VENEZÜELLA’DA ABD SALDIRISI (bölüm:2)
NEDEN ŞİMDİ VE SAVAŞ NE KADAR YAKINDA?

Kavel Alpaslan’ın Venezuelalı sosyolog Ana Maldonado ile röportajının ikinci bölümünü yayınlıyoruz:

Savaş ne kadar yakında?
Geniş bir savaşın şu anda gerçekçi bir olasılık olduğunu düşünüyor musunuz? Eğer öyle düşünüyorsanız böylesi bir savaşta Venezuela’nın nasıl bir yanıt vermesi beklenebilir?
ABD’nin Batı Yarımküre’deki askeri mimarisi iyi biliniyor. Torrijos-Carter Antlaşması uyarınca Panama’daki üslerin devredilmesinden sonra, Güney Komutanlığı, sekiz üssüyle Porto Riko, Florida, Honduras, El Salvador ve And Dağları-Amazonlar merkez üssü olan Kolombiya’da yeniden konumlandı. Başka bir deyişle, bu üsler birbirlerine yakın konumdalar ve son derece gerçek bir askeri tehdit oluşturmalarının yanı sıra, bir baskı taktiği olarak psikolojik bileşen de içeriyorlar. Bu, hava trafiğiyle ilgili yakın tarihli ve yakın zamanda gelen uyarıyı ve kendi havayollarına ve üçüncü ülkelere ait uçuşlara getirilen kısıtlamaları da içeriyor.
Yorumcular, düşünce kuruluşları, politikacılar ve diğerleri tarafından ortaya konulduğu üzere ABD açısından ideal senaryo, Devlet Başkanı’nın görevden alınıp tam bir rejim değişikliğine yol açacak kadar yoğun bir iç tepkiyi tetikleyecek güçte baskı ve psikolojik gerilim ortamı yaratmaktır. Bu açıdan bakıldığında, karasularımız açıklarındaki askeri hava ve deniz varlığı tamamlayıcı bir işleve sahip. Bir kriz durumunda, belirtilen hedeflerine ulaşmak için ekonomik terörizme odaklanırlarsa, bir ayaklanma veya gayriresmî bir deniz kuşatması halinde hava, destek platformu haline gelebilir. Çünkü bu noktada konu artık uyuşturucuyla ilgili değil.

Bu başarısız olursa -ki bu muhtemel görünüyor- durumu doğrudan eylem yoluyla tamamen kinetik olarak tırmandırmak için gerekli teknik ve askeri kabiliyetlere sahipler. Mevcut yapılanmaya bakıldığında; çeşitli entegre muharip grupların, özel kuvvetlerin, sinyal bastırma ve kesme (elektronik harp) unsurlarının, hedef takip sistemlerinin ve hedef veri bankası oluşturmak için yapay zekâ kullanımının, esas olarak uzun mesafeli hava saldırılarına yönelik bir hazırlık içinde olduğu görülüyor.
Bu senaryoda, haziran ayında İran’da veya bir yıl önce Güney Lübnan’da yaşananlara benzer bir durum olası bir seçenek haline geliyor. Benzer şekilde, askeri ve politik hedeflere yönelik bir dizi hava saldırısı da, toplum ve hükümet düzeyinde başka bir psikolojik tepkiler grubunu tetiklemenin bir yolu olarak kurgulanmış gibi görünüyor. Başkan Maduro ve üst düzey hükümet yetkililerinin yakalanmasına yönelik ‘ödül’ teklifi, askeri kesim içinde firar veya ihanetleri teşvik edici bir kışkırtma aracı işlevi görmeyi amaçlıyor. Tabii ki bu yorum, saldırgan tarafın bakış açısından ve senaryoların planlanıyor gibi göründüğü mekanik/indirgemeci mantık çerçevesinde yapılıyor.
Ancak, hava-deniz unsurlarının birikimi, aynı zamanda, ‘On İki Gün Savaşı’nın sonunda olduğu gibi, az çok sembolik nitelikte bir çıkış yolu da akla getirebilir: Mevcut konjonktürü kapattığını ilan eden bir dizi sembolik saldırı. Fakat bu Trump tarzı senaryonun karşısında, her halükarda maksimalist hedef olan bölgedeki güç düzenini derinleştirmeyi kolaylaştıracak topyekün bir devirme eylemine odaklanan Marco Rubio ve neomuhafazakar iktidar çevreleri bulunuyor.
Kapsamlı bir işgal veya geniş çaplı bir askeri müdahale, yeterli asker sayısı olmaması nedeniyle devre dışı kalıyor gibi görünüyor. Bu büyüklükte bir harekatın gerçekleştirilebilmesi, Vietnam tarzı bir senaryoya benzeyecek bir durum da dahil olmak üzere kolayca bir bataklığa dönüşebileceğinden 100 binden fazla personel gerektirirdi. Bu nedenle bu seçenek zor görünüyor. Yine de, özel kuvvetlerin sızması ve askerî özel şirketlerle birleşik sefer grupları, durumu bu yönde tanımlamak amacıyla yukarıda ilk söyleneni pekiştirebilecek başka bir unsur olabilir.
Şu anda bile, Trump-Maduro görüşmesi haberini beklerken, hükümet içindeki bir grubun Rubio ve ekibinin üzerine çıkıp, alım-satıma dayalı bir pazarlık yolunu açması ihtimali hâlâ tamamen göz ardı edilemez.
Bu anlamda durum son derece akışkan ve belirsizliğini koruyor. Ancak bu noktada kesin olarak söylenebilecek şey, olası bir sonraki aşamaya yine bizzat ortamın kendisinin yol açması için, iç baskının her türlü yolla sürekli olarak artırıldığıdır. Şimdiye kadar bu yönde bir psikolojik atmosfer yaratmayı başaramadıkları için, hem doğrudan hem dolaylı, hem resmi hem gizli yollarla baskının artırılmaya devam edilmesi beklenebilir.

Neden şimdi?
Bahsettiğiniz gibi ABD baskısı Venezuela için yeni değil. Ancak bu seviyelere ulaşan düşmanlık neden şimdi yaşanıyor? Bunu uluslararası iklime mi yoksa ABD veya Venezuela’daki iç meselelere mi bağlarsınız? 
ABD’nin ‘MAGA’, yani ‘Amerika’yı Yeniden Harika Yap’ sloganını öne çıkardığı bu dönem, büyük ölçüde örtük bir gerileme beyanına ve petrol tedarikindeki dışa bağımlılığın somut gerçeğine bir yanıt niteliğindedir. ABD günde 20 milyon varil petrol tüketiyor, ancak bunun yalnızca 12 milyon varilini kendisi üretiyor. Geri kalan sekiz milyon varili, başta İran’ın etkisi altındaki Basra Körfezi’nden üretim yapan Suudi Arabistan, Kuveyt ve Katar olmak üzere uluslararası piyasalardan temin etmek zorunda. Bu da onun gözünü Venezuela’ya çevirmesine yol açıyor; ülkeyi güç kullanarak ele geçirip katılımcı, öncü ve halkçı demokrasinin olağanüstü ve benzersiz örneğini siyasi düzlemde disipline edip ortadan kaldırma arzusu taşıyor.
Ayrıca biliyoruz ki, ABD’nin iç politik gündeminden ve -öte yandan- savaşın ta kendisinin yüksek kârlılığından dikkatleri başka yöne çekmesi gerekiyor. Bu, Roosevelt’in ‘büyük sopa’ politikasının yeni bir uzantısı ; 21. yüzyılda bu agresif siyaseti yeniden devreye sokma, ABD’yi yeniden canlandırıp 21. yüzyıla yine ‘büyük sopa’yla yerleştirme hamlesidir. Amaç, küresel hegemonyasını sürdürme yeteneğini yitirdikçe, en azından bölgesel hegemonyasını korumak için, yalnızca Venezuela’yı değil, Latin Amerika ve Karayipler’deki egemen cumhuriyetleri de ABD’nin tasarrufu altına almaktır. Sanki yeni bir Yalta Anlaşması ya da nüfuz bölgelerinin yeniden paylaşımı gibi. Bu mesele yalnızca Venezuela ile ABD arasında değil; Venezuela’nın Bolivar’ın yürütüp kazandığı mücadele gibi yeni dünyaların şekillenmesinde belirleyici bir rol oynadığı, filizlenmekte olan yeni dünyanın küresel coğrafya ve güç dengelerine ilişkin bir meseledir.

Sosyal ağlarda paylaşın