Camus “Sisyphos Söyleni”nde hayatın yaşamaya değer olup olmadığı sorusunun felsefenin temeli olduğunu söyler, ona göre gerisi çocuk oyuncağıdır. Son zamanlarda bu soru ile sıkça sınandık. Gencecik insanlar hakları için mücadele yöntemi olarak seçtikleri açlık grevi/ölüm orucu eylemlerinde birer birer düştüler toprağa alabildiğine sessiz ve ıssız günlerden geçerken. Şimdi avukatları adil yargılama hakkını talep ettikleri için sürdürdükleri eylemlerinde yüzlü günleri geçtiler. Gene ıssız, kalın mı kalın bir duvar var insan hakları mücadelesinde müzakere kanallarını zorlayan bizlerin önünde. O ıssızlığı aştığımızda, aşabildiğimizde İbrahim Gökçek için geç kalmıştık. Bu kez gecikmeden ses vermek gerekiyor. Sanıldığının aksine ölmek istemediklerini biliyoruz. Yaşamaya değer buluyorlar hayatı. Yalnız onlar için değil, kendimiz için de hayatı yaşamaya değer kılmak hepimizin ellerinde. Yaşayabilecekleri bir hayatları olmalı. Olması için bir ağızdan ses vermeliyiz. Hepimizin talebi değil mi adil yargılanma?
Bakın, bu hafta 17-31 Mayıs arası Uluslararası Gözaltında Kayıplara Karşı Mücadele için İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) olarak yaşamaya onca değer hayatların yok edildiği, yalnız hayatların değil, bedenlerin de ortadan kaldırıldığı koşullar tekrar yaşanmasın diyerek el birliği ile yaşanmış ve hâlâ yaşanmakta olan zorla kaybetmeler için sizlere sesleniyoruz. İHD ve TİHV’nin ulaştığı verilere göre Türkiye’de 1990-2011 yılları arasında toplam 2 bin 872 faili “meçhul” denen, bir o kadar da faili belli cinayet o yaşamaya değer hayatlarımızın orta yerine gelip oturmuştu. İHD’nin ulaşabildiği kayıp sayısı yalnız İHD’ye yapılan başvurular dikkate alındığında 940 ve tespit edilebilen 253 toplu mezarda 4 binden fazla kişinin gömülü olduğu tahmin ediliyor.
Hafta nedeniyle yapılan açıklamalarda; “Adalet arayan kayıp aileleri meydanlar, özellikle de İstanbul’da Galatasaray Meydanı kayıp ailelerinin sevdikleri ile buluşma ve hafıza mekanıdır. Ailelerin acılarını ortaklaştırdığı ve birbirinden güç aldığı, adalet arayışlarını görünür kıldığı bu mekanların ailelere yasaklanmasından vazgeçilmelidir. Devlet, arşivlerini açarak, kayıp avukatlarının ve ailelerinin ulaştıkları bilgileri esas alarak, ailelerin kayıplarına ulaşmasını, faillerin yargılanmasını sağlamalıdır. Türkiye, BM ‘Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşmesini imzalamalı, Ceza Kanunu’nda ‘Gözaltında kaybetmeyi’ bir insanlık suçu olarak tanımlamalıdır.”, denirken Sabahattin Ali’den bugüne o adı sanı belli failler hep bir cezasızlık zırhı ile korundular. Onlar korundukça kapılar yeni zorla kaybetmelere açıldı. Bunca yılda iç hukukta açılabilen yalnız 16 dava var. Sonuçlanan 14 davadan 12’sinde beraat kararı çıktı. Bu faili belli katliamların, zorla kaybetmelerin avukatı, TİHV’nin kurucularından Sevgili Tahir Elçi’nin kendisi de ne yazık ki böyle bir kıyımla aramızdan alındı, dosyası devletin cezasızlık arşivlerine kaldırılmak için sıra bekliyor.
İHD İstanbul Şubesi Kayıplara Karşı Komisyon Üyesi Sebla Arcan, “Hakikat ve adalet arayışımız son kayıp bulunana, son fail cezalandırılıncaya kadar devam edecek” demiş, kayıplarından ve kayıplarıyla buluşma mekanı olan Galatasaray Meydanı’ndan vazgeçmeyeceklerini belirtmişti hafta açılışında tüm kayıp yakınları adına. Adil yargılama talebi her yerde…
Zorla kaybetmelerden işkenceye cezasızlık almış başını giderken, içi yalancı tanıklıklarla doldurulmuş dosyalarda avukatlığı, gazeteciliği, hekimliği ve dahi siyaseti suça dönüştüren, sosyal medyayı muhalifliği oranında suç mahalli olarak tanımlayan yargılamalara karşı bir ses olmalı. Adaletsizliğin hüküm sürdüğü koşullarda hepimiz adına bir talep adil yargılama talebi. Cezaevlerinde binlerce insan yalancı tanıklarca verilmiş gerçek dışı ifadelerle ve hiçbir somut kanıt olmadan tutulurken, bunca cezasızlığın ortasında bu talebe sahip çıkmak hepimizin sorumluluğu değil mi?
Şebnem Korur FİNCANCI – Evrensel Gazetesi