Maria Popova en iyi blogcu ödüllü Bulgar doğumlu, Amerikan kökenli bir edebiyat ve sanat yorumcusu ve kültürel eleştiri yazarı. Kızımla yaşıt ve onun gibi Maria Popova da esin kaynaklarımdan biri. Günüme onun paylaştığı şiirler, yazılar ve insanlarla başlıyorum. Günlük elektronik dergisine aboneyim. Güncele dair, edebiyat ve sanat tarihine atıflarla yazdığı yazılar, şiir videoları bu ağırlaşmış günleri omuzlamamı da kolaylaştırıyor.
Son paylaştığı yazısında Margaret Fuller ve Octavia Butler’a atıf yapmış. Bir bilim kurgu ve fantastik edebiyat hayranı olarak Butler okumuşluğum, kültürel feminizm kuramcılarında olması nedeniyle de Fuller’ın adını duymuşluğum vardı. ABD’de yayımlanmış ilk feminist eser olarak anılan “On dokuzuncu Yüzyılda Kadın” kitabını okumamıştım Margaret Fuller’ın. Okunacaklar listesine ekledim. “Herhangi biri aşağıda olduğunda, hiç kimse özgür ve onurlu olamaz” sözüne atıf yapmış Popova yazısında, döneminin öncüsü bu kadını anarken. Kitabı yazıp yayımladığında yaşıtıymış kızımla Popova’nın, 35’inde. Yalnızca 5 yıl sonra öldüğünde ise 40’ında, genç bir kadın. Avrupa’dan ABD’ye dönerken Ateş Adası’nın yakınında karaya oturan bir gemiden kurtulamamış. İkinci kaptan kurtulmak istemediğini sezdiğini söylemiş sonradan.
Onun aksine kurtulmak, yaşamak, hepimiz için adalet isteyen Ebru Timtik de 42 yaşında öldü. Kurtaramadık, ellerimizden kayıp gitti. Ardında devasa bir bilgi kirliliği ve yalan haberleri bırakarak. Savcı Kiraz’ın vahşice öldürülmesinde açıklanmamış pek çok ayrıntı tartışılır, soruların çoğu yanıtsız bırakılırken, bir yalancı tanığın ifadesiyle silahı Ebru’nun temin etmiş “olabileceği” üzerine kurulmuş bir yargıla “yama”manın sanığı kılınmış. Ebru öğrencim, sonra dostum ve elbette avukatım oldu. Üç insan yitirdim Ebru’yu kurtarmayı başaramadığımızda.
Kimse aşağılarda kalmasın, herkes özgür ve onurlu olabilsin diye mücadele eden, bu mücadelede yitip giden insanların tarihidir insanlık tarihi. Mücadele yöntemleri farklı olabilir, bizlere çok aykırı ve sert de gelebilir. Ancak Fuller’ın dediği gibi bu mücadelelerden insanlık çok değerli kazanımlarla çıkmıştır. İnsanlar yitip gitmesin, ihlaller yaşanmasın diye insan hakları mücadelesi veren bizler ise, insanlık adına mücadele verenlere saygıyla yaklaşır, yaşama tutunmaları için sesleri olmaya çalışırız. Eylemi değil, talebi tartışırız.
Octavia Butler yalnız bir bilim kurgu yazarı değil, aynı zamanda bir siyah hakları savunucusu. Yertohum isimli iki kitaplık dizisi 2020 yılında geçer. Doğanın tahrip olduğu, insanlık değerlerinin hiçe sayıldığı bir toplumda değerleri yeniden oluşturmaya soyunur bir çocuk. İlk kitaptaki dizelerde bizi felç eden korkularımıza atıf yapar, mücadelelerin zorluklarına değinir Butler. “Drowning people/ Sometimes die/ Fighting their rescuers.- Boğulmakta olan insanlar/Bazen ölür/Boğuşurken kurtarıcılarıyla.”
İnsan hakları mücadelesi içinde zaman zaman bizler de bu direnci hissederiz. Hak talebiyle başlatılan eylemlerde, öfke bize döner bazen. Talepleri duymazdan gelenlerin öfkesine, suçlayıcı diline aldırmayız. Sözümüzü söylemekten de sakınmayız. Ama, hak talebinin özneleri öfkelenir, suçlarlarsa ürkeriz. Yolları kapatacakları, ulaşamayacağımız bir yere savrulacakları kaygısı ve evet, bizimle boğuşurken yitip gideceklerini düşünürüz. Ulaşabildiğimiz bir yerde, hak talepleri bizim de hak taleplerimiz olur. Yöntem farklı olsa da birlikte mücadele edebilir, yaşama tutunmaları için yollar arayabiliriz. Ebru ile birlikte dört can yitti gitti bu zor zamanda. Yetemedik. Şimdi tüm çabamız hâlâ açlık grevini sürdüren insanları, Aytaç’ı, Didem’i, Özgür’ü yaşatabilmek. Adil yargılama sürecinde bir küçücük adım atılmasını, Yargıtayın somut delillere dayanmayan kararları görebilmesini umarak, başka hayatlar da solmasın diye mücadele etmek sorumluluğumuz.
Şebnem Korur Fincancı