirmek istiyor.
Gökhan ile Sibel’in Ölüm Orucu Direnişi, mafya devletine dönüşen AKP faşizmine karşı yapılan en etkili direniştir.
AKP faşizminin iktidarını koruyabilmesi için faşist terörden başka bir politikası yok. Onun için saldırmak zorunda ve en sıradan eylemlere de saldırıyorlar, yasaklıyorlar. AKP faşizmi, bunu yapmak zorunda.
Asıl sorgulanması gereken, faşizmin onca terörüne rağmen muhalif kesimlerin suskunluğudur. Muhalefet düzeniçileştirilmiş ve sindirilmiştir.
Düzen muhalefet partileri, 2021 yılı boyunca halk kitlelerini “erken seçim” söylemi ile oyaladı. Şimdi de “tek çözüm yolu sandık” diye oyalıyorlar. AKP’den kurtulmanın tek yolunun sandık olduğunu söylüyorlar ve sokağa çıkmayı, hak aramayı provokasyona gelmek olarak değerlendiriyorlar.
Sol muhalefet de, büyük oranda düzen solu CHP’ye yedeklenmiş durumda. En ileri yaptıkları eylemler, sonuç almaktan uzak, protesto düzeyinde. Soyut sokağa çıkma çağrıları yapılıyor ancak bu da halkı örgütleyerek, belli hedefler doğrultusunda halkı alanlara çıkarma biçiminde değil. Kendisi olayın dışında akıl veren bir tarzda, halka, “sokağa çıkın” diyor. Oysa, bütün dünyada faşizme karşı mücadele tarihinden öğrendiğimiz şudur: Faşizm varsa direniş de vardır; direnmek zorunluluktur.
Faşizmle mücadelenin dili, onun anlayacağı dil, devrimci şiddet temelinde aktif direniştir. Direnmeyerek faşizmin saldırılarından dünyanın hiçbir yerinde kurtulan olmamıştır.
Susmak, sinmek, her zaman halklara daha büyük bedellere mâl olmuştur.
Çok somut örnekler var önümüzde. 2 yıl önce Grup Yorum konser hakkı için kendisine yönelen saldırıları püskürtmek için Ölüm Orucu Direnişi yapmıştı. Grup Yorum’un konser hakkını savunmadan kendi konser haklarının olmadığını görmeyenler sustu. Aynur Doğan’dan Metin Kemal Kahramanlar’a, Niyazi Koyuncu’dan pop sanatçılarına kadar, konserler yasaklanıyor.
Doksanlı yıllarda, hapishanelerde sadece devrimciler vardı. Bugün, reformistlerden düzen soluna kadar, tutuklanmayan yok. Ve bütün bunlara rağmen AKP faşizmi karşısında tam bir sessizlik hâkim. Tüm umutlarını AKP’nin sandıkta seçimleri kaybedeceğine bağlamış durumdalar.
Halka “Aman sokağa çıkmayın”, “Provokasyona gelmeyin”, “Sabredin… Şunun şurasında ne kaldı” deniyor; “Sandık gelecek, AKP “ diyorlar. Onun içinde direnmeyi çok anlamsız, gereksiz buluyorlar.
Diğer taraftan AKP faşizminin çok pervasız olduğunu, asla AKP’nin hiçbir konuda geri adım atmayacağını, sonuç alamayacaklarını düşünüyorlar ve bu durumda ölümüne bir direnişin akılsızlık olduğunu düşünüyorlar.
Yani gelinen noktada yine reformizm-oportünizm için, “BU SÜREÇTE DİRENİLMEZ”e çıkıyor.
Karşımıza çıkan, yine akıllı solculuktur. Bu solculuğun direniş için hiçbir zaman uygun koşulları olmayacaktır.
Bu akıllı solculuk, 20 yıllık AKP faşizminin bu denli pekişmesinin en önemli araçlarındandır.
Faşizmle Mücadelenin Tek Yolu Direnmektir.
Bugün, Türkiye faşizmi, 20 yıldır iktidarda olan AKP ile karakterize olmuştur. Ancak AKP gidince Türkiye, Türkiye’nin yönetimi, demokrasiye dönüşmez.
AKP iktidarının yıkıldığını varsayalım. Yerine gelecek Millet İttifakı’nın programı nedir?
Tüm kurumları ile yıpranan oligarşik diktatörlüğü daha güçlü bir şekilde yeniden inşa etmek. Yani oligarşinin, artık işlemez hâle gelmiş yönetememe krizine kısmen çözüm üretmek.
Bunda, halkın hiçbir çıkarı yoktur. Halk için bir çözüm, kurtuluş yoktur.
Burada, Sibel ve Gökhan’ın Ölüm Orucu Direnişi, AKP faşizminin adaletsizliğine karşı en güçlü direniştir.
Ölüm Orucu Direnişi, kitleselleşerek büyütüldüğünde AKP faşizminin karşısında çok güçlü bir barikat örülmüş olacaktır.
AKP, yargıyı halka karşı terörün bir aracı olarak kullanıyor. Direniş, AKP’nin bu silahını boşa çıkartacaktır.
“Sandıkta AKP’den hesap soracağız” söylemi tam bir aldatmacadır. Bu söylem, özellikle halkın düzene olan öfkesinin radikalleşmesinden, halkın ayaklanmasından korkan düzen solunun söylemidir.
“Sandıkta hesap soracağız” diyerek halkın öfkesini de sandığa endeksliyorlar.
Sandıkta nasıl hesap soracaksınız? AKP’yi iktidardan indirerek… Bu tam bir sahtekârlıktır. Bugüne kadar, bu sözler, kimler için söylenmedi ve kimden hesap soruldu? Fakat böyle diyerek halkımızın hesap sorma isteği, sandıkla yok edilmek istenmektedir.
Sonuç olarak,
AKP faşizmi ile “sandıkta hesaplaşacağız”, “sandıkta hesap soracağız” demek tam bir sahtekârlıktır, ikiyüzlülüktür.
Faşizmden hesap sormanın tek yolu: Aktif direniş çizgisidir; Faşizmle onun anlayacağı dilden mücadele etmektir. Bu da halkı devrimci şiddet temelinde savaştırmaktır.
Bugün AKP faşizminin karşısında Sibel ve Gökhanlar’ın Ölüm Orucu Direnişleri, en güçlü barikattır. Direnişin kitleselleşerek sahiplenilmesi, savaşın büyütülmesidir.
Değerli Gerçek Haber Ajansı dinleyicileri… Burjuvazinin yasalarına da giren birçok demokratik haklarımız var. Adil yargılanma hakkı da bunlardan birisidir. Ancak bu haklarımızı kullanmak için de direnmek ve mücadele etmek zorundayız. Aksi durumda burjuvazi, yargıyı, halkı sindirmek ve halka karşı terör aracı olarak kullanmaktadır.
GHA: Son olarak, eklemek istediğiniz bir şey var mı?
A.Ercan Gökoğlu: Son olarak, Gerçek Haber Ajansı dinleyicilerine, Yunanistan’da tutsak 11 Türkiyeli devrimci adına Malandrino Hapishanesi’nden selam ve sevgilerimizi iletiyoruz.
Sibel Balaç ve Gökhan Yıldırım’ın Talepleri Kabul Edilsin!
Hasta Tutsak Ali Osman Köse ve Tüm Hasta Tutsaklara Özgürlük!
Devrimcilik Yapmak Suç Değil, Görevdir!
Yunanistan’daki Tutsak Devrimcilere Özgürlük!
GHA: Değerli GHA izleyicileri…
Yunanistan hapishanelerinde tutsak olan Türkiyeli 11 devrimciden Ali Ercan Gökoğlu ile yaptığımız röportajın sonuna geldik.
Ali Ercan Gökoğlu’na çok teşekkür ediyoruz.
Bir sonraki yayınımızda görüşmek dileğiyle hoşça kalın!