Akıl ve devrim (3)

SORULARLA ARALADIĞIMIZ KAPIDAN İÇERİ GİRMEK
TERCİHİMİZİN VE DEVRİMCİLİĞİMİZİN BAŞLANGICIDIR!

Bu Noktadaki Tercihle, Başardığımız Şey En Genel Anlamda Devrimciliği Benimsemiş Olmaktır. Ama Bulunduğumuz Yer Yaşam Yolu, İnsanlık Yolu Olan Devcrimciliğimizin Köprü Başıdır. Ve Önümüzde Mutluluk Deryasına Açılan Uzun Bir Yol Vardır. Sevgi ve Yoldaşlık Taşları İle Döşelidir Bu Yol. Kuyu Tipi Hücrelere de Atılsak Yalnız Değilizdir Bu Yolda.
Bu Yol Yandaki Resimde Marks’ ın Vurguladığı Gibi, Kapitalizmin Bizi Cahil, Beynine Tecavüz Edilmiş Uysal Kölelikten Çıkarıp İnsanlık Yoluna Götüren Tek Yoldur.
Ve Yürüdükçe Derinleşir Mutluluğumuz. Yürüdükçe Yüzcelir İnsanlığımız.
Ve BU Yolu Yürümek, Aynı Zamanda İnsanı Mekanik Bir Böcek Gibi Görenlere Karşı Amansız Bir Mücadele İle Mümkündür!

Daha önceki yazımızda akıl kapısını aralamak için soru sormayı bilmek gerektiğini vurguladık. Bu soruların şahının “Neden” sorusu olduğunu açıklamaya çalıştık. Ancak sorularımızı bir disiplin içinde sormak ve bizi görünen gerçeğin ardındaki derya denize taşıyacak bilimsel bir metod izlemenin de esas olduğuna, bunun felsefi boyut olduğuna ve bugünkü tek bilimsel felsefenin de Diyalektik Mataryalist felsefe olduğuna özellikle dikkat çektik.

Bu metod tamamen bilimsel bir metoddur. Özellikle uygulanması ciddi bir eğitimden geçmeyi ve pratikte sınaya sınaya beynimize ve ruhumuza oturmasını sağlamayı gerektirir. Bu nedenle hep söyleriz ki; aslolan diyalek-mataryalizmin maddelerini ezberlemek değildir. Onu hayatı ve geleceği çözümlemekte klavuz olarak kullanabilmektir. Bu da ancak mücadele içinde mümkündür.

Hayatta hiçbir bilgi yoktur ki, teorik olarak ezberlendikten sonra onunla insanlığın işi bitmiş olsun. Bu her ne olursa olsun bilgiyi amaçsızlaştırmak olur. Bilimi ve öğrenme gerçeğini fantaziye çevirmek olur. Düşününüz ki, birisi tıp okuyor ama doktorluk yapmaya niyeti yok. Veya mühendistlik okuyor ama mühendislik yapmaya hevesi yok. Peki o zaman okumanın anlamı ne? Bu kadar saçma birşey olabilir mi?

İşte marksist teori de böyledir. Onun yaşayan ruhu olan diyalektik-mataryalist felsefe de… Dolayısıyla Marksist teori Marksist olmak için okunur. Mahir’in dediği gibi, biz Marksist teoriyi ne dünya devrimlerinin trafik polisliğini yapmak ve akıl satmak için , ne de Marksolog olmak için okuruz. Biz Marksizmi dünyanın Türkiyesinde devrim yapmak veya Marksist olmak için okuruz.
Kuşkusuz marksolog olmak için de okuyanlar vardır. Ama onların tek amacı bu bilgisini yararlı olacak kişilere satarak Marksiszmi bir geçim aracına dönüştürmektir. Kime satabilir bunu, marksizm düşmanlarına! Marksizme karşı mücadelede kullanmaları için bu bilgiye ihtiyacı olan sadece onlardır çünkü.

Zaten sömürü sistemleri, bütün eğitimlerin temel amacını buraya yöneltmiştir. Yani bilgisi ve yeteneğini kendierine satacak elemanlar yetiştirmektir onların amacı. Bir başka deyişle, halkın diğer kesimlerinden biraz daha fazla ücret vereceği kaliteli köleler yaratmaktır.
Ve dikkat ediniz, milyonlarca aile bu düzende ‘’Çocuğum okusun avukat, doktor olsun, halka daha çok hizmet etsin. Bunlara neden karşısınız. Bu daha iyi değil mi’’ zihniyetiyle hareket eder. Ve bizdevrimcilerin karşısına geçip sordukları en fazla sorular da bunlardır. Bunun ne kadar yanlış bir bakış açısı olduğunu onlara anlatmak belki de dünyanın en zor işidir. Ayrıca bu aileler devrimcilerin aileleridir. Devrimcileri çok severler ve her fırsatta sevdiklerini dile getirirler. Çocuklarını ise onlardan daha çok sevebilecek kimse yıoktur. Bu sevgi aklın devre dışına çıkarıldığı, iç güdüsel ve cahil, sevgisidir ancak. Çocuğunu gerçekten seven, düzene köle olarak yetiştirir mi?
Onun halka daha çok hizmet etsin dediği de esasen “sömürücü burjuvalara daha kaliteli hizmetler versin, daha çok kazandırsın” dan başka bir şey değildir.

Özellikle doğamızın bile yok edildiği, dünyamızın kokunç sömürü ve baskı diyarı haline getirildiği emperyalizm çağında, devrimcileri sevmek, bu mücadelede boylu boyunca yer almaktır. Çocuğunu kelimenin gerçek anlamında bir devrimci olarak yetiştirmek ve mücadelenin ön saflarında yer alması için çaba sarfetmektir.

Çocuklarına hep akıllı ol fazla öne çıkma denilir, işte bu akılsızlık çizgisinin dışına çıkma, akılsız kal demektir. Gerçekten evladının akıllı, kişilikli, vatanını ve halkını seven ve en iyi hizmette bulunan biri olarak yetiştirmek isteyen kişi, daima ileri git, en önlerde mücadele et demelidir. Bu düzende evladı sevmek, evladının halka yararlı insan olması için çalışmak budur. Bunun dışındaki her anlayış ya köle ruhundan çıkamayanların ya da en ilkel insanda da olan iç güdüsel duyguları esiri olmuş demektir.

Bu örnek; köle zihniyetinin ne kadar masum ve ne kadar vaz geçilmez değerler gibi halkın beynine ve ruhuna girdiğini anlamammız açısından son derece önemlidir. Ve devrimci pratik içinde olmayan, örgütlülüğü davranışı içselleştirmemiş, kendi kişiliğinde devrim yapmamış hiç kimse bu gerçeğin dışında değildir.

O nedenle devrimci saflara gelen insanları bile eğitmek,düzen kültüründen devrimci kültüre taşımak, eğitenler açısından da, eğitenler açısından da son derece zor ve zahmetli bir şeydir.

Saflarımızda bu gerçeğin farkında bile olmayan bir çok devrimci vardır. Ve bunlar çoğunlukla kendi kişiliklerinde devrim yapma konusunda müthiş bir direniş igösterirler.

O halde araladığımız kapıdan gövdemizle girmek değildir esasen tercih. Bütün ruhumuzla ve aklımızla girmeyi benimsemektir.

Peki neden çoğu zaman böyle bir durumla karşıkarşıya kalırız?

Bir çok kişinin, tercih kapısının ardındakilere sömürücü ve zalimlerin yaptıklarını gördüklerinden dehşete düşmesi, ne kadar bilgi yüklü olursa olsun kapıdan girmeye cesaret edememesi en önemlinedenler arasındadır. Bunlar korkuya teslimmolmanın ne kadar kişiliksileştirici olduğunun farkına bile varmadan, dejenere olurlar. Ahlksızlaşırlar. Devrimin aynı zamanda bir ahlak sorunu olduğunu bir türlü kavrayamazlar. Tam bir sorumsuzluk içinde hep gerilerde kalmak, hep elini taşın altına koymamak, hep başkalarının ileride olmasını istemek gibi bir tutum içine girerler. Her adımda on hesap yaparlar bana ne kaybettirir diye. Kazanacaklarının farkına bile varmazlar.
Hatta öyleleri vardır ki, sırf vicdanlarına hesap vermemek için bile gerçeklerden, gerçekleri öğrenmekten kaçarlar. Kitap okumaktan bile nefret eden sayısız insan yaratmıştır sömürü düzenleri.

Onlar at gölüğü takmış tiplerdir. Sömürücülerin gösterdiklerinden ötesini görme yeteneğinde bile değillerdir. En basit canlıda olan beş duyularını bile kaybetmişlerdir. Hani derler ya: GÖZLERİ VARDIR AMA GÖRMEZLER. KULAKLARI VARDIR AMA İŞİTMEZLER… İşte tam da onlar için söylenir bu sözler.

Ömürlerince üç maymunu oynar bunlar. Ve biz bu kültürün sayısız versiyoru ile karşılaşırız hayat içinde.

Oysa o kapının ardında sadece bunlar yoktur. Bunlara rağmen hiç bir yerde tadılamayan bir özgürlük dünyasıdır o kapının ardı. Adalet diyarıdır. Sevgi-mutluluk deryasıdır. Kısaca insana ait hangi güzellikler varsa oradadır. Bu kapının ardı insanın insanlık alemine katıldığı yerdir. Dolayısıyla bu kapıya böyle girmeyenler, ben köle ruhunu burada yaşatmak istiyorum, ben akıl yolunu reddediyorum. Akılsız kalacağım yani insan olmayacağım diyenlerdir.

Yani bunlar, Marks’ın deyimi ile tam da ‘’Kendi Postunu Kurtarmayı Tercih Edenlerdir’’
Kurtarabilirler mi? HAYIR!

Tek başına sömürücülerin pençesinden ve kölelikten kurtuluş yok bu dünyada… O nedenle devrim saflarındaki varlıkları hep eğretidir. Misafir gibidirler adeta. Ve bir misafir gibi hürmet isterler. En küçük eleştiri karşısında bile alınganlıkları sınır tanımaz!
Ve dönüp dönüp köleliği daha çok içselleştirmekten, ruhlarını daha çok köleliğe teslim etmekten başka bir şey yapamazlar. Ve Che’ nin deyimi ile, özgürlüğün en büyük düşmanları olan köleliği içselleştirmiş insanlar olarak çıkarlar yeniden karşımıza. Her türlü ihanet, döneklik, bunlar arasından çıkar.

Dikkat edilirse, sömürücüler, halka ve devrimcilere karşı hep köleliği içselleştiren, ruhlarını köleliğe teslim edenleri kullanır. İşkencecilerini, zindan bekçilerini, katliamcılarını her türlü pis işlerini yapacak kişileri onlar arasından seçerler. Bu güne kadar halka ve devrimcilere işkence yapanlar arasında sömürücü sınıfın insanları pek yoktur. Katliamlarda yer alan tekelci burjuvaların kendileri değildir. Zindan bekçileri arasında da asla yoktur. Halka kölelik kültürünü empoze eden aydınlar arasında da göremezsiniz onları. Bütün bunları ücretli köleleri yaparlar.

Sadece gövdeleri ile devrimci saflarda kalmakta inat edenler, bunları iyi anlamalıdır. Keza onlar devrimci saflardaki varlıklarını da lütuf sayarlar. O kadar kendini beğenmişlerdir ki, en sıradan eleştiriler, sorunlar karşısında bile hep bırakıp gidecekleri duygusu uyandırır ve devrimcileri tedirginlik içinde tutarlar. ‘’Bu saflarda olan herkes değerlidir ama hiç kimse de vaz geçilmez değildir’’ sözü esasen böylelerine çekilen devrimci bir ültümatomdan başka bir şey değildir.

Daha ağır bir deyimle: Halkımızın Cıddık Kuş diye tabir ettikleri kişiliklerin saflarımızdakşi temsilcileridir bunlar.
O nedenle hiçkimse ben gövdemle bu saflardayım o halde devrimciyim deme hakkına sahip değildir. Bu saflara gövdesiyle katıldığı andan itibaren, ben geldim ve devrimci olacağım demektir aslolan.
Yani tekrar tekrar vurgulamak gerekir ki: MAHİR’ in dediği gibi ‘’Kişiliklerinde Devrim Yapmak İçin Gelenlerdir’’ devrimciler. Ve en zahmetli, en zorlu yolu da bu çerçevede katletmek olduğunu bilmek ve öğrenmek durumundadırlar.

Bir yandan devrimci olduğunu söyleyip, diğer yandan da sınıf atlama sevdasıyla yanıp tutuşmak, ev bark sahibi olma, zengin olma, refah içinde yaşama hayalleri içinde yaşamak devrimciye yakışmaz.
Bu anlamda devrimcilerin hep kulağında küpe olacak sözlerdir Marks’ın, Mahir’ in sözleri:

  • Devrimci Marks’ın dediği gibi bu saflarda postunu kurtarma tercihi yapan düzen insanları ile kendini sakatlanmış halde tutamaz.
    Devrimci bu saflara adım atar atmaz kişiliğinde devrim yapmak için kolları sıvamak zorundadır
    Devrimci bu kişilik devrimini ancak mücadele ve örgütlenme içinde adım adım yürümekte kararlıysa başarabilir.

Bunları benimsemeyenler devrimci saflarda hep sorun kaynağı, dağıtıcı, mekanik, pragmatist, popülist, kariyerist tipler olarak kalırlar. Devrime zarar verirler her adımda. Eleştiri nedir, öz eleştiri nedir bilmezler. Eleştiri adına herkese bir kulp takarlar. Çamur atarlar. Küçümserler. İçlerindeki ben tanrısını yüceltmek için zorunludurlar bunlara. Öz eleştiri diye birşey tanımazlar. Eleştiriler karşısında tutumları tam bir savunma psikolojisidir. Bunlar karşısında söz söylemek anlamsızlaşır. Savunma psikolojisine öylesine kendilerini kaptırırlar ki, kulakları sizi duymaz. Dinlemezler. Ne diyorsunuz aldırmazlar. Kendi sözlerini dahi duyamaz olurlar. Ne dediklerini bilmezler. Bütün konsantrasyonları ile, eleştirileri bastırmaya yönelirler.
Ve biz bütün bunlara Engels’in pek yerinde şu tespiti ile son verelim:

Sanırız bu sözün üstüne söz gerekmiyor. Ya isyan ve insanlık, ya boyun eğmek ve en ilkel yaratıktan daha beter bir kölelik! Tüm Emekçiler ve Tüm Emekçiler İçin Mücadele Edenlerin Kulaklarına Küpe Olmalıdır Bu Sözler!

Sosyal ağlarda paylaşın