Ölüm orucuna karar verenler, belki de seslerini o kesitte kimsenin duymayabileceğini de biliyorlardı.
1984 Ölüm Orucu’na karar verilirken, başlanırken, şöyle kamuoyu oluşturacağız, şuralara duyuracağız, şu kesimleri harekete geçireceğiz diye bir program yoktur; böyle bir program yapmanın nesnel ve öznel koşulları da yoktur.
Peki ne vardı?
Tarih bilinci vardı.
Devrim iddiası vardı.
İdeolojisine, ideallerine HER KOŞULDA bağlılık vardı.
12 EYLÜL..
Apo Fatih Hasan Haydar’dan Sibel Gökhan İleri’ye…
Bugün, 12 Eylül’den hesap sormak, 12 Eylül’ü lanetlemek, emperyalizme ve oligarşiye karşı mücadele etmektir.
Emperyalizmi
Bugün, 12 Eylül’e karşı olmak, 12 Eylül uygulamalarını çoktan geçmiş olan zulme karşı direnmektir.
Eğer bu mücadele yoksa, eğer bu direniş yoksa, 12 Eylül’e karşı sözlerin bir hükmü yoktur.
12 Eylül’ün tarihi yazılırken, anlatılırken, kuşku yok ki o tarihteki en önemli dönüm noktalarından biri 1984 ölüm orucudur.
Herşey ağır bir karanlık altındadır.
Hemen her kesim susturulmuştur.
Sansür, bugün anlatılması ve anlaşılması zor boyutlardadır.
Cuntanın “sivilleşme” senaryosu sahneye konulmuş, kitleler ve çeşitli güçler, “demokratikleşme” aldatmacasına ortak edilmeye çalışılmaktadır.
Ve bu karanlıkta, devrimcilerin sesi duyulmamaktadır.
Devrimciler görülmemektedir.
Ölüm orucuna karar verenler, belki de seslerini o kesitte kimsenin duymayabileceğini de biliyorlardı.
1984 Ölüm Orucu’na karar verilirken, başlanırken, şöyle kamuoyu oluşturacağız, şuralara duyuracağız, şu kesimleri harekete geçireceğiz diye bir program yoktur; böyle bir program yapmanın nesnel ve öznel koşulları da yoktur.
Peki ne vardı?
Tarih bilinci vardı.
Devrim iddiası vardı.
İdeolojisine, ideallerine HER KOŞULDA bağlılık vardı.
Cuntanın teslim alma programını bozma iradesi ve kararlılığı vardı.
Bir çok şey belirsizdi; ama belli ve kesin olan bir şey vardı:
Ne olursa olsun, TESLİM OLUNMAYACAKTI.
Devrimci Sol hareketinin önder ve kadroları, TİKB adlı hareketin kadrolarıyla birlikte, bu koşullarda, bu belirsizlikler ve bu netlikle ölüme yattılar.
Günler haftalar geçti.
İki ay geçti.
Onlara, ölüm orucuna dair, ne basında bir tek kelime çıktı. Ne bir tek yasal parti, ölüm orucunu gündem yaptı.
Fakat onlar, bunlara hiç ama hiç bakmadan, açlığın koynundaki yürüyüşlerini sürdürdüler.
Ölümün koynunda bitecekti onların açlığı.
Zafer, ölümün koynundaydı.
1984 Ölüm Orucu, 75 gün sürdü.
Dört devrimci şehit düştü.
Abdullah Meral, Haydar Başbağ, Fatih Öktülmüş, Hasan Telci.
Siyasi bir zafer kazanıldı cuntaya karşı.
Cuntanın teslim alma politikası, bu barikata çarptı ve orda kaldı.
Üç devrimci şehit düştüğünde, direnişin 60’lı günlerinin sonunda Cumhuriyet gazetesi’nde, kısa haberler sütünunda 7-8 satırlık kısa bir haber çıktı.
Direnişin “kamuoyuna yansıyan” tek haberi buydu.
Bir de BBC Türkçe servisi aynı gün o kısa haberi vermişti.
O kadar.
Fakat;
Herşey ağır bir karanlık altındayken.
Hemen her kesim susturulmuşken;
bu direniş,
KARANLIĞI YARAN BİR ŞİMŞEK OLDU.
Şimşek bir anlık bir aydınlık sağlar.
O anlık aydınlıkta, karanlığın örttüğü gerçeklerin bir kısmı görülür.
O anlık aydınlıkta, karanlığın yenilmez, delinmez olmadığı görülür.
O şimşek, bir yol açar.
1980’lerin ikinci yarısında gelişen mücadele, işte o şimşekle aralanan, aydınlanan yoldan gelişmiştir.
O 7-8 satırlık habere hapsedilmeye çalışılan direniş, 12 Eylül zulmü karşısındaki en örgütlü ve irade direniş olarak, büyük sarsıntılar, büyük siyasi sonuçlar yaratmıştır.
Tarih bilinci odur ki;
süreçler, koşullar aynılaştırılamaz.
Direniş için illa şu gerekir, bu gerekir diye koşullar ileri sürülemez.
Aslolan ve belirleyici olan, ideolojiye, idealleri bağlılık, devrim iddiasını sosyalizm inancını sürdürmektir.
Aslolan ve belirleyici olan, bu iddia, inanç ve ideoloji doğrultusunda direnme kararlılığıdır.
Bu kararlılık,
her koşulda tarih yazıyor.
Karanlık ne kadar koyu olursa olsun, onun için farketmiyor.
Sansür ne kadar koyu olursa olsun, onun için farketmiyor.
Bir APO, FATİH, HASAN, HAYDAR olup, karanlığı şimşek çakıp aydınlatıyorlar.
Bir İDİL, BERDAN, YEMLİHA olup, karşı-devrimlere karşı sosyalizmin bayrağını yükseltiyorlar.
122 şehit olup, NATO’nun, ABD-AB emperyalizminin “ya düşünce değişikliği ya ölüm” politikasını, feda ateşleriyle bozup, devrimci düşünceyi, umudu yaşatıyor ve büyütüyorlar.
Bir KOÇAK, HELİN, İBO, EBRU olup, adaletsizliğe karşı dünya halklarının adalet savaşının bayraktarları oluyorlar.
Şimdi Gökhanlar, Sibeller, İleriler, işte bu çizgide ilerliyorlar.
Onlar olduğu için,
12 Eylül karanlıkları kalıcı olamıyor.
Onlar olduğu için bugün dünyamızda, zulmün karanlığının karşısında, direniş ve mücadelenin aydınlığı var.
ONLAR HEP VARLAR.
ONLAR HEP OLACAKLAR.
VE İŞTE BU YÜZDEN,
ZULÜM HİÇBİR ZAMAN İLELEBET PAYİDAR OLAMAYACAK!
(Zulüm hiçbir zaman sonsuza kadar süremeyecek.)