BİR HÜLYANIN SONU – AVRUPA BİRLİĞI’NİN GÜNCEL İSTİKAMETİ

Avusturya’dan bir Halk Okulu okurunun yazısıdır.

Son yıllarda, Neo-Nazi kökenli ultra faşist siyasi partilerin Avrupa’daki yükselişleri tartışılıyor. İtalya’da kendini açıkça faşist olarak nitelendiren İtalya’nın Kardeşleri Partisi lideri Giorgia Meloni’nin başbakan seçilmesi, Fransa’da Le Pen’in, Almanya’da AfD’nin, Avusturya’da FPÖ’nün ve Hollanda’da PVV’nun her seçimde oylarını arttırarak iktidar yürüyüşlerini sürdürmeleri ve bu partilerin geçtiğimiz Haziran ayında Avrupa Parlamentosu seçiminde elde ettikleri zaferin ardından Avrupa Birligi’ni nasıl bir gelecek beklediğine dair tahliller konvansiyonel burjuva basın da dahil pek çok yerde açıktan tartışılıyor.

Avrupa Birliği projesi tarihsel çerçevede bir büyük emperyalist güç olarak Atlantik bloğunun parçası ve mevcut düzenin en belirleyici öznelerinden birisidir. NATO terör örgütünün kurucu ülkelerinin ekseriyeti de, dünya halklarının baş düşmanı Amerikan emperyalizmiyle birlikte bu emperyal birliğin parçası olan ülkelerdir. Kendi tarihsel özgünlüğü içerisinde, hem sömürgecilik tarihine ve hem de ona karşı gelişen sınıflar mücadelesine ev sahipliğini yapan da yine Eski Kıta olarak da adlandırılan bu AB ülkeleridir.

Burjuvazinin, her daim sosyal demokrasinin beşiği olarak parmakla gösterdiği Avrupa Birliği hülyasının bugünkü kademeli dönüşüm süreci; dünya ölçeğinde gerçekleşen toplumsal, siyasal ve iktisadi gelişmelerden azade değildir. Kısmen kamuculuğun, çeşitli sosyal yardımların ve nispi refahın kalesi olarak ambalajlanan ve liberalizmin şarlatan ideologlarının methiyelerine mazhar olan bu coğrafyada, bugün müzik artık tamamen değişmiş durumda. Avrupa kapitalizminin, özellikle 2008 ekonomik buhranı ve 2020’deki Kovid-19 pandemisiyle katmerlenen geçirdiği yönetememe krizi, halklara (bazen göz boyamak bazen de toplumsal ayaklanma potansiyelinin önüne set çekmek amacıyla) sağladığı bir takım sosyal ve ekonomik hakları artık rafa kaldırmasının başat nedeni oldu.

Emperyalizmin eşitsiz gelişim yasası sebebiyle, sömürge ülkelerindekinden görece iyi şartlara sahip bir proletaryaya ev sahipliği yapan kıta burjuvazisi için uzun süredir mızrak çuvala sığmamaktadır. Halkları bu olağanüstü günlere hazırlamak için ise her daim arka bahçesinde besleyip muhafaza ettikleri ultra-faşist partilerin iktidar yürüyüşlerinin önünün açılması tarihsel olarak çok tanıdık bir evrenin trajik bir tekrarı olarak önümüze çıkmaktadır. Tıpkı yoldaş Stalin’in on yıllar evvel tespit ettiği gibi “Sosyal-demokrasi, objektif olarak faşizmin ılımlı kanadıdır” ve o partilerde bu dönüşümün parçası olarak düzen içindeki misyonlarına uygun hareket etmektedir.

Bu yeni faşist dalganın emekçi halklara getireceği daha fazla önleyici terör yasaları, sıkı gözetim ve sansür, uzun süreli tutsaklıklar, katliamlar ve ekonomik olarak da kemer sıkma politikalarıdır. Görünen o ki, bundan sonra Avrupa burjuvazisi gerek yasal zorbalıklarıyla, gerekse paramiliter Neo-Nazi yapılanmalarıyla rıza aygıtlarına daha az yatırım yapacaktır. Söz konusu faşist partiler, toplumsal rızayı ellerindeki zor aygıtlarıyla halklara her fırsatta gözdağı vererek tahkim ederken, bir diğer yandan savaş ve terör tehdidi, yabancı düşmanlığı gibi klişe ama etkili karşı propaganda yöntemleriyle halkların öfke odağını saptıracak manipülasyonlari kullanacaktır. Göçmen ve mülteci karşıtlığını esas alarak oluşturdukları siyasi hat üzerinden, hem güvencesiz emeğin yaygınlaşmasına hem de geniş halk yığınlarının öfkesinin düzene değil, birbirlerine yönelmesine hizmet ederek, Avrupa sermaye sınıfının âli çıkarlarına başarıyla hizmet etmektedirler. Emperyalizmin bugünkü acil ihtiyaçlarına yaptıkları bu hizmetlerin karşılığı olarak, önümüzdeki yıllarda daha da güçleneceklerini tahmin etmek çok zor değil. Bu karabasanın gırtlağımıza tamamen çökmesine engel olmanın formülü ise ezilenler için değişmiş değil; faşizme ve emperyalizme karşı birleşik cephe mücadeleleri ekseninde örgütlenmek.

Sosyal ağlarda paylaşın