Meteorolojiye ilgi duyar mısınız?
Benim hep ilgimi çekmiştir. Hava durumu, nedenselliğini kaybetmeksizin o kadar çok değişkene tabidir ve o kadar karmaşık bir araya gelişler üretir ki; muazzam ölçüm kapasitemize rağmen bu çapta başarısız sonuçlar veren başka bilimsel faaliyetler yoktur. Zaten başka bir disiplin, görev tanımının ikinci kelimesini muhtemelen hakaret kabul ederdi: Hava Tahmini!
İnsan toplumlarının geçmiş ve bugünlerinden, geleceği dair öngörülerde bulunma çabamıza en benzeyen pozitif uğraş da aynı nedenle meteorolojidir. Sayısız değişken, devasa cephe hareketleri, istikrarlı tekrarlar, ani lokal gelişmeler, garip süprizler… Her şey olup bittikten sonra fark ederiz ki yine de mevsimler birbirini izlemiş işte: Tarih gibi.
∗∗∗
1945 yılının Ekim ayında, John Von Neumann bir mektubunda Vladimir Zworykin’e şöyle yazıyordu: “… Tüm istikrarlı süreçleri öngöreceğiz; tüm istikrarsız süreçleri kontrol edeceğiz.” Mektubun tarihi ve karakteristik isimlerin anıştırdığı ulusal kimlikler düşünüldüğünde, iki adamın siyasal tarih üzerine konuştuğu varsayılabilir. Oysa hepi topu küresel meteorolojik ölçümler hakkında hararetle mektuplaşmaktaydılar.
İzin verirseniz, onların kaçırmış göründüğü fırsatı ben kullanıp insan toplumlarına dair meteorolojik bir analoji yapayım.
Ülkelerin meşruiyet termometreleri olur. Biliyorsunuz alete ısıölçer de diyoruz ve bilhassa iktidarların ısınışını ölçmek için kullanılabilir. Elde ettiğimiz sonuçları başka yıllarla, mevsim normalleriyle, başka ülkelerin yıllık ortalamalarıyla karşılaştırır ve ayrıca iktidarların gündüzleri göz önündeki faaliyetiyle gece biz uyurken yapıp ettikleri arasındaki ısı farkını tespit ederiz.
Isınan iktidarlar yasa tanımaz: Kamu mallarını yağlamalar, yargıçları, hekimleri, polisleri hizaya sokar, insan kaçırır, işkence yapar, yalan söyler, kibirlenir, arsızlaşır… Evler basılmaya, gösteriler dağıtılmaya, hapishaneler dolmaya başladığında sıcak mevsime girdiğimizi anlarız.
Sıcağa “öflenmek” faydasızdır; hava durumu en az faşizm kadar nedenseldir. Yani, öyle olmak zorunda oldukları için öyledirler. Faşizmden talepte bulunulmaz; tedbir başka yerde bekler.
Ülkelerin bir de haysiyet barometresi vardır. Biliyorsunuz alete basınçölçer de diyoruz. Nasıl basıncın düşmesi havada hoşumuza gitmeyebilecek bazı hallerin habercisiyse; haysiyet barometresi de o ülkenin aydınları, sanatçıları, sendikacıları muhalif politikacıları, gazetecileri, akademisyenleri basınç kaybetmişse orada işlerin yolunda gitmediğini gösterir. Kısacası, termometre yükselirken basınç düşüyorsa; tek tek ve topluca, yıkıcı, hak edilmiş, beklenen zararlar göreceğimiz fırtınalı bir siyasal-toplumsal iklime gireriz.
∗∗∗
Şimdi söylemek istediğime geleyim; Ayten’in cezası için onama istedi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı. “Ayten kim be adam?! Hava durumundan konuşmuyor muyduk?” dememeniz için anoloji yapacağımı peşinen söylemiştim.
Ayten Öztürk, Hataylı bir devrimci. 28 Ağustos 2018 tarihinde, Ankara’da bir tarlada bulunduğunda, ayakta duramayacak halde ve kırk dört yaşındaydı. Lübnan’dan kaçırılıp gizlice Türkiye’ye getirilmiş ve altı ay boyunca bir kontrgerilla merkezinde ağır işkenceye maruz kalmıştı. Sonunda, o gün, öldürmeyip bir tarlaya attılar: “Vazgeçtik, seni öldürmeyeceğiz, hapiste çürüyerek ibret olacaksın…” dediler. Kalıcı yara izleri vardı ve hâlâ var; toplamda 25 kilo vermişti.
Niye? Bunu niye yapsınlar?
Yanlış soru. En az “Hava niye bu kadar sıcak?” sorusu kadar saçma. İklim değişikliği başlığı altında listelenebilecek sayısız değişkenden hiçbiri bu konuya tek başına cevap veremez; rejim değişikliği için de öyledir.
“Daha önce de böyle şeyler duymadık mı biz? Lütfen bunu tekrar yapmaya başlamasınlar insanlara!”
Yanlış talep. Faşizmden talep etmek, güneşe adak adayıp “Bizi serinlet.” diye ricacı olmaktan daha ciddi bir tedbir değil.
O yüzden, bakmamız gereken alet termometre değil barometredir. Bu devrimci kadının kaçırılıp altı ay boyunca işkence gördüğünü bir doktor raporuyla ilk tespit ettiğimizde neler yapabileceğimizi ölçeceğiz. Mesele Ayten’le ilgisiz, o zaten sınavını verdi; bizim için öz saygı ve haysiyet ölçümü bu.
İki tane çok ilginç örnek var elimde ama önce kısa bir bilgiye ihtiyacımız var: Ayten niye tutuklanmıştı? Onu atıldığı tarlada sözde ihbar üzerine bulan Ankara polisine göre sahte pasaport kullanmaktaydı; öylece götürüp tutuklattılar. O kadar. Başka suçlama yok. Fakat toplasan üç ay hapis yatılmayacak bir suçlamadan ne kadar tutabilirsiniz ki içeride? Onlar da farkındaydılar ve o hapisteyken eski defterleri karıştırıp 2008 yılından bir dosya buldular. Davada sadece adı geçiyordu. Tam söylenirse, ‘’çocuk istismarıyla suçlanan bir kişinin çocuğun mahallelileri tarafından linç edildiği’’ olayda bir sanık ‘’Onu da kaldırımdan seyrederken gördüm.’’ demişti. Bu kadar. Ayten, davada başka hiçbir şeyle suçlanmıyordu. İki dosyayı birleştirip sahte pasaport tutuklamasını sürdürdüler. Mahkemeye tutuklu çıktı. Ortada suçlama bulunmadığından, mahkemede 898 (yazıyla sekiz yüz doksan sekiz) yara izini gösterip altı ay boyunca yaşadıklarını bütün ayrıntılarıyla anlattı. Dinleyen herkes dehşete düştü. Eğer dinlemediyseniz, mutlaka okumalısınız. Dehşete düşmek için değil; o işkencecilerin isteği. Hava basıncınızı ölçmek için okumalısınız.
∗∗∗
İki ilginç örnek vaat etmiştim, ilki şu; işkenceyi her kim yaptıysa, ne onu sözde ihbar üzerine gözaltına alan polis, sevk eden savcı, tutuklayan yargıç; ne de ilk incelemeyi yapan hekim bu parçalanmış bedeni tutanak altına almaya cesaret edebildi. Güya sahte pasaporttan tutuklanıp götürüldüğü hapishanenin kabul personeli ise farklı davranarak ayak diredi: “Götürüp ne halde olduğunu tespit ettirmezseniz, onu hapishaneye kabul edemeyiz.”
Diyeceksiniz ki bu haysiyet değil; “İçeride ölür, bizim üstümüze kalır.” diye korktukları için öyle davranmışlardır. Mümkün ama ben şöyle düşünmeyi tercih ederim: sadece kadına baktılar ve “Hayır, bu kadarını görmezden gelemeyiz.” dediler. Herkesin bir sınırı var. İlk doktor raporunu böyle aldı Ayten. Haysiyet basıncının düşüşünü ve yükselişini seyredeceğimiz ilk örnek bu olsun.
∗∗∗
İkincisi daha ilginç; mahkeme aylarca Ayten’i dinledikten ve “Sana yapılanlar için suç duyurusunda bulun istersen.” dedikten sonra; tek bir yeni delil olmaksızın, neredeyse on beş yıldır tutuksuz devam eden davada tam iki kez Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis cezası verdi. Ortada bırak eylemi, silahı, pusatı suçlama bile yokken oluyor bu; basınç düşmüş, iktidar el değmeyecek kadar ısıtmış yargıyı. İlginç olan bu değil; aynı mahkeme verdiği kararla birlikte Ayten’i TAHLİYE ETTİ!
Neredeyse otuz yıldır avukatlık yapıyorum. Meslek yaşamım boyunca iki kere Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis cezası –yani eskinin idamı- verilen bir kişinin hükümle birlikte tahliye edildiğini ilk defa duyuyorum. Başka duyan olduğunu da sanmam. Nedir bu? Ne olmuş olabilir? “Kaçmaya çalışsın da öldürelim” diye bıraktırmışlardır diyen oldu. Mümkün, ama ben şöyle düşünmeyi tercih ediyorum; abes kararına rağmen, acımasızca örselenmiş bu kadını hapse göndermeye kendisini ikna edemedi mahkeme. Herkesin bir sınırı var, basınç biraz yükselmiş. Başka açıklaması yok.
Şimdi size biraz önce verdiğim habere geliyoruz. Ayten’in ev hapsinde geçen iki buçuk yılının sonunda, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı onu hiç görmeden, hikayesini dinlemeden ve elbette her zamanki gibi dosyasını bile incelemeden kararın onanmasını istedi. Balata ısınmış, diski ısıtmış, fren tutmamış besbelli. Isı o kadar yüksekmiş ki iktidarın yargı üzerindeki tasarrufunu aşabilecek kadar yükselememiş haysiyet barometresi.
∗∗∗
İşin son ve en zor kısmına geldik.
Bizim öz saygımız, ideolojimiz, politik programımız, haysiyetimiz, entelektülel kapasitemiz, hayalimiz nedir? Hava basıncımız kaç bizim? Gardiyanınki, hakiminki tamam, var mı bizim de sınırımız? Hayır bu kadarına tahammül etmem diyeceğiniz yer neresi?
Bu kadına, sessiz sedasız, gözümüzün önünde bunu yapmalarına göz yumacak mıyız? Yoksa istedikleri gibi bize ibret mi oldu ona yapılan? Hangi daha önemli işimiz, gündemimiz bir insana bu yapılırken yüzümüzü başka tarafa çevirmemizi haklı kılacak?
İşler böyle olamaz, başka bir şeyler daha vardır diye düşünüyorsanız lütfen benim anlattıklarımla yetinmeyin. Onun anlatacaklarını dinleyin gidip, evdedir; ev hapsinde zaten. Dava dosyası, deliller, kararlar, Ayten’in anlatımları açık internet kaynaklarında var; kontrol edin.
Eğer dediğim gibiyse ve buna razı olacaksak, eğer sesimiz buna da çıkmayacaksa, hava durumundan sızlanmayı kesin. Siz terliyorsunuz, Ayten kavruldu.
Termometre yükselip barometre düşüyorsa, sorunlarınız küçük kalır, gelen kasırga olabilir. Habercisi de Ayten.
Ne yapabiliriz? Gücümüz yetmez diye düşünebilirsiniz. Deneyelim. Yetmiyorsa, devrimciler göze alıyor zaten çabalarının bedelini ödemeye. Yetiyorsa artık haysiyet değil tarih meselesi olur.
Biz Kazanırız.
(Halkın Avukatı Tutsak Selçuk Kozağaçlı’nın Birgün gazetesinde yayınlanan yazısıdır)