“HALAY ÇEKMEYE BENZER HAYAT
HALAY BAŞI MİTRALYÖZ OLUR”
Kişi devrimci ise bulunduğu her yer mücadele alanıdır. Erişebildiği her araç devrim silahıdır. O çalıştığı alanı değerli yapar. İşi omuzlar. Bir sıra neferidir. Kah ön sırada durur kah sıra gerisinde.
İşte böyle akışkan bir nehirdi İdil. Hangi topraktan geçse sular, yeşertirdi.
Bir Dev-Genç’li mücadelenin her şeyi olabilir. Çünkü önce devrimcidir o. Sonra da gençtir. Hızla öğrenir, ayak uydurur, değiştirir. İdil de sanat alanına ilk ayak bastığında böyleydi işte. Alanın adı vardı ama kendi yoktu. Daha yeni yeni inşa ediliyordu. Alanın çalışanları alanın her şeyi idiler. Her boşluğu dolduram ama aynı zamanda örgütleyen… Kah muhasebeci, kah temizlikçi, kah oyuncu, kah edebi metin yazarı…
26 Temmuz günü son nefesini verirken “mitralyöz” diyordu. Oysa o narin bedeni keman yayı tutmak için eğitilmiştir. Bayrak benim ellerimde diyordu ama o eller piyano tuşlarına basmayı öğrenmişti. Demek İdil piyano ya da keman neyi çalsa mücadeleye çağrı marşı olacaktı. Balerin olmak için eğitilen bacaklar sessizce eylem alanından çekilmeye yarayacaktı.
Eylem alanınız bir klasik müzik salonu ise basıyorsanız tetiğine piyanonun, sürüyorsanız yayı tellere, vuruyorsanız davulun derisine, Bach’ı Mozart’ı örgütlemişseniz siz İdilsiniz.
Bir gençlik afişini en büyük bir görevini yerine getirdiğinden emin, düzgün ve sıralı bir şekilde yapıştırıyor ve bunu yaparken devrime hizmet ettiğinize inanıyorsanız siz İdilsiniz.
En zor zamanlarda bile temizliği, düzeni, ve disiplini aksatmıyorsanız, ölüme yürürken bile boşvermiyorsanız; mütevazılık sizin karakteriniz ise, asla yeterli görmüyorsanız, kendiniz için değil halk için en iyisini ve çoğunu başarmak için gözlerinizi ufka diktiyseniz siz İdilsiniz.
Halay başında duran İdil’e ayaklarımızı eş atarak ellerimizle adalet dağıtarak dönüyorsak oligarşinin tepesinde, İdil olmaya adayız hepimiz de.
ÇOCUKLARIMIZ VAR YÜZLERCE İSİMLERİ İDİL
“Yaşamız sayılmaz zaten yurdu için ölmesini bilmeyen” diyordu sahnede…
O binlerce ömür yaşamakta şimdi. Yetişkin, genç, çocuk İdil kadınlar onu yalnız ismiyle değil yarattığı devrimci, sanatçı, kadın, militan özellikleriyle de örnek alıyorlar.
“Yardım ederseniz yaparımdır.” çünkü onun cevabı. “Daha önce yapmadım.” değildir. “Ben yapamam.” değildir. Eğer görev düşüyorsa, eğer ihtiyaç varsa kendini başarısızlıklardan korumak hesapçılıktır çünkü.
İŞ VAR, GÖREV VAR. BEN YOK, BİZ VAR.
Birçoğumuz devrimci sanatçı özelliğini tiyatroculuğundan aldığını düşünürüz. Oysa onun oyunculuğu bile görev düştüğü için yapılmıştır.
Ayşe Gülen 1 Mayıs eylemlerinde gözaltına alınınca rolü boşta kalır. Bu görevi hızla benimseyerek başarabilecek kişi İdil’dir. Hayatında ilk kez alelacele sahneye çıkacaktır. Boşluğu doldurmak istiyor mu? İstiyor. 12 Eylül’ün yaşattığı acıları yansıtmak istiyor mu? İstiyor. O zaman İdil’i korumaya çalışmanın anlamı yoktur. Çünkü İdil yoktur, görev vardır.
İşte bu bilinç, onu üstlendiği her görevde başarıya ulaştırdı.
Halkın adaletinin mitralyözü olmak gerektiğinde son nefesini verirken sayıklayacak kadar benimsedi görevini. Sakince, kimselere belli etmeden, savaşçı popülizmine kapılmadan yaptı. Alkış değildi beklediği. Kendini ispat etmek için yapmıyordu. Görevdi yapılan. Yapılması gerekendi.
Mütevazıydı İdil. Çünkü kendinden emindi. Kimseye kendini ispat etmek zorunda değildi. Herkes aynı amaç için çalışmalıydı. Ancak o zaman büyür, çoğalırdı hareket.
İLK KADIN ÖLÜM ORUCU ŞEHİDİ
Açlıktan ölmek. Hücre hücre eriyerek, kan kusarak ölmek. Her gün, her an yaşama içgüdüsü ile savaşarak ölmek. Son anlarında ayak direyen kendi bilinciyle bile savaşarak ölmek… Her kişinin harcı değil kuşkusuz.
Kadın naiftir. İnce işler için yaratılmıştır. Kadın meslekleri vardır. Kadının sınırları vardır… İdil’e kadar kimse kabullenemezdi bir kadının ölün orucu savaşçısı olmasını. En tanınan ölüm orucu savaşçısı Boby Sands ve onun örgütü IRA dahil kadınların açlıktan ölerek eylem gerçekleştirmesine cesaret edemediler. Kadın zayıftır, hakkıyla üstesinden gelemez düşüncesini İdil yere çaldı. Son ana kadar güçlü ve onurlu yürüttü eylemini.
Ama naifliğinden, inceliğinden, sanatçılığından da bir nebze eksiltmedi.
Cezmi Ersöz onun arkasından şöyle yazıyordu: “Ayçe bir daha soluk alıp veremeyecek, oyun yazamayacak, şiir yazamayacak, sahneye çıkamayacak.”
Oysa bugün İdil onlarca kez basılmasına karşılık albümler yapıyor, dünyanın en büyük konserlerini düzenliyor, dergi çıkarıyor, oyunlar sergiliyor ve hepsinden önemlisi yüzlerce genç devrimci sanatçı yetiştiriyor.
Evet bütün bunları İdil yapıyor. Biz olarak yaşamış, biz olarak kalmış olan İdil. Ben olan İdil bir gün ölecekti mutlaka… Ama biz olan İdil yaşıyor… Savaşıyor…
Devam ediyor Cezmi Ersöz: “Yaşam amaçlayan bir ölüm orucu bu. Yaşamak için öldü bu insanlar… Ben hayatımı böyle riske edebilecek bir başkaldırıyı asla göze alamadım. Bu insanlar bence çok önemli. Hayranlığım belki biraz da bu yüzden. Vahşi kapitalizmin hakim olduğu, çıkarcılığın hakim olduğu bir ülkede birileri kalkıyor ve tüm yaşamlarını ortaya koyuyor. Bence muhteşem bir şey…”
Muhteşem bir şeydi doğru… Aklın sınırlarını zorlayan ama bir yandan da yapılmaz denilenin yapılabileceğini gösteren bir şeydi. Umut taşıyordu. İnanç aşılıyordu. Bu yüzden muhteşem geliyordu insanlara.
İdil bir direniş abidesi olarak duruyor yanı başımızda ve bize diyor ki;
Kendinize inanın, kendinize güvenin. Kendiniz ben değil biz olmuşsa eğer yapamayacağınız hiçbir iş yoktur.
Kendiniz değil işe odaklanırsanız, “ben”e değil görevinize odaklanırsanız başarırsınız.
Mütevazı olun. Her türden abartıdan, şaşaadan kaçının. Böylece önünüzü görmeniz kolaylaşır.
Sevgi sizi zayıflatmaz, güçlendirir.
Kadın zayıf değil, aksine güçlü bir insandır.
Ve sevgili İdil tahliyesine 11 ay kala özgür tutsaklar için giriştiği bu eylemle yalnız devrimci sanatçıların kılavuzu değil, kadın özgür tutsaklar olarak bizlerin de öncüsü ve kılavuzudur.
Yolumuz açık, direnişimiz İdilce olsun…
Ebru Timtik…