Hapishaneler, Faşizmin Açmazıdır!
AKP halkı yönetemiyor, halkın hoşnutsuzluğunu gideremiyor. Çünkü emperyalist ve işbirlikçi tekelleri hoşnut kılmak için, halkı sömürmek soymak zorunda. Faşizm, tekellerin karlarını en yüksek seviyede tutup, halka en azını vermek istiyor. AKP, geldiği noktada, halka “oyalama”, çelişkileri yumuşatma anlamında bile verebileceği hiç bir şey olmadığını çok iyi biliyor. Bu da halkın daha çok yoksullaşması anlamına geliyor. Yoksullaşan halk ya yozlaşacaktır ya da ayaklanacaktır. Bazen bunların ikisi aynı anda gelişir. Emperyalizm ve işbirlikçileri, halkı yoksullaştırırken, bunun bir ayaklanmaya dönüşmemesi için, bu hoşnutsuzluğun devrimci mücadeleye akmaması için, halka karşı iki yöntemi devreye koyarlar: Birincisi: Baskı! İkincisi: Yozlaştırma!
İşbirlikçi iktidar, uyuşturucu, fuhuş, kumar ile halkımızın direnme dinamiklerine, değerlerine saldırıyor. Devrimcilerin ve halk örgütlülüklerinin güçlü olduğu mahallelerimizi ele geçirmek, örgütlülüğümüzü dağıtmak için yaygın bir şekilde çeteleri ve mafyayı yerleştiriyor. Toplumsal yapının bütününde de mafyacılık, fuhuş, kumar, dolandırıcılık, gasp, sahtecilik her alanda yaygınlaşıyor. Böylesi bir ortamda düzenin yasalarına göre de “suç” ve “suçlu” durmaksızın artacaktır kaçınılmaz olarak. Öyle de oluyor zaten. 394 Hapishane, işte bu tablonun sonucudur.
Bu tablo içinde, siyasi tutsakların da, adli tutuklu ve hükümlülerin sayısı da durmadan artıyor. Bu kısır döngü, tüm faşist iktidarların içinden çıkamadığı ve asla çıkamayacakları bir kısır döngüdür. Bu kısır döngü, çoğu zaman zulüm iktidarlarının sonunu getirir Fakat şurası da açık; bu kendiliğinden olmaz.
AKP’nin Yönetememe Krizi Yukardaki hapishane rakamları, AKP’nin ülkeyi yönetemediğini, oligarşinin derin bir krizde olduğunu gösteriyor. AKP’nin bir Yüksel Direnişi’nde Haziran Ayaklanması görmesi, bir savcı eyleminde derin bir sarsıntı yaşaması, en küçük bir halk direnişi karşısında saldırması, işçilerin haklı, meşru eylemlerine karşı bile saldırarak, gözaltılarla terör estirmesi, krizin derinliğinin göstergeleridir. Şu anda, AKP’nin öncelikli saldırı hedefi devrimcilerdir. Çünkü, kitlesel anlamda da, halkın şiddeti anlamında da en büyük tehlikenin oradan geldiğini görüyor AKP.
Öte yandan, saldırı sadece devrimcilerle sınırlı değildir. Tüm muhalif kesimlere yönelik gözaltılar, tutuklamalar durmaksızın sürüyor. Onları da yok etmek istiyor faşizm. Siyasi olarak tamamen etkisizleştirdiği kesimleri de fiziken tamamen siyasi arenadan silmek veya daha fazla teslimiyete sürüklemek istiyor.
Düzenin yöneteme krizi derinleştikçe, iki şey yapacaktır; ekonomik olarak faturayı emekçi halka keserken, siyasi olarak zulmü, baskı ve yasakları artırıp, muhalefeti tamamen sindirmeye çalışacaktır. Bu tüm sömürücü, faşist iktidarlar için kuraldır.
Hapishaneler, Bir Sömürü ve İmha Aracıdır Bugün de korona virüsü salgınını, tutsaklara karşı “biyolojik silah” olarak kullanıyor. Korona salgınında temizlik çok önemliyken, tutsaklara temizlik malzemeleri verilmiyor. Devrimcilere ya gözaltına alırken, ya da hapishanede bu hastalığın bulaşması için koşullar kasıtlı olarak yaratılıyor. İnsanlar araçlara, hücrelere tıkış tıkış dolduruluyor. Hücrelerde gereken testler ve tedaviler yapılmıyor. Özellikle de kronik rahatsızlıkları olan, çok daha özen gösterilmesi gereken tut saklarda bu politika, kasıtlı bir katletme politikasına dönüştürülüyor. Hapishanelerde, onlarca yıldır “sessiz imha” politikası sürdürülüyor. Dışarıda “infaz” edemediği yüzlerce devrimciyi, hapishanelerdeki tecrit koşullarında hastalandırarak, gerekli tedavilerini engelleyerek imha etmiştir faşizm.
Kuşku yok ki, hapishaneler bir yandan ülkemizdeki zulmün aynası iken, diğer yandan çok ciddi bir soygun sömürü aracı haline gelmiştir. Tıpkı Nazilerin, Nazi toplama kamplarını tekellere ucuz iş gücü olarak kullandırdığı, fabrikaların bir bölümünü oralara taşıdıkları gibi, emperyalizm de hapishaneleri bu anlayışla ele alıyor. Bu yöntemin başını Amerikan emperyalizmi çekiyor. ABD’de tutuklu ve hükümlüler, 2,5 milyonluk bir köle işgücünü oluşturuyorlar ve bir çok tekel, bir çok “ünlü” marka, ürünlerini o kölelere ürettiriyorlar. Ülkemiz hapishanelerinde de, henüz o boyutlarda olmasa da ciddi bir emek sömürüsü vardır. Fakat ülkemiz hapishanelerinin direniş geleneği bunun yaygınlaşmasının önünde her zaman engel olmuştur.
Düzenin Hapishaneleri “Suç”u Önleyemez, “Suçlu”ları Eğitemez!
Yozlaşma, her boyutu ve biçimiyle öylesine yaygınlaşmaktadır ki, zaman zaman bu boyutu düzeni de rahatsız eder hale gelmekte; düzenin polisi ve yargısı, bunları belli ölçülerde denetim altına almak için tutuklamalara başvurmaktadırlar. Fakat bu tutuklamaların, hapis cezalarının bu “suç”ları, önleyici bir etkisi ve sonucu yoktur ve olamaz. Çünkü adli anlamdaki “suç”ları ve “suçluları” ortaya çıkaran koşullar devam etmektedir. Sömürü ve soygun sisteminde bu koşullar, değişik boyutlarda hep varolmaya devam eder. Bu nedenle, düzenin hapishanelerinden çıkanlar, çıkınca yine aynı işleri yapıyorlar. Uyuşturucu satıyorlar, kaçakçılık yapıyorlar, fuhuş yapıyorlar.
Sistem yarattığı sorunların hiçbirine çözüm bulmuyor, bulamıyor. Onlarca yıllık cezalar bu anlamda bir işe yaramıyor. Sadece o kişileri bir süreliğine o “suç”lardan uzak tutuyor. Bu tip “suç”ların gerçekten önlenebildiği ve ortadan kaldırılabileceği tek yer halkın iktidar olduğu, açlığın, işsizliğin, eşitsizliğin ve adaletsizliğin ortadan kaldırıldığı bir ülkedir.
Halk Cephesi’nin hazırladığı Halk Anayasası Taslağı’nda AKP faşizminin hapishaneleriyle, Halkın İktidarı’nın hapishaneler politikası arasındaki fark açıkça görülür:
“Madde 95- Cezaevleri Birer Eğitim Kurumu Olacaktır;
a-) Demokratik Halk Cumhuriyeti’nde yargı ve adalet mekanizması ve onu tamamlayan bir kurum olarak cezaevleri, tutuklu ve hükümlüleri sindirme, baskı ve eza yerleri olmaktan çıkarılacak; suc işleyen bireyleri eğiten, onları üreten, düşünen insanlar olarak topluma kazandıracak kurumlara dönüştürülecektir.
b-) Cezaevlerinde işkence ve kişinin onuruna yönelik uygulamalar yapılamaz. Yapan görevliler yargılanarak cezalandırılır ve bu kurumlarda yeniden görevlendirilemezler.
c-) Cezaevlerinin yönetiminde tutuklu ve hükümlüler ve aileleri de temsil edilirler.”
Halkın Öfkesi ve Umudu, Hapishanelere Hapsedilemez!
Hapishaneler bu ve daha önceki iktidarlar için devrimcileri ve halkı teslim alma aracı olmuştur. Cephe’liler, 12 Eylül 1980 faşist cuntasının hapishanelerde yürürlüğe koyduğu teslim alma politikalarından bugüne kadar, 40 yıldır direnerek teslim alma politikalarını boşa çıkarmıştır. Devrime kadar da çıkarmaya devam edecektir. Ancak AKP’nin hapishane politikasının bir alternatifi yoktur; 355’den 400’e, 500’e de çıkabilir bu rakam. Ancak bu ne halkın öfkesini ve isyanını önleyebilir, ne devrimcilerin önderliğindeki halk iktidarı mücadelesini durdurabilir.
Kuşku yok ki, her sömürü düzeni, işkencelerle, hapishanelerle, komplolarla, düzenlerinin ömürlerini uzatmayı hedeflerler. Bunda kısmen başarı elde ettikleri de olur. Kısa veya uzun süreler için halkın mücadelesini geriletmeyi başarabilirler. Fakat, sınıflar mücadelesi, nihai anlamda bu araçların hepsini etkisizleştirerek gelişir ve bu araçları ezip geçer. Türkiye halkı ve devrimcileri, hapishaneler konusunda büyük tecrübelere, büyük direnişlere sahibizdir. 40 yıldır her yöntem denenerek uygulanan teslim alma politikalarının başarılı olamaması bunun sonucudur.
AKP, korkusunu hapishanelerle bastırmak için Adalet Bakanlığı’na ayırdığı bütçeyi artıra dursun; ne korkusundan kurtulabilecek, ne de halkın direnişlerini ve mücadelesini önleyebilecektir. Baskının, operasyonların, tutuklamaların, hapishanelerdeki baskıların alabildiğine arttığı böylesi bir dönemde bile, hayatın her alanında halkın direnişleri sürüyor. Hapishanelere attıkları her insanın yakınları, arkadaşları nezdinde, faşizm yeni bir direniş nedeni ve mücadeleye katılan yeni insanlar yaratıyor; bu da onun başka bir açmazıdır. İstediği kadar yeni hapishane açsın, istediği kadar hapishanelerde baskıyı artırsın; bu açmazı büyüyecektir. Bugüne kadar, hapishaneleri faşizmin teslim alma kaleleri olmaktan çıkartıp devrimci düşüncenin her koşulda savunulduğu ve direniş destanlarıyla halkın mücadelesinin önünü açtığımız yerlere dönüştürdük. Bundan sonra da öyle olacaktır.