
Kuyu tipi cezaevinde tutulmuş Oktay Kelebek ve Av. Ceren Yılmaz bu cezaevlerinin insanı yalnızlaştıran ve izole eden bir mimariye sahip olduklarını anlattı.
Adalet Bakanlığının verilerine göre Türkiye’de 11 yüksek güvenlikli, 6 Y tipi ve 7 S tipi cezaevi bulunuyor. Tecrit ve izolasyonun en ağır biçimlerinin uygulandığı bu yapılar, mahpuslar tarafından “kuyu tipi cezaevi” olarak adlandırılıyor. Bu cezaevlerinin mimarisi ve infaz rejimi, mahpusların günün neredeyse 23 saatini tek kişilik hücrelerde geçirmesine dayanıyor. Hücreler 6 adım uzunluğunda, 5 adım genişliğinde. Tek pencere tellerle kapalı; ışık ve hava girmiyor. Mahpuslar yalnızca günde 1-2 saat boş bir beton zemine çıkarılıyor, o sürede herhangi bir ihtiyaçlarını karşılamaları mümkün olmuyor.
Mahpuslar ise ‘kuyu tipi cezaevlerine’ karşı direnişlerini sürdürüyor. 11 Kasım 2024’te süresiz açlık grevine başlayan daha sonra eylemini ölüm orucuna çeviren Serkan Onur Yılmaz.
Güneşi ve gökyüzünü göremiyorduk
6 Şubat 2024’te gözaltına alınıp 10 Şubat’ta tutuklanan Oktay Kelebek, yaklaşık bir buçuk yılın ardından serbest bırakıldı. Kelebek, tutulduğu “kuyu tipi” cezaevlerinde yaşadıklarını Evrensel’e anlattı. İlk olarak Silivri’ye götürüldüğünü belirten Kelebek, iki hafta sonra 50 tutukluyla birlikte farklı cezaevlerine sürgün edildiklerini söyledi. Kendisiyle birlikte iki kişinin İzmir Kırıklar Buca Yüksek Güvenlikli Cezaevine gönderildiğini aktaran Kelebek, “Biz oraya gider gitmez açlık grevine başladık. Çünkü kuyu tipi dediğimiz hücreler bir insanın kalacağı yerler değil. 3 katlı yapıda alt katta kalıyorduk, güneşi ve gökyüzünü göremiyorduk. Cama yapışıyorduk ama demirlerin üzerine ekstra korkuluklar koymuşlardı. Bir tükenmez kalem bile geçmezdi. Sadece 10’a 21 santimlik dikdörtgen bir cam var, o kadar. Havalandırmanın, güneşin girmediği yerlerdi” dedi.
Yalnızlaştırmaya yönelik…
Kelebek, kuyu tipi cezaevlerinin yapısını şöyle anlattı:
“Beş bloktan oluşuyor: A, B, C, Ç ve D. Bu bloklarda tekli hücreler var. E blokta ise üç kişilik hücreler bulunuyor. Tekli hücrelerin olduğu koridorlarda altışar hücre var. Üçlü hücrelerde volta atabileceğin alan sadece altı adımlık bir mesafe. Üçlü hücrelerin içinde kamera var, 24 saat izleniyorsun. Yatak kısmının yüzde 80’i görünüyor. İyice izole ediyorlar, seni yalnızlaştırmaya çalışıyorlar. Tek kişilik hücrelerle üç kişilik hücrelerin ortak yanı ikisinde de havalandırma olmaması. Havalandırma hücrelerden uzak bir noktada. Havalandırmaya ya sabahın köründe çıkarıyorlar, güneş göremiyorsun; ya da öğle sıcağında, bu kez kavruluyorsun. Burada bir gölge ya da yağmur yağdığında sığınabileceğin hiçbir alan yok. Hapishanelerin en üst katı yani çatının altındaki hücreler, yazları deyim yerindeyse kaynar bir kazan kadar sıcak oluyor.”
Günlük yaşamın her alanında ağır kısıtlamalar olduğunu belirten Kelebek, gardiyanlarla temasın da neredeyse tamamen kesildiğini anlattı:
“Diğer hapishanelerde hasta olduğunda ya da mahkemen varsa gardiyan yanına gelir, söyler. Kuyu tipinde öyle değil. Bas-konuş sistemi var. Hücrenin içinde bir buton var, ona basıyorsun, gardiyan sana oradan sesleniyor ama yüzünü görmüyorsun. İnsanla değil, duvarın arkasındaki bir sesle muhatapsın. İnsanı insandan koparan beton bir kuyu… Bu şekilde hem temasını hem de iletişimini koparıyorlar.”
Kuyu tipinde hep kış
Kelebek, havalandırma hakkının da fiilen engellendiğini ekledi:
“Havalandırmaya çıkarken en fazla su götürebilirsin. Kitap, sandalye götürmek mümkün değil. Beton zeminde bir saat durmak zorundasın. Günde yalnızca bir saat izin var. Biz slogan attığımız için soruşturmalar açıldı. Mahkemeye gittiğimizde fark ediyorduk; biz polarla duruşmaya çıkarken, F tipindekiler tişörtle çıkıyordu. Kuyu tipinde ısınmak bile mümkün değil, hep kış.”
Direniş sonucunda F tipine alındıklarını belirten Kelebek, “F tipine geçtiğimde doğrudan havalandırmaya çıktım. Kapı kapanana kadar yürüdüm, saatlerce. Bir arkadaş, ‘Yorulmadın mı?’ diye sordu. Çünkü kuyu tipinde bu bizim elimizden alınmıştı, bir kutunun içinde adım atacağın alan sınırlı. Amaçları belli F tipiyle başaramadıklarını kuyu tipleriyle başarmayı hedefliyorlar. Devrimci düşünceleri yok etmek, direnenleri teslim almak istiyorlar ama başaramayacaklar” diye anlattı.
Sessiz sedasız bir biçimde açıldı
Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Ankara Şube Başkanı Av. Ceren Yılmaz, kuyu tipi cezaevlerinin hem hukuka hem de insan sağlığına aykırı yapısını detaylarıyla anlattı. Yılmaz, bu yeni model hapishanelerin “yüksek güvenlikli” adıyla devreye sokulduğunu, ancak mevcut sistem içerisinde zaten yüksek güvenlikli hapishaneler bulunduğunu vurguladı.
Yılmaz, “Örneğin Silivri Hapishanesi yüksek güvenlikli hapishanedir. Kırıkkale Hapishanesi F tipidir ama yüksek güvenliklidir. Van F tipidir ama yüksek güvenliklidir. Yani normalde farklı tiplerde de olsa zaten yüksek güvenlikli hapishaneler vardı.”
Güneş ve havayla temas etmesi imkansız
Kuyu tipi hapishanelerin “en ciddi sorunlarından birinin” mahpusların güneş ve havayla temas hakkının ortadan kaldırılması olduğunu söyleyen Yılmaz, “Bir tutsak için en önemli şey güneş almak, havalandırmaya çıkmak ve havayla temas etmektir. Ancak kuyu tipi hapishanelerde bu haklar ciddi biçimde kısıtlanıyor” dedi.
Yılmaz, söz konusu hapishanelerin “özel bir belirsizlik” içinde inşa edilip işletildiğine dikkat çekti: “Bu üç katlı hapishanelerin her birinde kapsül dedikleri koridorda altı kişilik tekli hücreler var. Üç katlı mimari nedeniyle en alt kat hiçbir biçimde güneş almıyor, orta kat biraz güneş alıyor, en üst kat ise ancak sınırlı ölçüde ışık alabiliyor.”
Yılmaz, müvekkillerinden birinin yaşadığı çarpıcı örneği aktardı:
“Geçenlerde yüksek güvenlikli bir hapishanede müvekkilimizi ziyaret ettik. Ayağında bot vardı, tişörtün üzerine uzun kollu gömlek giymişti. Çok üşüdüğünü söyledi. Oysa Ankara’da hava 38 dereceydi. O kadar hava almıyor ki, iklimden bağımsız mekanlar bunlar. Bir de mesela kıyafetlerinizi kurutma imkanı yok. Havasızlık nedeniyle yıkadığınız ya da ıslanan kıyafetler kurumuyor.”
İnsanı insandan yalıtan bir model
Hapishanenin mimarisi nedeniyle mahpusların insan temasından tamamen koparıldığını belirten Yılmaz şöyle konuştu:
“Bunlar yüksek teknoloji hapishaneler olarak geçiyor ama aslında insanın tecritini artıran hapishaneler. Kapıda buton var; gardiyanla temasınız bile kesiliyor. Eğer altılı blokta kimse yoksa, insanla temasınız tamamen bitiyor. Bir müvekkilim şöyle demişti: ‘Akşam kalp krizi geçirsem sabah sayımına kadar öldüğümü kimse fark etmez.’ Bu kadar insanı insandan koparan bir yer.”
Açık görüş bile tecrit
Yılmaz, açık görüşlerin de tecrit modeli üzerinden kurgulandığını söyledi:
“Normalde açık görüşe çıkarsınız, aynı koğuştan ya da aynı davadan olanlarla birlikte, diğer ailelerle de bir arada olursunuz. İnsan teması biraz artar. Ama buralarda küçük bir alanda sadece kendi ailenizle görüşebiliyorsunuz. Başka bir aileyi uzaktan dahi göremiyorsunuz. Bu model, insandan insanı olabildiğince yalıtmaya dönük. Biz avukatlar olarak da akvaryum gibi yerlerde görüş yapıyoruz. Tamamı camdan oluşan, dışarıdan bütün hareketlerimizin görülebildiği bir odada. Oysa görüş yerlerinin dışarıdan görünmemesi gerekir. Burada gizlilik tamamen ihlal ediliyor”
Keyfi sevkler
Sevklerde de keyfilik olduğunu vurgulayan Yılmaz, “Biz bu sevklere itiraz ettiğimizde hükümlüler yönünden ‘Tehlikeli, disiplin cezası var’ deniyor. Ama yeni tutuklanan kişilerin de doğrudan buralara götürüldüğünü görüyoruz” dedi. Yılmaz bu koşullardaki hapishanelerin kapatılması gerektiğini söyledi.